Radikal Demokrasi / Rizgar Zirek

Tüm sistemler inşasını toplumu nasıl yönetebileceği üzerinde kendini inşa eder ve sürdürür. Egemenlikçi sistemde bundan farklı yapmaz. Beş bin yıldan fazladır egemenlikçi sistemin yönetme araçları değişe de, değişmeyecek tek şey yönetmek adına zor ve ceza cezalandırmanın vazgeçilmezliğidir. İlerlemeci toplum bakışına katılmasak ta tarif edilen köleci, feodal, kapitalist, Proletarya diktatörlüğü devletli toplum sistemlerinde tercih edilen zor olmuştur. Zor yoluyla sistemlerini hep ayakta tutunmaya çalışmışlardır. Bir ilkel toplum kendi içinde ortak merkezi duruma gelmediğinde komünal özgürlükçü toplum kalmıştır. Yönetme biçimi klan kabile küçük toplulukların kendi kendine sistemleştirip özgür topluluklar olarak ayakta kalmalarını sağlamıştır. Bu sistemde devlet, aile yoktur. Birey ve özgür bireylerde oluşan topluluk vardır. Zorla yöneticiliğe ihtiyaç duymaz, her birey klan toplumuyla ayakta olduğunu bilir ve bu bilme daha fazla birbirini düşünen topluluk haline getirir. Ahlaki politikliği klanına karşı kendini sorumlu görme ve bunun hissi dünyasının özgür buluşmasıyla gerçekleştirir. Zorla değil, gönüllü istekli topluluğuna karşı birey ödevlerin bilincinde hareket eder. Boyunduruk altına almayan, doğayla uyumlu iç barışık haliyle yaşar. Bu toplum sistemi egemenlikçi devletçi toplum sistemde daha özgür toplum biçimidir. Bu toplum biçimi yedi bin yıldan fazla ayakta kalmıştır. Hala bu toplumun izlerini dünya küresinde görmek mümkündür. Özlenende esasin da bu geçmiş ilk toplumdur. Hala ahlak, politika varsa bu kök hücre sayesinde vardır. Böyle olunca öz olan bu kök hücre her daim oluşan yeni toplum sistem şekillenmelerinde maya rolünü oynar. Tüm vahşi egemenlikçi sistemler ne zaman sıkışırlarsa, bu kök hücreye dönüş başlangıç yaparak çıkış sıçramasını yapar. Bu anlamda hiçbir şey yoktan var olmaz, var olanda yok olmaz diyalektik işlerlik her daim işler durur.

Radikal demokrasiyle ne alakası var bu paragrafın denilirse, alakası ahlaki politikliğiyle vardır deriz. İnsan düşünen varlık olduğu kadar, bencil varlıktır da. İnsan kendi benciliğine yenik düşerek, kendi esiri olandır. Bu esirliğe yenik düşmemenin ilk karşı çıkışları bireyin kendisiyle girdiği nefs savaşıyla başlar. Nefsime hakim olursam o kadar az kötülük, nefesime ne kadar yenik düşersem o kadar çok kötülük denilerek hakikat savaşını ilk önce kendi kendisine karşı mücadeleyle başlatır. Hak arayışçıları zaman içinde aradıklarını ararken insan nefsini ölçü almıştır. Tüm sofist, din, ahlak, felsefe arayışları nefse yenik düşme düşmemeye uygunluk düzeyiyle yaklaşmış ele almıştır.

O zaman bugünün hakikat savaşını nasıl tarif etmek gerek? Nefsini terbiyeleştirdiğin oranda insan kalırsın, insan olursun. Devrimciliğin öz tanımı da burada başlar. Hakikatte burada saklıdır. Devletli toplum, çalma, çırpma toplumudur. Hakikatte uzaklaşan toplumdur. Nefesine yenik düşenlerin zulümkar toplum biçimi, Nefsine yenik düşenlerin köleliği, köleleştirildiği toplum biçimidir.

Bu köleleştirici nefs savaşına yenik düşmemek için ne yapılmalı? İki çıkış yapılmalıdır. Bir toplumunu düşünen birey, iki nefs savaşçılarıyla birlik duruş inançla yoldaş olmayı bilmek.
Bunun için kapitalist modernite karşısında, demokratik modernite savunucusu olmak vazgeçilmez çıkış eylem olmalıdır. Demokratik modernite özgür bilinçli bireylerin oluşturduğu özgür toplum biçimidir. Yani nefes savaş zuhurunda kurtulmuş insan toplulukların bir araya geldiği toplum, topluluklar biçimidir. Sistem egemenlikçi devletli değil, kom ,komlarla ahlaki bedenleşmede ifadesini bulduğu politik komünalist sistemdir.

Peki, politik komünalist sistemin oluş varlığı hangi reddiye üzerinde gelişir. Tabii ki özel mülkiyetçi reddiye üzerinde gelişir. Her türden mülkiyet çağrıcı ilişki yaklaşımlarda uzak durmak ve bunun reddiyesi içinde ahlaki duruş sahibi olabilmek. Yani Nicenin söylediği gibi devletli toplumun yedirdiği her şeyi kusmuk olarak dışarı çıkarmak, onsuz yaşamayı bilecek kadar nirvanaya ulaşmak.

Peki, bugünün ahlakiliği, politikliği nasıl sağlanır. Elbet TC rejiminin ve bir bütün kapitalist moderni tenin verdiği ve ne yenilen varsa kusmuk olarak dışarı çıkarmak doğru başlangıç olacaktır. O zaman yapılması gereken tek şey kapitalist toplumun ideolojik araçsal cezp edici tüketici toplum gerçekliğinde uzak durmak, kendine yakışan olan nefs sınırında kalmayı bilmek. Sahte özgürlükçü sistem adı olan liberalizmin afsunlaştırıcı etkisinde kendimizi uzak tutmak, doğal insanın doğuş anın başlangıç temizliğine dönüş yapmak.

Dolaysıyla radikal demokrasinin öz ifadesi, sahte özgürlükçü liberalizm yalanı karşısında kendi kendine var olma bilinç eylem duruş dünyasına ulaşmadır. Tek kelimeyle birey kendi nefs savaşında zafer kişiliğini yakaladığı oranda radikal demokrasiye duyarlı, istençli, iradeli hale gelmiş olur. Kapitalist modernitenin sahte özgürlükçü liberalizmin ideolojisinde uzaklaşma onun sunduğu ret ve kopuşla başlar. Ret kopuş bireyde derinleştikçe özgür insan, doğal toplum gerçeğine dönüş yapmış olur. Bu dönüşümün öz ifadesi kendi olma, kendi bilme, kendini gerçekleştirmedir. Siyasal politik ahlaki ifadesi de radikal demokrasidir. Yani bireyin toplumunu, toplumun bireyi düşünen olması!

Daha anlaşılır kılmak için sözü Türkiye cumhuriyetine getirmek gerekirse, TC gerçekliği yüz yıldır yalan üzerine kendisini kurgulamış bugüne getirmiş, toplum dışı ırkçı faşist devlet gerçekliğidir. Tüm trajik demagojik gerçeği, toplumla arasında kurulan uçurumla şekillenendir. Belki toplumuyla barışık olmayan nadir egemenlikçi sistemlerden tek olandır. Böyle olduğu için, iç kırılmalar, tasfiyeler, darbeler tabiatıdır. Bu tabiatta uygun kendi içinde kavgalı, kanlı, vahşidir. Osmanlının iktidar için tek erkek çocuk iktidar olsun diye tüm erkek çocukların boğdurulması da bundandır. Bu gelenek bin yıldan beri olduğu gibi bugüne taşınmıştır. TC ve Osmanlı hiçbir zaman yekpare devlet olamamıştır. İç çatışık denge, dengesiz iç savaşla devlet ola gelmiştir. Böyle olduğu için aşırı bencil, bireyci tekli iktidarcıdır. Bugün bayraklaştırdıkları teklilik TC’nin yüzyıllık markası belki görünür ama bu Osmanlıda da farklı versiyonla ifadelendirilmekteydi. Bu farklılıkla tekli hükümranlığını sürdürmekteydi. Dolaysıyla TC’nin tekliliği bir Tc’ye ait değil, Osmanlılığa da aittir. Devlet bir nevi egemenlikçi olmak isteyenin perdesi, kalkanıdır. İllüzyonudur. Bugünkü TC sistemi normal kapitalist modernitenin liberal kültür demokrasisiyle alakalı değil, bundan uzak sistemdir. Eski olan Osmanlı, Jön Türkçü ırkçı, ideolojik suni dinci sistemin öz uygulananıdır. Bir derede iki yakada apışıp kalan sistemdir. Yönetmek, karşıtını alt ederek, varlık olabilme, iktidarda tutunma yegâne varlık oluşudur. Yok ederek yok etmenin üstün geldiği yönetme sistemidir. Galip olma savaşı içinde kanlı geçtiği gibi, yönettiği tebaasını da kanlı yönetmeyi gelenek sayar ve Devletin bekası olarak bu kanlı yönetmeyi kendince meşru sayar. Bu anlamda bir gün bile düşmansız yaşamak, onun için hezeyan korku ölüm yok oluş gelmektedir. Düşmansız yaşamak kendisi için son ölüm saymaktadır. Düşman olsun ki ayakta kalayım, iktidarda tutunayım demektedir. Çetecilik öz doğal karakteridir. Böyle olduğu için en çok korktuğu barış olmaktadır. Tek kendini güvende saydığı savaş olmaktadır. Hep savaşmak ister, savaşla ancak ayakta kalabileceğine inanç getirmekte. Bu inançla her saniye kendini bununla tazelemektedir. İçimiz, dışımız, dört etrafımız düşman edebiyatını ırkçı amentü haline getirmeleri de bundandır.

Osmanlının 800 yıllık tarihi böyleydi. TC’nin başlangıç olan 1909 Jön Türklükten bugüne değin böyledir. Dün bugün hiç değişmedi. Değişmiyor. Değişmesi ancak kanlı yönetim karşısında onun meşru savunma araçlarına karşı radikal demokratik güçlerin birleşik sivil halklar olarak ittihatsızlık bilinç örgütlülüğüyle karşı durmakta geçer. Savaşa karşı barış, hak gaspına karşı hak talebi ne kadar talep örgütlü toplum bilincine kavuşursa ve eylemci kesilirse işte o zaman bu kanlı devlet zaman içinde etkisizleşir, anlamsız hale gelir sönmüş olur. Başkaca onun araçlarıyla salt karşı koymak belki kendini korumaya, kollamaya cevap verir ama alt etmede nihai amaca bizi ulaştırmayacaktır. Kırk yıllık Kürt özgürlük mücadelesinin nihai sonuç barış aşamasına varamayışını da buna bağlamak gerek.

O halde eksik olan nedir? Eksik olan, meşru savunma milis eylemleri yanında sivil ittihatsızlık eylemlerin kendi meşru zemini içinde yapılamayışı ve yasal düzenlemelere fazla bel bağlamasındadır. Zayıf, eksik budur. Kendi meşru dayanağını esas almayıp egemenlikçi devletlerin kanun yasalarını salt gözeten tüm örgütlülükler düşmanın icabına bakma ihtiyacı karşısında rahat tasfiye edileceği, darbeleneceği kesindir. Siyasi soykırımla ifade edilen devletin siyasi tüm operasyonların sonuç alıcılığı bu örgütlülük tarzımızın izafi yanlışlığında aramak gerek. Bu izafi durum düşmanın kolayca operasyonlarına yol vermektedir. Kendi meşru zemini esas alma değil de, düşmanın sunduğu zemin üzerinde örgütlülük esas alınırsa baş kesilmek kolay olur. Tabii bunu derken düşmanın kanun saydıklarını yok sayma akla gelmemelidir. Devletin yasalarını tek açık alan örgütlülüğüne dönüştürmenin yanlışlığını vurgulamaktır kastımız. Neden salt radikal devrimci örgütlülükler illegal olsun ki? Devlet karşısında tüm örgütlülük araçları pekâlâ kendi meşru zemin üzerinde yarı legal yarı illegal zeminde örgütlenebilir. Buna uygun öz savunmalı örgütlenebilir. Çalışmaların yasal açık yürütülmesiyle, yönetimin açık olması aynı olmayabilir. İllegal yönetim başından itibaren bir komuta politik merkez gizliliği içinde kendisini yasaların tuzak meleği karşısında koruyucu şekilde gizleyebilir. Bunun olmayışındandır ki, düşmanın pervasız saldırıları karşısında savunmasız duruma düşmekte öncüsüz duruma düşmektedir. Kesintiye uğrayan öncülükler, radikal demokrasi çalışmasının derinleşmesini, kalıcılaşmasını gelişmesini engelleyen akamette uğratan sebeptir. HBDH’ın 15 Ekimde başlattığı Faşizmi yıkma Özgürlüğü kazanma çalışmasında politik merkez öne çıksın, bu politik merkez kurucu komite olsun perspektifi de bu ihtiyacın doğru tespiti sonucunda önümüze görev olarak konulmaktadır. Yasal siyasetin bu tuzağından ders ve sonuç çıkarmayı bilmeyenler sanki kariyer ve konumlarına müdahale edilmiş gibi, HBDH yerinde olan bu çağrısına uyum sağlayacaklarına, karşısında durarak, ya da yanlış yorumlayarak inatçı şekilde bu çağrının yerini bulmamasına ayak diretmekteler. Bu anlayış yaklaşımda vazgeçilmelidir. Doğru olan kendi meşru zemini esas alan örgütlülük ve öncülüktür. Bu öncülüğün örgütlülüğün devreye girmesidir.

Gandi’nin sivil inatçı devrimci duruşu İngiliz sömürgeciliğini nasıl alt ettiğini tarih tanıktır. Her alanda Gandi ve başka sivil ittihatsızlık eylemleri ne kadar örnek alınır, geliştirilirse bir o kadar kanlı savaş gerçeğiyle yaşayan bu devlet çaresiz, sonuç almaz duruma gelecektir. Fabrikalarda emekçiler üretimde gelen gücünü, sokaklar sokak aralarında yaşayanların kendi sokağımı yönetirim, mahallemi kendi kendime yönetirim bilinci kararlığı derinleşir ve bu bilinçle örgütlenen, eyleme geçen olursa acaba düşman bu kadar kollayıcı sonuç alır mı almaz mı sorusunu bir daha kendimize sorabilmeliyiz. Bilmeliyiz ki bizim legal siyasetin afsunlaştırıcı kollayıcılığı örgütlülüğü bizi kolayca avlamaya, yok etmeye götürmektedir. İstanbul sözleşmesinin kaldırılmasına dönük örgütlü kadın eylemlerinde, Öğrenci eylemlerinde, Madenci eylemlerinde, Köylülerin eko eylemlerinde kendi meşru zeminiyle çıkış yaptığında nasıl sonuç aldığını yaşayarak gördük, öğrendik. Bu gördüklerimiz bile bize yığınca fikir, ders vermektedir. HBDH Faşizmi yenelim Özgürlüğü kazanalım sivil ayağı bu deneyimlenenle buluştukça radikali demokrasi güçleri olarak o kadar kesin sonuç alacağımızı bilmeliyiz. Nerede Faşizmin kolluk güçleri saldırıyorsa o saldırıyı püskürtmek için daha fazla kenetlenme ve her saldırıyı tekil değil, hepimize karşı yapıldığı bilinciyle saldırıya karşı ortak duruş, tutum içinde olmak dönemin yegâne dili eylemi olmalıdır.

Operasyon yapıyor, tutukluyor. O zaman tutuklananlar nerede tutuluyorsa, yığınlar olarak aynı öğrenci gençliğin yaptığı gibi o tutulan yerlerin önünde salıverilene kadar karakollar önünde nöbet tutmak devrimci, demokratik, insani görev olmalıdır. Bilinmelidir ki Faşizme karşı çıkmak meşrudur. Karşı çıkmamak meşru değildir.

Faşizmin dayandığı ne kadar demagojik özel savaş araçları varsa buna karşı durmak bir o kadar zorunlu görev sayılmalıdır. Faşizmin her demagojik yalanına karşı kullandığı araçlar neyse o araçlara denk araçlarla yalanını açığa çıkarmak teşhir etmek görev olmalıdır. Bunun için internet ve sanal yayın yerinde etkili nasıl kullanılacaksa kullanılabilmelidir.

Faşizm karşısında örgütlülük derinleştirmek isteniyorsa yapılması gereken öz savunma gücün, örgütlülüğün derin gizliliği içinde kendini örgütlü komuta düzeyine ulaştırmak farz sayılmalıdır. Öyle bir örgütlülük ağına ulaşılmalıdır ki, düşmanın tüm üstünlük araçlarını işlevsiz kılacak düzeyde olmalıdır. Faşizmin güçlülüğü teknik üstünlüğünden, fiziki üstünlüğünden, Bürokratik hukuk uygulamasında, kolluk gücünde değil, güçlülüğü örgütsüz insanların doğru devrimci karşı koyuş mevzi savaşın yoksunluğundandır. Kendi kendini savunur yönetir duruma gelmemesindedir. Her ay alınan vergiler ödenmezse, elektrik, su ve envai çeşit faturalar ödenmese acaba ne olur? Bir düşünmek gerek! İnsanların dayanışmacı olduğu, bireyciliği aştığı, paylaşımı benimsediği insan toplulukların bir araya gelişi olursa, acaba devlet kalırımı. Esasında hiçbir varlık devlette ait değildir. Devlet zorla gasp etmiş, gaspını yasa hukuk, hapisle perçinlemiş öyle kendini var etmiş, var etmektedir. Var edilmiş olan karşısında ne kadar toplumu dağıtmaya çalıştıysa toplumunda bitirilmediği, yok edilmediği de ortada ve buda bir hakikat durumudur. Bu hakikat bilincinde kopmadan radikal demokrasi güçleri olarak kendimizi kurucu komuta düzeyine kavuşturdukça, öz savunmalı, kesintisiz uzun soluklu bir mücadele geleneği sahibi olacağımızı bilmeliyiz.

O zaman radikal demokrasi neyi öngörür. Birincisi meşru savunma ve misilleme ve barışçı inatçı reddiyelerle karşı çıkmak ve demokratik özerklik bilinciyle kendini özgür topluluklar temelinde yönetir duruma getirmek.

Bunun için 1- Devlet ve devlet adına sunulanı yasal örgütlülüğü ret etmeden kendi meşru zeminle yasal zemin örgütlülük çalışmasını iki öncülük bilinciyle örgütlemek
2.Bireyci yaşamın nefs savaşında özgür ruh bilinç baraklığına ulaşmak
3-Zülüm kar sistem karşısında özgür barışçıl toplum bilinciyle hakikat arayışçısı savaşçısı olmak
4.Ahlakilik toplumcu olmak, politiklik bireycilik karşında toplumun özgürlüğünden kendi özgürlüğünü görmek ve bunun için canla başla egemenlikçi sistem karşısında özgür insan duruşu içinde olmak.
5.Örgütlü insan, bilinçli insan gerçekliğinde uzaklaşmadan örgütlü duruş içinde olmak
6-Irkçı faşist rejimler özel mülkiyetçi, egemenlikçi karakteriyle iktidardadırlar. Bunun panzehiri daha fazla toplum, daha az mülkiyet, daha fazla paylaşımı öne çıkarmak yegâne ahlaki politik dürtü olmalıdır.

Bu maddeleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ama buna gerek yok. Her insan toplumcu düşündükçe, toplumuyla bir arada olmakla özgürleşeceğini hisseder ve bu bilinçle dava insani olur, zulümkar karşısında duruş kesilir.

O zaman yapılacak tek şey egemenlikçi toplumun tüm bağlayıcı, köleleştirici zincirlerini kırmak ve arınmayı kendinden başlatarak hamleci kesilmek dışında fazla söze gerek duyulmadan, haydi işbaşına diyelim.

Haydi, korku zincirlerini kırmaya, cesaretinle aydın şafağıyla buluşmaya