“Devasa ve canlıydı ve bir elektrikli hayvanın sırtından çıkar gibi kıvılcımlar çıkarıyordu her yerinden. Devrimin ruhu, tanrınınkine benzeyen bu halkın sesinin gürlediği o tepeyi bulutuyla kaplıyordu. Bu muazzam büyüklükteki moloz yığınından tuhaf bir hayret yayılıyordu.”
(Victor Hugo’nun Sefiller anlatısında 1832 barikatlarını resmetmesi)
İktidar gücünün uzun dönemdir defaatle vurguladığımız kriz bütünselliğini (ekonomik-yapısal-dış politika) aşamadığı, buna bağlı olarak toplumsal rızayı normalize edemediği ve yığınların tahammül dinamiklerinin git gide aşınıp öfkeye dönüştüğü bir dönemde yaşanan 23 Kasım eylemleri (eylemeleri), önümüzdeki süreçte yaşanacak netleşme ve savrulmaları belirlemesi açısından önemli bir noktada durmaktadır.
Yol ve ittifak tartışmaları üzerinden tüm politik hamlelerin düzen içi alana hapsedildiği böylesi bir dönemde yaşanan bu pratik; kapsayıcılık ve karşı koyuş parantezlerinde “inisiyatif” alınamaması nedeniyle verili normalini aşamamış, adres olarak sokak üzerinden gösterdiği düzen dışı zeminde niteliksel bir sıçrama yaratamamıştır.
Pratik politika sadece adresin gösterildiği bir düzlem olmayıp, gösterdiğin adreste örgütlü bir duruş ve karşı koyuşu da gerekli kılmaktadır. TDH içinde bu tartışma uzun bir dönemdir yazınsal olarak sadece reformizm başlığına sıkışmış bulunmakta. Bu yönlü tekil bir bakış açısı, verili örgütsel yetersizliklerimize dokunmamaya, sorunu sadece düzen içi politik aktörlerin tarzlarında aramaya bizleri itmektedir. 23 Kasım eylemleri bir kez daha göstermiştir ki, devrimin sokak örgütü olmayı önüne hedef olarak koymuş birleşik devrim güçleri, bırakın inisiyatif almayı kendi kadrolarını dahi bütünlüklü bir şekilde alana indirebilmiş değildir. Bu bağlamda mevcut atıllığımız kahredici düzeydedir.
Sorun çokça eleştirdiğimiz reformist yapıların mevcut mücadele tarzları mıdır, yoksa reformizm karşısında bizi devrimci kılan düzen dışı örgüt ve mücadele tarzlarımızın pratik politikaya aktarılamaması mı? Sorunun ikinci kısmına vereceğimiz yanıtlar, kendi örgütsel gerçekliğimizi görmemiz ve bu gerçekliği olumlu anlamda ters yüz etmemiz açısından hayati bir noktada durmaktadır.
Son günlerde egemen kamplaşmanın bir bloğu olan CHP, ortaya koymuş olduğu ve kendi devletlü yapısallığı ile uyumlu düzen içi hamleleri nedeniyle, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin belli bir bölüğü tarafından çokça eleştirilmektedir. İkircimsiz bir şekilde ortaya koymak gerekir ki, bu eleştirinin kendisi yoklukla maluldür. Gerçek bir zemini olmayan bu eleştirideki temel problem, düzen içi kurucu bir aktöre düzen dışı bir konumlanma atfedilmesidir. CHP, CHP olduğu için kitlelerin öfkesini soğurmakta, var olan çatışmayı bir restorasyon aklıyla okumaktadır. O bunun tabiatı gereğidir. Burada temel problem; kendini düzen dışında tanımlayan ve mikro siyaset düzlemini aşamamış politik aktörlerin, makro siyaset düzleminde etkin olan düzen içi kurucu bir aktöre kendi politik görevlerini atfetmesidir. Görüleceği üzere CHP üzerinden yapılan eleştirilerin yoklukla malul oluşu, düzen içi/düzen dışı saflaşmasının netleşememesinde açığa çıkmaktadır.
Yukarıda CHP üzerinden ortaya koyduğumuz yoklukla malul eleştirinin kendisi, birleşik devrim güçlerinin reformist düzleme yönelik yapmış olduğu eleştirilerle benzerlik taşımaktadır. Reformizme karşı mücadele sadece ideolojik düzleme hapsedilecek bir görev olmayıp, kendisini pratik politikanın sıcaklığında sınamalıdır. Anlatmak istediğim, belirtmiş olduğum hegemonya mücadelesinin sadece mecrasal düzlemde yürümemesi, mecrasal düzlemdeki tespitlerimizin icracı düzleme geçirilmesidir. Bunun aksi sadece yapısallığımızın düzen dışı olduğu, ancak pratiklerimizin düzen içinde aynılaştığı bir amorfluğu bize dayatacaktır. Bugün Türkiye Sosyalist Hareketi içinde kadro ve kitle bütünselliği itibariyle reformist bloklaşmanın etkin ve belirleyici olduğu bir realitedir. Bu realitenin devrim (düzen dışı) lehine aşılması, pratik politika zemininde aynılaşmayı değil, askeri politik örgüt ve mücadele tarzlarımızla pratik sahada da farklılaşmamızı gerekli kılar. Bu nokta, birleşik devrim güçlerinin en net çıkmazını oluşturmaktadır.
Türkiye Sosyalist Hareketi’nde düzen içi konumlanışın en önemli aktörlerinden olan TİP ile yapısallığı ve önüne koymuş olduğu hedefler bağlamında düzen dışı bir konumlanmayı ihtiva eden Birleşik Mücadele Güçleri’nin karşılaştırmalı analizi, yukarıda anlatmış olduğum örgütsel ve pratik zaaflarımızın daha da netleşmesine yardımcı olacaktır.
Açıklamış olduğu tutum belgesi ve bu tutum belgesini derinleştirmek için Erkan Baş tarafından kaleme alınan üçleme yazı dizisi, aslında TİP’in düzen içi konumlanışını resmeden bir manifesto gibidir. Tarihsel örneklerde de gördüğümüz üzere; devrim tartışması bir nevi yıkma/inşa faaliyetlerinin bütünselliği meselesidir. Bu gerçekliği temel almış olacak ki Erkan Baş da yazısını “Kurtuluş” ve “Yeniden Kuruluş” mottosuna dayandırmaktadır. Başka bir ifadeyle düzen dışı bir alan olan devrim faaliyetini, kavramlara yüklediği düzen içi anlamlarla tahrif etmektedir. Bu yönlü bir tahrifat onun oportünist hezeyanının tipik dışavurumudur. “Kurtuluş” (yıkma) onun lügatinde egemen bir kampa yedeklenme, “yeniden kuruluş” (inşa) ise burjuva siyasallığı içinde bir meclis aritmetiğidir. Erkan Baş’ın yazısında betimlediği sistem içi parlamenter barışçıl geçiş, gelenek olarak kabul ettikleri “tarihsel TİP” in de devrim kodlarına uygundur. Bu itibarla TİP’in yapmış olduğu tespitlerin hem tarihsel hem de güncel anlamda kendi örgüt gerçekliğiyle çelişkiye düşen bir tarafı yoktur. Çünkü TİP düzen içi konumlanışını derinleştirmiş reformist bir sol partidir ve mevut süreçteki düzen içi konumlanışı kendi kuruluş yapısallığıyla örtüşmektedir. Bu bağlamda TİP amorf bir düzlemi değil, reformistte olsa politik/pratik bir netliği ihtiva etmektedir. TİP’in Türkiye Sol Hareketi içinde kısa dönemde bu denli kitle kazanmasının en önemli dinamiği bu netlikte aranmalıdır. Bu nedenle de TİP üzerinden şaşırmış bir üslupla düzen içilik eleştirisi ortaya koymak oldukça zorlama bir yoruma bizi götürecektir.
Devletin taktik yönetimi altında düzen içi statükocu konumlanmaya bir cevap olarak doğmuş BMG, militan kitle hareketinin politik önderliğini yükseltme görevini önüne hedef olarak koymaktadır. Bu bağlamda hem kuruluş yapısallığı hem de önüne koyduğu hedefler itibariyle açık ve net bir şekilde düzen dışı bir konumlanışa tekabül eder. Düzen dışı bu konumlanma, pratik politik faaliyet noktasında da düzen dışı olmayı, düzen içi araçlara hapsolmamayı gerektirir. İlk çıkış sürecinde ortaya koymuş olduğu pratiklerle düzen sınırlarını zorlayan militan yapısı, geldiğimiz aşamada örgütsel ve pratik bir atıllığa bürünmüştür. Sözü ile eylemi arasındaki açı farkı gün be gün açılmaktadır. Bu açı farkının büyümesi BMG’yi çıkışındaki netlikten uzaklaştırmış, pratik politika içinde “aynılaşan” bir amorf düzleme hapsetmiştir. Düzen dışı olan bir yapı düzen içi araçlarla yetinmekte, gündemi belirleyeceği (kendi mecrasında) noktada günü eyleyen bir geri çekiliş yaşamaktadır. 23 Kasım eylemleri bunun en somut göstergesidir. Bu sürece ilişkin tüm anlatımları ve kurgusu düzen dışı devrime içkin bir noktada durmasına rağmen, var olan pratiği reformist olarak eleştirmiş olduğu yapılarla aynılaşmış hatta bazı düzlemlerde onların bile gerisine düşmüştür. Belirtmiş olduğum bu amorf durum BMG’nin etki ve kitle gücünün gün be gün azalmasına sebep olmaktadır. TİP örneğinde reformizm üzerinden ortaya koyduğumuz netlik TİP’i ne denli büyütürken, BMG de derinleşen açı farkı ve sonucunda oluşan amorf durum onun politika sahnesinde irtifa kaybetmesine neden olmaktadır.
Kuruluş sürecinde ortaya koymuş olduğu 71 devrimci atılımı göndermesi, BMG’nin bugün yaşadığı sorunları netleştirmemiz açısından önemlidir. 71 devrimci kopuşunun üç temel yapısı da o dönem içinde bulundukları reformist sağ yapıları dağıtarak kendi devrimci özgünlüklerini kazanmıştır. Bu aynı zamanda ideolojik düzlemde yürüyen bir kapışma olduğu kadar, sözün eylemle bütünleştiği bir devrimci pratiği/cüreti de ihtiva etmektedir. Kesintisizler THKP/C’nin, bütün yazılar TKPML/TİKKO’nun, Türkiye Devriminin Yolu THKO’nun eylemleriyle bütünleştiğinde kendi sağından kopuşu yaratabilmiştir. 71’e atıfla söz ve eylemin bütünleştiği bu denli bir netleşme, yaşanılan muğlaklığı ortadan kaldıracak yegâne panzehirdir.
Kitlelerle buluşamama (Kürdistan devrimci hareketi bunun dışındadır), onları kapsayamama ve bu bağlamda yığın öfkesini sokağa aktaramama birleşik devrim güçlerinin hem birleşik hem de tekil kolektif özneler olarak bugün yaşadığı sorunların ikinci ayağını oluşturmaktadır. Burada da temel mesele, örgütlenme ve mücadele zeminlerinde kendi sağıyla aynılaşan bir pozisyonun egemen hale gelmesidir. Çokça eleştirmiş olduğu sağ reformist yapıların pratik politik tarzıyla kitleselleşmeyi hedeflemek, kendi örgüt gerçekliğinin farkında olmamaktır. Düzen dışı bir konumlanmayı ihtiva eden devrimci savaş örgütleri, reformist bir aynılaşma ile değil, birleşik devrimci savaş dinamiklerini yükselterek, yani ezcümle savaşarak kitleselleşebilir. 90 momentumundaki devrimci yapıların kopuş ve sıçrayışı ve Kürdistan Devrimci Hareketi’nin yaratmış olduğu kesintisizlik bu belirlemeye verilecek en somut örneklerdir.
BMG’yi kendi sağından ayrıştıran en önemli dinamik, onun düzen sınırlarını zorlayan meşru militan bir örgüt/mücadele tarzına sahip oluşudur. Pratik politikanın vücut bulduğu ve devletle cepheden karşılaşmaların yaşandığı alanlardaki militanlık/yaratıcılık düzeyinin düşüşü, tarif etmiş olduğumuz militan mücadele tarzının sokağa yansıtılamamasından doğmaktadır. 23 Kasım sonrası yaşanan Kadıköy eylemi bunun en net göstergesidir. Karşındaki gücün kendisini “askeri” bir düzlemde dayattığı bir noktada, cepheleşmenin yaşanacağı mekansallığın da militan bir mücadele tarzıyla kavranması gerekir. Bu yönde bir konumlanış, yukarıda BMG eleştirilerinde değinmiş olduğumuz aynılaşmayı kıracak ve siyasetin tüm düzen içi normalizasyonunu parçalayacaktır.
Birleşik mücadele; harcının sıcak mücadele zeminlerinde karıldığı, siper yoldaşlığı olgusunun savaş içinde maddileştiği bir gerçeklik içinden doğmuştur. Kobani savunması, Rojava konumlanması, Bakur/Başur Kürdistanı’ndaki mevzi ortaklığı ve sürdürülen can bedelli devrimci savaşım bu belirlenimin en somut örnekleridir. Görüldüğü ve sınandığı üzere, “siper yoldaşlığı” ancak ve ancak “siper” varsa mümkün ve gerçek hale gelebilir. Bu bütünlük içinde mesele ele alındığında BMG; siper yoldaşlığından barikat kardeşliğine açılmış bir kapı konumundadır. Dolayısıyla BMG’nin kendi gerçekliğini bu benzeşimde araması ve geliştirmesi gerekir. Yazının bütünselliği içinde bahsetmiş olduğumuz tıkanıklığın aşılma dinamiği bu gerçeklikte saklıdır.
Tüm tarihsel deneyimler göstermiştir ki barikatlar; devrim teşebbüsünün eş anlamlısı olarak kullanır. Marks; 1848 Haziran Ayaklanması üzerinden; “sermaye ile emeğin iç savaşının başlangıcıdır” diyerek tarif etmektedir barikatları. Onun bu barikat anlatımı ile “devrim” olgusu; artık sadece bir devlet biçiminin değişimini değil, burjuva düzeni yıkma teşebbüsünü de tarifler. Engels ise; barikat savaşlarını da ele aldığı 1895 metinlerinde, barikatların yığınlar üzerinde yaratmış olduğu moral güce vurgu yapar. 19. yüzyıl devrimcileri içinde bu konuya en çok kafa yormuş kişi ise, “doğrudan eylem” kavrayışının mimarlarından olan Auguste Blanqui’dir. 1869 yılında kaleme aldığı “Silahlı Ayaklanmanın Kılavuzu”nda sadece moral ve politik düzlemi itibariyle değil, barikatları “askeri” olarak da betimler. Ona göre devrimin nihai zaferi için barikatlar arasında bir geçişkenliğin sağlanması ve barikatların yerinden oynatılamayacak biçimde sağlam inşa edilmesi gerekmektedir. Hatta bu tarifini daha da maddileştirerek, her sur (barikat) için 9186 kaldırım taşının gerektiğini belirtir. 19. yüzyıldan Mayıs 68’e gelindiğinde ise artık barikat kavramı direkt olarak devrimin özüne içkindir. “Kaldırım taşlarının altında kumsal var” önermesi; taşıdığı bütünsellik ve imgelem itibariyle hem barikatların inşasını hem de iktidar gücüne karşı taarruzu resmetmektedir.
Yol/ittifak tartışmalarının düzen içine hapsolduğu böylesi bir dönemde barikatlar; yeni yolun inşasında birleşik devrim güçlerine tarihsel sorumluluğunu hatırlatmaktadır.
Barikatlardan vazgeçmek devrimden vazgeçmektir…
Kaynak: Umut Gazetesi