‘Gözlem Kurulları’ infaz yakma avında!

ANKARA – İnfaz yakılma uygulamasının yalnızca siyasi tutsaklar için yapılan bir düzenleme olduğunu belirten CİSST Hukuk Sorumlusu Ruken Altun, Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nde infazları yakılan kadın tutsakları hatırlatarak, “İnfaz yakılma durumlarının kadın mahpuslar üzerinden ilerlemesinin dikkat çekici bir nokta olduğunu düşünüyorum. Hapishanelerdeki hak ihlalleri merkezi politikalardan bağımsız değil” diyerek tutsakların sesini duyurma çağrısında bulundu.

Pandeminin başladığı 2020 yılından bu yana çıkarılan infaz yasalarıyla çok sayıda adli hükümlü cezaevlerinden tahliye edilirken, siyasi tutsaklar bunun dışında tutuldu. Hasta tutsakların tedavi koşulları sağlanmaz ve tahliye edilmezken, salıverilen adli hükümlüler ise yeni suçların failleri oldu.

İdare ve Gözlem Kurulları

1 Ocak 2021 tarihinde yapılan değişikliklerle cezaevlerinde oluşturulan İdare ve Gözlem Kurulu ise yeni hak ihlallerinin önünü açma ve bir işkence yöntemine dönüştü. Koşullu salıverilme tarihi gelen siyasi hükümlüler, çıkarıldıkları kurul tarafından haklarında verilen “iyi halli değil” raporu gerekçe gösterilerek tahliye edilmiyor. Yine tutsaklara 12 Kasım 2021’de Resmi Gazete’de yayımlanan “Hükümlülerin iyi hal değerlendirmesi objektif esaslara bağlanacak” hükmü yok sayılarak soyut, düşünceye dayalı sorular sorularak pişmanlık dayatılıyor.

İnfaz yakma haf safhada

Siyasi tutsakların tahliyesi İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla engellenirken, yanı sıra tahliye edilen tutsakların infazları yakılıyor. Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan 12 kadın siyasi tutsağın infazı yakılırken, aynı cezaevinde aylar önce tahliye edilen Leyla Saraç, Berivan Gürhan ve Gamze Demirbaş da infazı yakıldığı gerekçesiyle yeniden tutuklandı.

Tahliyelerinden aylar sonra tutuklanan kadınlar: Kürt yazar Leyla Saraç

Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 25 Ekim 2021’de cezasını bitirerek koşullu salıverilme ile tahliye edilen Kürt yazar Leyla Saraç, tahliyesinden 8 ay sonra 14 Haziran’da “9 hücre cezası” olduğu gerekçesiyle hakkında çıkarılan yakalama kararı sonucunda İzmir Havalimanı’nda gözaltında alındı.

Tahliye edilen yazarın 8 ay sonra infazı yakıldı

2015 yılında “örgüte üye olmak” iddiasıyla tutuklanan ve ardından aynı gerekçeyle 7 buçuk yıl hapis cezası alan Leyla, 5 yıl 8 ay tutsak kaldıktan sonra 25 Ekim’de tahliye edildi. Leyla infazının yakılmasının ardından hakkında verilen tutuklama kararıyla İzmir Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.

1 yıl 7 ay cezaevinde kalacak

Leyla, “örgüte üye olmak” iddiasıyla 7 buçuk yıl hapis cezası almış ve 5 yıl 8 ay cezaevinde kalmıştı. İnfazının yakılması ile birlikte Leyla, 1 yıl 7 ay daha cezaevinde kalarak verilen cezanın tamamını infaz edecek.

Gamze Demirbaş

Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 22 Ocak 2022 tarihinde koşullu salıverilme ile tahliye edilen Gamze Demirbaş, 21 Haziran’da Ardahan’daki evinde gözaltına alınarak “infazının yandığı” gerekçesiyle tutuklandı.

Tahliyesinden 5 ay sonra infazı yakıldı

13 Haziran 2016’da Kars’ta üniversite öğrencisi olduğu sırada “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla tutuklanan ve Kars 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 7 yıl 6 ay hapis cezası alan Gamze, önce Kars ardından ise Erzurum E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Ardından 2017 yılının Şubat ayında Bayburt M Tipi Cezaevi’ne sürgün edilen Gamze, 5 yıl 8 ayın ardından 22 Ocak 2022’de koşullu salıverilme ile Bayburt Cezaevi’nden tahliye edildi.

Gamze, tahliyesinden 5 ay sonra 21 Haziran’da yeniden “infazı yakıldığı” iddiasıyla tutuklanarak Ardahan T Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Gamze, infazının yakılmasıyla 1 yıl 10 ay daha cezaevinde kalacak.

Tahliyesinden 2 yıl sonra infazı yakılan Berivan Gürhan

Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nden 11 Temmuz 2020 tarihinde cezasını bitirerek tahliye edilen Berivan Gürhan, 5 Temmuz’da Konya’daki evinin önünden hakkında yakalama kararı olduğu gerekçesiyle polislerce gözaltına alındı. Emniyette işlemleri tamamlanan Berivan, çıkarıldığı adliyede savcılık tarafından “infazının yakıldığı” gerekçesiyle tutuklanarak Konya E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.

2015’te tutuklandı 2020’de serbest bırakıldı

“Örgüte üye olmak” iddiasıyla 3 Kasım 2015’te Siirt’te gözaltına alınan ve 5 Kasım’da tutuklanarak Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen Berivan’a, Siirt 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “örgüt üyeliği” iddiasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. 2017 Şubat ayında Siirt Cezaevi’nden Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürülen Berivan, 11 Temmuz 2020 tarihinde koşullu salıverilme ile tahliye edildi.

Tahliye oldu 2 yıl sonra infazı yakıldı

Konya E Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürülen Berivan, infazının kalan süresi olan 1 yıl 5 ay daha cezaevinde tutulacak.

Cezaevlerinde sistemleşen İdare ve Gözlem Kurulu kararları ile infaz yakmalara ilişkin Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) Hukuk Sorumlusu Ruken Altun değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye’de 384 cezaevi var

Cezaevlerindeki doluluk oranı nedeniyle pandemi sürecinde çıkarılan yasalarla çok sayıda hükümlünün tahliye edildiğini ifade eden Ruken, Türkiye’de son açıklanan rakamlara göre 275 bin 843 kapasiteli açık ve kapalı olmak üzere toplamda 384 cezaevi bulunduğunu söyledi. Ruken, cezaevlerinde 317 bin 368 tutsağın bulunduğunu kaydederek, “Kapasite fazlalığı olarak yüzde 15 mahpus bulunduğunu biliyoruz. Bu anlamda CPT’nin son yayınladığı rapor ile cezaevlerinin aşırı dolu oluşunun işkence ve kötü muamelenin bir parçası olduğunu raporladı. CPT, bu aşırı doluluğun da ciddi insan hakları ihlalini teşkil ettiğini belirtmişti. CPT’nin yayınladığı rapora göre Türkiye’nin Avrupa’nın en kalabalık üçüncü cezaevi olduğu belirtilmişti. CPT, son raporunda Türkiye’nin cezaevindeki kalabalığa ilişkin acilen önlem alması gerektiğini vurgulamıştı” diye belirtti.

‘Siyasi mahpusların tahliye edilmemesi düşman ceza hukuku’

Salgın sürecinin bu kapalı alanları daha da kapalı hale getirerek hak ihlallerinin artmasında ve cezaevlerinde dış dünya ile etkileşim ve iletişim anlamında bir kesilme yarattığını sözlerine ekleyen Ruken, küresel çapta yaşanan pandemi sürecinde dahi tutsaklar anlamında bir suç ayırımı yapıldığının altını çizdi. Ruken, “Siyasi mahpusların tahliye edilmemesini, düşman ceza hukuku anlamında, düşman ve yurttaş ayrımı yapılmasıyla açıklayabilirim. Siyasi mahpusların tahliye edilmemeleri bu anlamda hukuki olarak eşitlik ilkesine, ayrımcılık yasağına ve bu gibi en temel ilkelere aykırılık oluşturmaktadır. Siyasi mahpusların kapsam dışı bırakılmasıyla devletin kendisine muhalefet eden herkese yönelik ekstra bir cezalandırma politikası yürüttüğünü söyleyebilirim” şeklinde konuştu.

‘Mahpuslara pişman olup olmama konusu dayatılmaya başlandı’

1 Ocak 2021 itibariyle yürürlüğe konan İdare ve Gözlem Kurulu’na değinen Ruken, bu değişikliğin 7242 sayılı kanunla getirildiğini belirtti. Bu kanunun “Hükümlülerin değerlendirilmesi ve iyi halin belirlenmesi” başlığında düzenlendiğini aktaran Ruken, 89’ncu maddedeki değişiklikle kanunun yürürlüğe girdiğini ifade etti. Ruken, bu yeni yönetmelikle 2005 tarihli “Gözlem ve Sınıflandırma Merkezi” yönetmeliğinin yürürlükten kaldırıldığını hatırlatarak, “Daha önce sadece disiplin cezası olmaması bir mahpusun iyi halli olması için yeterli kabul ediliyordu. Ancak yeni yönetmelikten sonra kriterler tamamen değiştirildi. Mahpusun içerde yaptığı her hareket değerlendirilmeye tabi tutulmaya başlandı. Mahpuslara pişman olup olmama konusu dayatılmaya başlandı. Keyfi ve bilinçli bir yöntemle mahpusların iyi halli olmadığına ilişkin kararlar verilmeye başlandı. Bu konuda siyasi mahpuslar özelinde sistematikleşmiş bir şekilde İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla iyi halli olmadıklarına dair kararlar verildiğini söyleyebilirim” ifadelerine yer verdi.

‘Mahpusun kütüphaneden kitap alıp almaması tartışılmaya başlandı’

Tutsakların iyi halli olup olmadıklarına yönelik verilen kararların gerekçelerini genellikle absürt şeylerin oluşturduğuna dikkat çeken Ruken, “Örnek verecek olursam mahpusların kullandıkları elektrikten tutun okuduğu kitaba, aile görüşüne kadar birçok husus değerlendirme konusu yapılmaya başlandı. Mahpusun elektrik faturasının yüksek olması, kütüphaneden kitap alıp almaması, burada mahpusun kitap okuyup okumaması değil de kütüphaneden kitap alıp almaması tartışılmaya başlandı. Pişmanlık dayatmalarına karşı mahpusların tavrı da bu anlamda olumsuz kanaate neden olarak gösterilmeye başlandı. Bu şekilde verilen iyi halli olup olmama durumu mahpuslar açısından büyük öneme sahip. Çünkü iyi halli olup olmama durumu ve bu rapor, mahpusun infaz sürecinden tutun da tahliye edilmesine kadar birçok konuda belirleyici olmakta. Örneğin, mahpusun nakil talebi, taziye ve benzeri durumlarda izinli olarak hapishaneden çıkıp çıkamaması, koşullu salıverilme hakkından faydalanıp faydalanamaması gibi birçok önemli hakkını bu iyi halli olup olmamasına bağladı” dedi.

‘Cezaevi idaresi pişmanlık sorgulaması yapamaz’

Tutsaklara soyut ve pişmanlığa dair soruların sorulmasının infaz rejimiyle tutsakların yeniden cezalandırılmak istenmeleriyle açıklanabileceğini ifade eden Ruken, pişmanlık dayatmasına ilişkin idarenin bir yargılama süreci yapma hakkı olmadığını hatırlattı. Ruken, “Ceza Kanunu’nda örgütlü ve siyasi suçlarda etkin pişmanlığı öngören düzenlemeler bulunmakta. Cezaevi idaresi kendisini orada mahkeme yerine koyarak, mahkeme yerine bir pişmanlık belirtisi arama, pişmanlık sorgulaması yapma durumunda olan bir merci değil. Bu konuda bir sorgulama yapma hakkı yoktur. Tüm bu dayatmaların ideolojik saiklerle yapıldığını söyleyebilirim. Hukuki değil, ideolojik dayanakları olduğunu söyleyebilirim” sözlerine yer verdi.

‘İnfaz yakılması siyasi mahpuslar için hazırlanan bir düzenleme’

İnfaz yakılması denilen şeyin koşullu salıverilme kararının geri alınması demek olduğunu vurgulayan Ruken, bunun “Terörle Mücadele Kanunu”nda yer aldığını kaydetti. “Terörle Mücadele Kanunu”nun 17’nci maddesinde geçen, “Disiplin cezası olarak 3 defa hücre hapis cezası almış olan kişiler bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa dahi şartlı salıverilmeden yararlanamazlar” ibaresini hatırlatan Ruken, “3 defa hücre hapis cezası verilmesinin karşılığı olarak da iyi halli olmasının mümkün olmayacağı ifade ediliyor. Siyasi mahpusların infazının yakılmasının gerekçesini bu şekilde oluşturuyorlar. Bu infaz yakılma olayı adli mahpuslar için değil yalnızca siyasi mahpuslar için ‘Terörle Mücadele Kanunu’nda özel düzenlemeyle hazırlanan bir durumdur. Düşman Ceza Hukuku’nun yarattığı bir kanun olan ‘Terörle Mücadele Kanunu’nda hücre cezası verilerek siyasi mahpusların infazı yakılmakta ve bu yeniden cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır. Hapishanelerin idarecileri için yazılmış olan Ceza İnfaz Kurumu Yönetme el kitabı vardır. Burada, hapis cezasının sadece özgürlükten yoksun bırakmayı içereceğini, hapsetme koşullarının asla bir ek cezalandırma olarak kullanılmayacağı ibaresi bulunuyor. Bu temel bir ilke olarak ilan ediliyor. Ancak bu temel ilke kanuni dayanağı olmayan, ayakta ve tek sayım dayatmasını kabul etmeyen Bayburt’taki kadın mahpuslara hücre cezası verilerek infazlarının yakılması, yani tutukluluk hallerinin uzatılması hatta tahliye edilenlerin tekrar yakalanarak tutuklanmalarına neden oldu. Hapishane idarelerinin kendilerini burada mahkeme yerine koyarak ek cezalandırma yoluna gittiğin söyleyebiliriz” sözlerine yer verdi.

‘Kadın mahpusların infazı yakıldı’

Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan siyasi kadın tutsakların ayakta ve askeri nizamda sayım uygulamasını kabul etmedikleri için haklarında verilen hücre cezaları sonucunda infazlarının yakılmasına dikkat çeken Ruken, “Ceza İnfaz Kurumları’nın yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerini İnfazı hakkında bir yönetmelik bulunmakta. Bu yönetmeliğin sayımla ilgili olan maddesinde, ayakta sayım ya da tek sıra halinde sayıma dair herhangi bir düzenleme bulunmamakla beraber son yapılan değişiklikle ‘Arama ve sayımlar sırasında insan onuru ve haysiyetine saygı ile utanma duygusunun ihlal edilmemesi esastır’ diye bir madde eklendi. Mahpuslara askeri nizam şeklinde dayatılan ayakta ve tek sıra halinde sayımı kabul etmedikleri için hücre cezaları almaları ve bu cezalar sonucunda da infazlarının yakılmasının hukuki bir dayanağı bulunmamakta. Çünkü bu sayımlara ilişkin herhangi bir şekil belirtilmemekte. Sadece güvenlik açısından nasıl olacağı veya infaz memurunun daha uygun olarak nasıl sayacağına ilişkin genel bir tanımlama yer almakta. Ama tek sıra, ayakta sayım gibi askeri nizama dair hiçbir şey yer almamaktadır. Sadece bu yüzden bile Bayburt’taki kadın mahpuslara verilen hücre hapis cezalarının hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Kaldı ki hukuki dayanağı bulunmayan hücre hapis cezalarının karşılığında kadın mahpusların hepsinin infazları yakıldı ve gerekçe olarak bu gösterildi” diye belirtti.

Askeri nizamda sayımı kabul etmeyen tutsakların infazı yakıldı

CİSST olarak daha önce ce Bayburt Cezaevi’ne ziyarette bulunduklarını aktaran Ruken, tutsakların kendilerine mektuplar aracılığıyla da başvurular yaptığını belirtti. Bayburt’taki tutsaklarla iletişim halinde olduklarının altını çizen Ruken, “Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi’nde mahpusların aktarımına göre, kendilerine askeri nizamda, tek sıra halinde ve ayakta sayım dayatıldı. Bu uygulama 2017 ve 2018 yılları arasında gerçekleşti. O yıllarda sabah ve akşam vakitlerinde sayım alınıyordu. Ayakta ve tek sıra halinde sayım vermeyen mahpuslara disiplin cezası veriliyor ve yaklaşık iki yıl devam eden bu uygulama sonucunda 12 mahpusa, 10 ile 15 arası hücre cezası verildi. Bize bu aktarıldı. Daha sonra verilen bu hücre cezalarıyla da bu mahpusların infazları yakıldı. Hapishanede bulunan bu mahpusların yanı sıra Bayburt’ta tahliye edilen mahpusların da teker teker infazlarının yakıldığı gerekçe gösterilerek tekrar tutuklandıkları haberleri medyalara yansıdı” dedi.

‘Kadınların maruz kaldıkları ayrımcılık, hapsedilmeleriyle yoğunlaşıyor’

İnfaz yakma olaylarının kadınlar özelinde yürürlüğe girmesi konusunda CİSST olarak özel ihtiyaçlı mahpuslar konusunda çalışmalar yaptıklarını belirten Ruken, “Bu konuda ‘Hapiste kadın’ temalı çalışmalarımız bulunmakta. Kadınların toplum içinde maruz kaldıkları ayrımcılık, hapsedilmeleriyle birlikte yoğunlaşarak devam ediyor. Hapishanelerde kadın mahpuslara uygulanan ayrımcı tutum, dışardaki kadınlara karşı uygulanan ayrımcı tutum ve politikaların devamı niteliğinde. Bu anlamda infaz yakılma durumlarının gündeme geldiğinden beri kadın mahpuslar üzerinden bir süreç ilerlemesinin dikkat çekici bir nokta olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

‘Hapishanelerdeki hak ihlalleri merkezi politikalardan bağımsız değil’

Hem yasal mevzuatta hem de uygulama açısından adli ve siyasi bütün tutsakların yaşadığı hapishanelerde çok fazla sorun olduğunun altını çizen Ruken, genel olarak bütün tutsakların cezaevlerinin fiziki yapısı, barınma koşulları, beslenme, hijyen, sağlığa erişim gibi temel insani yaşam standartlarından yoksun biçimde cezaevlerinde yaşamak zorunda bırakıldıklarını vurguladı. Bu koşulların tutsaklar açısından cezaevindeki yaşamı daha da çekilmez bir hale getirdiğine dikkat çeken Ruken, “Hapishanelerin koşullarının bir de hukuki olmayan, keyfi sebeplerle ‘iyi halli olmamaları’, ‘tek sıra haline girmediler’ gibi gerekçelerle çekilmez hali daha da katlamaya başladılar. Bu şekilde mahpusların tahliyeleri engellenmekte, tahliye edilen mahpuslar tekrar hapishanelerde verilen cezalar gerekçe gösterilerek hapsedilmekte. Bu uygulamalar, adını duyduğumuz birkaç hapishanede başlamış olabilir Bayburt gibi. Ancak yalnızca Bayburt’u ele almamak gerekir. Çünkü hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri hiçbir şekilde merkezi politikalardan bağımsız değil. Bu anlamda yaşanan hak ihlalleri hızla yayılmakta ve diğer hapishanelerde de hızlıca uygulama alanı bulabilmektedir” dedi.

Hukukçular ve insan hakları savunucularına çağrı

Ruken, uygulamaların genelleşmemesi, tutsakların koşullu salıverilme haklarının hukuk dışı merciler tarafından, yani cezaevi idarelerinin keyfi tutumlarına bırakılmaması için hukukçulara, insan hakları savunucularına çok fazla görev düştüğünü aktararak sözlerini şöyle sonlandırdı: “Zaten koşulları ağır olan mahpuslar bu hukuksuz süreçlerin takip edilmesiyle daha fazla yaşanılamaz hale getirilmekte. Hukukçular ve insan hakları savunucuları bu süreçleri takip etmeliler. Mahpuslarla dayanışma içinde hareket etmeliler. Biz bu anlamda CİSST olarak hak ihlaline uğrayan mahpusların haklarını koruma ve onların genişletilmesi için çalışan bir derneğiz. Mahpusların tahliye haklarına yapılan hukuksuz müdahalede de mahpuslarla dayanışma içinde olmaya, sürecin takipçisi olmaya devam edeceğiz.”

Öznur Değer

JINNEWS

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir