Rüzgâra yaslanmak mı çizgiyi aşmak mı? / Cemal Bozkurt

Muktedir ve muhalefet… Çöküş ve yükseliş… Mekanizma birini aşağıya çekip diğerini yükselten bir ters simetri ile çalışmaya devam ediyor.

Muktedir bütünsel bir kriz girdabının içine çökerken, muhalefet hayatın kendiliğinden hareketi sayesinde oluşan rüzgâra yaslanmış yükseliyor. Dip ve zirve noktalarına henüz erişilemedi.

Nesnel açıdan son derece elverişli olanaklar söz konusu; hem devletçi-burjuva hem reformist-düzen içi hem de devrimci muhalefetin etkisini artırabileceği bir dönemdeyiz.

Her türlü kifayetsizliğe karşın devletçi burjuva muhalefetin yolu açıktır; onları bir yana bırakalım ve reformist düzen içi sol muhalefet üzerinde duralım.

TİP, TKP, SOL Parti, EMEP gibi yapılar nesnel olanaklardan azami düzeyde faydalanabilmek için harekete geçtiler. Rüzgârı arkalarına aldıklarının farkındalar. Lakin ufuklarının pratik olarak “muktedirden kurtulmak” ve bunu “düzen içi sınırlara riayet ederek yapmak” ile sınırlı olduğu ortadadır. Sınırlılık, ideolojik nitelikleri ve politik pratik konumlanışlarının doğal sonucudur. Reformizmin evrensel çizgisi olan “burjuvaziye ve düzen muhalefetine yedekleme” eğilimini güncelleyerek devrimin nesnel olanaklarını heba etmeye yönelecekleri neredeyse kesindir.

Nedir bu heba edeceklerine temel olanaklar? Örneğin ekonomik kriz… Vaziyet ortada. Kitleler zam furyalarının ardından yığınsal şekilde ve belki de ömürlerinde hiç deneyimlemedikleri düzeyde yoksullaşırken, diğer yandan muktedir yanlısı bir avuç sermayedarın gasp ve talanla kurumlaşma sürecine şahitlik ediyorlar. Böylece muktedirden zaten nefret edenlerin öfkesi katlanırken, yandaş kitlelerde tarafsızlaşma veya saf değiştirme eğilimleri gelişiyor (yavaş seyrediyor olsa da). Tarihte pek çok defa görüldüğü üzere, burada yoksul kitleler ile yönetici zengin azınlık arasında ekonomik temelde infilak momentine yaklaşan bir gerilim birikiyor.

Reformist düzen içi sol, izlediği politik çizgi ile söz konusu birikmiş gerilimi seçim sandığına kanalize ediyor; “ilk seçimde bunlardan kurtulacağız” havasını egemen kılmaya çalışıyor. Ve muhalefet aynı söylemi daha etkili kullandığı için de reformist çizgi öfkeli kitleleri burjuvazinin yedeğine itiyor. (Keza HDP’nin pratiği de bundan farklı değil. Ancak HDP’yi reformist-düzen içi sol yapılardan ayıran daha köklü bağlamlar ve gerçeklikler var.)

Kuşkusuz her muhalefet dinamiği mevcut hegemonyanın üstesinden gelmek için seçim sandığı da dahil düzen içi taktik, araç, yol ve yöntemleri deneyebilir. Fakat söz konusu reformist düzen içi hareketler nihai kurtuluşu “pratik olarak” seçimlere, düzen içi sınırlara tabi bir çizgiye endekslemişse…

Çok iyi biliyoruz ki böylesi durumlarda gösterdikleri çabalar en nihayetinde burjuva muhalefetini besleyecek, kitlelerin biriken öfkesi seçimler dolayısıyla düzen içi kanallarda yatıştırılacaktır. 12 Eylül 1980 öncesindeki TKP’nin seçimlerde Bülent Ecevit’in CHP‘si için faaliyetler yürüttüğünü hatırlıyoruz. Şimdiki reformizmin çizgisi daha geridir.

Zaten reformist-düzen içi solun ideolojik çizgi ve kültürel kodları da başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet ile örtüşmektedir. Bu da ekonomik krizin yanında, muhalefetin yaslandığı rüzgârı besleyen bir diğer olgudur. Malum; egemenliği boyunca izlediği dinbaz ideolojik çizgi nedeniyle muktedir, modernist kültürü benimsemiş kesimlerin düşmanlığını kazanmayı da başardı(!). Reformist-düzen içi sol da aydınlanmacı meşrebine uygun şekilde buraya sesleniyor. “Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak, gericilikle mücadele etmek, ilericiliğe ve laikliğe sahip çıkmak, modern değerleri aydınlanmaya yükseltmek” gibi Kemalist kodlarla modern-kentli-orta sınıf çevrelerin desteğini kazanmaya çalışıyor.

Reformist-düzen içi solun böylesi bir çizgide seyretmesi burjuva muhalefetin de egemenlerin de işine gelir. Parti programlarında yazan “sosyalizm, komünizm” söylemleri umurlarında bile olmaz. Yeter ki, o çekilmiş çizgileri pratik olarak aşmaya kalkmasınlar.

Burjuvazinin işine gelir, çünkü öfkeleri gittikçe kabaran kitlelerin “aşırı uçlara”, düzen dışı muhalefet kanallarına akmasındansa düzen içi sınırlara tabi kalmalarını yeğlerler. Reformist-düzen içi solun onca zayıflığına rağmen neredeyse HDP’den daha görünür, konuşulur olmayı başarması biraz da bu nedenledir. HDP yetersiz, liberal, devrimci olmayan niteliğine rağmen oligarşik egemenliğin nezdinde “yapı-bozucu” işlevini sürdürmeyi başarırken reformist-düzen içi solun “parlamenter demokrasi mozaiğinin bir rengi” olarak hoş görülmesi boşuna değildir.

Gidişat gösteriyor ki, reformist düzen içi sol bu rüzgârdan faydalanacaktır. Burjuvazi onlara esneklik gösterip yolunu düzleştirecek, medyada görünmelerini sağlayıp mikrofonlarının sesini biraz daha açacaktır. Bunu örgütlenmeye tahvil etmeleri elbette mümkün. Neticede siyasetin rüzgârı yelkeni olan ve su almayan her tekneyi ilerletir, buna şahit olacağız. Reformist-düzen içi solun mitingleri eskisine nazaran daha kalabalık geçecektir, destekçileri artacaktır vesaire… Nihayetinde bu destekleri “gerici muktedirden kurtulmanın aciliyeti” argümanı ile onları son virajda burjuva muhalefetine kanalize edecektir, gücünü oraya yedekleyecektir. Devrim perspektifine göre konumlanıp sınırların dışında bir politik çizgi pratikleştirmeyen reformizmin kaçınılmaz yazgısıdır bu, özellikle de devrimci öncülüğün oluşturulmadığı koşullarda…

Mecazen söyleyecek olursak: Herkesin derdi kendini elbette! Devletçi burjuva muhalefet de reformizm de kendi meşrebine göre hareket etme hak ve özgürlüğüne sahiptir! Onlara kızmanın, öfkelenmenin anlamı ve faydası yok neticede. Çünkü ezilen yığınların kurtuluş mücadelesinin sorumluluğu onların değil devrimcilerin omzundadır. Öyleyse devrimciler de kendi iddia ve niteliklerine denk bir konumlanma ve pratik politika hattına yerleşme, yerleşti ise burayı güçlendirme mecburiyetindedir.

Nesnel bakımdan şartların elverişli olduğunu belirtmiştik. Devrimciler açısından da bu böyle. Ancak iyi biliyoruz ki nesnel olanaklardan istifade edebilmek sürece her anlamda öncülük edebilecek gelişkinlikte bir kurumsallık gerektirir. Göründüğü kadarıyla, devrimci hareketin önündeki en ciddi ve en büyük engel de budur; yani öncülüğün somut bir güç olarak yaratılamamasıdır.

Devrimci yapıların bu ihtiyacını karşılamak adına birleşik bir mücadele hattını örme girişimleri yerinde ve son derece anlamlı da olsa henüz bu performansın yeterli olmadığı, nitelik düzeyi itibarıyla olgunlaşmaya ihtiyaç olduğu belirtilmelidir.

Niteliği olgunlaştırmanın ve performansı arttırmanın birtakım ön koşulları vardır. Bileşenlerin dar grup çıkarları yerine devrimin genel çıkarlarını önceleyen bir anlayışı kültürü kültür kuşanması, gömleğin düğmelerini daha en baştan doğru iliklemeye başlamak açısından önemlidir.

İkincisi; fiili-meşru mücadele çizgisine egemenlerin belirlediği gündemin ve çektiği sınırların ötesine taşımak ile ilgilidir. Örneğin, bizzat egemenlerin kendi koydukları kurallara uymadığı, onları çiğnemekten imtina etmediği koşullarda muktedirin dayattığı sanal sınırlara tabi kalmak devrimci karakter ve iddiaya uymayacağı gibi, aşikâr ki reformizme hizmet eder.

Dolayısıyla fiili-meşru çizgide ısrar kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğu gibi, egemenler ve ezilenler arasında biriken gerilimi en uygun şekilde karşılamanın, kitlelerin ihtiyaç duyduğu umudu ve cüreti aşılamanın yegâne yollarından biridir.

Bir de gündeme yaklaşım meselesi var. Devrimin doğrudan kendi gündemi yerine pratik ve faaliyetleri (tıpkı reformizmin yaptığı gibi) cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerine endekslemek, oy avcılığına odaklanmak en büyük eksikliklerden biri olacaktır. Düzen içi yapılar zaten “seçimleri bekleyin” diyerek kitlelerin öfkesini yatıştırmak için yırtınıyor. Devrimci muhalefet aynı şeyi söylemez elbette, fakat çerçevesini egemenlerin belirlediği yoğunlaştırılmış seçim gündemlerine karşı kendi alternatif argümanlarını daha etkin şekilde kullanmalıdır. Kitlelerin, seçimlerin sıkıntılarına bir an evvel çözüm bulması beklentisi, bu etkinin karşılık bulacağı alandır. Bu açıdan devrimci muhalefetin görünürlüğünü ve etkinliğini “güçlü olduğu” izlemini yaratacak şekilde arttırması en kritik ihtiyaçlardandır.

Her yeni gün, nesnel olanakların perçinlenmesini gerektiriyor. Ekonomik, sosyal… Bütün alanlar için geçerli bu nokta. Derinleşen çelişkiler devrimci müdahalelere alan açıyor. Açlık, yoksulluk, yağma, talan, kadın ve çocuklara zulüm, hayvanlara işkence, çevrenin tahribatı… Bunlar kitlelere devrimci muhalefetin “güçlü olduğu” izlemini yaratacak seçimlere angaje olmaya başlayan kitlelere umut ve cüret aşılama olanaklarıdır, görünürlüğü arttıracak temas noktalarıdır, kapsama imkanıdır.

Ve ayrıca dayanışma! Kitle çalışması büyük lafları insanların kulağına bağırmaktan, gazete ve bildirilerle gözlerine sokmaktan ibaret değildir. İhtiyaç duyduğu sahici umut, kuru vaatler ve güçsüz ajitasyonlarla inşa edilemez. Umudun kitleler nezdinde cılız bir aleve döndüğü şu zor zamanlarda onu canlandırıp yeniden yürekleri ısıtacak hale getirmenin yolu güçlü dayanışmadan geçer. Dayanışma insanlara güven aşılar, yalnız olmadıklarını hatırlatır. Ayrıca kitlelerle içeriden bağ kurmanın ve onları mücadelenin moral ve güç katan değerleri ile donatmanın etkili yollarından biridir. Devrimci muhalefet kitleleri kapsayacaksa onların yaşamsal açıdan zorlandıkları meselelere, geçici kalıcı demeden, örneğin temel ihtiyaçlarını en uygun şekilde temin etmenin organizasyonunu üstlenerek pratik çözümler üretilebilir.

Seçimlere endekslemenin hata olduğu belirtilmişti. Fakat bu, “seçim” diye bir gündemin olmadığını varsaymak, bu gündeme duyarsız ve tarafsız kalmak gerektiği anlamına gelmez. Düzen içi muhalefetin seçimlere angaje olan çizgisi ne kadar sorun ise, seçim gündemini yok sayan, hiçleştiren apolitik sekterlik de o denli sorunludur. Seçimler kitleleri, “dayatılan seçenekler” arasında bir tercih yapmaya, bir tavır almaya sevk eder. İşin gerçeği öyle olmasa da, kitleler seçimler üzerinden geleceklerinin şekilleneceğini düşünürler. Bu atmosfer onların algılarını açar; hayatta olup bitenlere, kimin ne söylediğine ilgili kılar; normal zamanlarda pek de dinlemeyecekleri seslere kulak kesilip dikkate almayacakları fikirlere dikkat etmelerine vesile olur. Devrimci muhalefet açısından kitlelerle temas kurmanın ve görünür olabilmenin doğal imkanları oluşur.

Üçüncüsü; yapılması gerekenlerle ilgilidir. Sol, devrimci çevreleri tehdit eden “beklemeci” halet-i ruhiyeye dikkat çekebilir bu açıdan. Açıkça ifade edilmese de “Nasıl olsa bu süreci yönlendirme gücüne sahip değiliz. Tüm politik dinamikler seçimlere angaje olmuş. Biz de kendimizi seçimler sonrası oluşacak duruma, ortaya çıkacak imkanlara göre hazırlayalım” türü bir atmosfer kendini hissettiriyor. Mücadelenin böylesi bir edilgenliği kaldıramayacağı açıktır. “Bekleme” tavrı; ihtiyaç duyulan o en yakıcı sorun olan özneleşmeyi bilinmez geleceğe erteler, iddia sahiplerini kitlelerden uzaklaştırır, politika sahasının dışına savurur tamamen ve çokça bahsedilen mevcut nesnel olanakların heba edilmesine yol açar. İşte o zaman “atı alan Üsküdar’ı geçer”.

Son olarak sol devrimci geleneğimizin antipatik bir huyunu hatırlatabiliriz: “Bilinç taşıma” aşkıyla yapılan kitle çalışmalarında kendine göre haklı tüm doğruları, uygun yer ve zaman faktörlerini, siyasal faydayı gözetmeksizin kitleye boca etmek gibi “aydınlatıcı(!)” bir geleneğimiz var. Bu dürtü kontrol altına alınmalıdır. Örneğin ajitasyon-propaganda faaliyetlerinin merkezine ağırlıklı olarak burjuva ya da reformist solun teşhirini oturtmak “yapılması gerekenler” arasındadır. Hele kitlelerle iç içe olunduğunda, bütün öfkenin muktedir üzerine yoğunlaştığı koşullarda işi gücü bırakıp muhalefeti taşlamak, “mevcut gerçeklikte” tepki çekmek dışında bir işe yaramayacaktır. Kuşkusuz bu hatırlatmayı yapmak “aman muhalefete toz kondurmayalım” manasına gelmez. Bu, yeri ve zamanı iyi hesaplanması, argümanlarının en uygun şekilde hazırlanıp kullanılması gereken bir ihtiyaçtır. Elbette devrimci muhalefetin politik bir odak olarak şekillendiği, gücünü hissettirdiği ve nesnelliğin de elverişli olduğu hallerde durum değişir.

Tüm bunları (ve elbette daha fazlasını) mücadelenin uzun soluklu seyri ile birlikte ele aldığımızda devrimci hareketin asıl meselesine geri dönmüş olmuyoruz. Çabaları, faaliyetleri nihai zafere yaklaştıracak şekilde anlamlı kılabilmek için önderlik sorununa ağırlık vermek ve pratik politikayı, egemenlerin çizgilerini belirlediği sınırların dışında yürütmek… Nesnel olanaklardan stratejik düzeyde istifade edebilmenin başka bir güzergahı bulunmuyor. Bu da bize yeniden, devrimin birleşik mücadele güçlerine yüklediği sorumlulukları hatırlatıyor.

Cemal Bozkurt – Tekirdağ Hapishanesi, 10 Ocak 2022

UMUT GAZETESİ

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir