İlke, ilkesizlik ve yabancılaşma üzerine

“İlkesiz ve düşüncesiz olan, hiçbir şeyi beceremez.
Ölümü kabul edin ama ilkesizliği asla.„ A.Öcalan
—————

İlkesizliği anlamak için öncelikle ilkeyi tanımlamak gerekir. İlke, ana-temel düşünce, bilgi, inanış ve esas kuraldır. İnsanlara teorik ve pratik faaliyetlerinde yol gösteren genel dayanak noktasıdır. Ahlak eyleminin en yüksek kurallarıdır. Karanlıkta yürüyenin elindeki fener gibi, önünü görmesini ve yürümesini sağlayandır. İlkeli insanın yaşamı da ilkelere göre planlanır ve uygulanır. İlkesiz insanlar hep şuraya buraya sürüklenebilirler. nabza göre şerbet verebilir ve her devrin insanı olabilirler. Huyları ve karakterleri belli değildir, çıkara göre huy ve karakter geliştirirler. Ama bir yandan da manevi olarak yoksullaşırlar, zamanla içi boş bir tenekeye de dönüşebilir ve toplumsal statüleri de sıfırlanabilir. Yani bütün ilkesizlikleriyle ortalıkta biçare kalabilirler. O zaman insani kimlikleri erozyona uğrar. Bunların en büyük korkusu geçim kaynaklarını kaybetme korkusudur. İlkesiz insanlarla basın-yayında, dernek ve partilerde kısacası hayatın her alanında karşılaşmak mümkündür.

İlkesiz insanlar, ilkeli olduklarını ve bir paradigmaya bağlı olduklarını her fırsatta söylerler. İlkesizliklerini ve idareci yaklaşımlarını gizlemek için ilkeleri ustaca kullanırlar. Ama paradigmasına ve onun zırhı olan ilkelerine hakaret eden, halkını soykırımdan geçirmiş bir diktatöre ve onun sistemine bağlılığını ve sevgisini her fırsatta belirten birisini kurumuna davet ederek onure edebilirler. Bunu da “farklı olanları da kucaklıyoruz“ sihirbazlığıyla yaparlar. Çünkü “farklı“ olan belki yarın milletvekili, belediye başkanı vb olabilir. O zaman da ilkesiz olanlar onun makamından yararlanacaktır. Yani ilişkiler karşılıklı yararlanma üzerine kurulur. Bu örnekten de anlaşılmaktadır ki, ilkesizlikle idarecilik arasında kopmaz bağlar bulunmaktadır. İlkesizlerin bir arada yaşayabilmesi, birbirlerini idare etmelerinden kaynaklanmaktadır. Zaman zaman birbirlerini amansız da eleştirebilirler. Ama karşılıklı olarak oturdukları makamların kapılarını da hep açık tutarlar. Çünkü birbirlerini yaşatmak için bu gereklidir. İkesizlerin yaşamında yabancılaşma hakimdir.

Yabancılaşma insanı doğasından kopartır. Yaşam alanı-makam bir para ve “itibar„ kazanma aracına dönüştürmek için kullanılır. Böylece insan kendine, kendi emeğine, paradigmasına, dünyaya ve yaşama yabancılaşmış olur. Bu şekilde yabancılaşmış insanlar, kapitalist moderniteyle mücadele için kurulmuş olan ahlaki politik toplumun demokratik komünal özelliklerini insanlığa yayma amaçlı kurumların içindeki koltuğunda sistemin işleyen çarklarından biri haline gelir. Yani karşı çıkılan sistemin özelliklerini kişiliğinde hakim kılarak, paradigmanın ilkelerini ilkesizliğe kurban eder. Böylece paradigmanın karşısına yabancı bir güç olarak dikilir. İdeoloji çıkarların aracı olarak bir nesneye aktarılmış ve maddeleştirilmiş olur. Hakikat mücadelesi aldığı yarayla kan kaybetmeye başlar. Bütün bu tahribatlarla ilerde olabilecek ağır depremlerin görülmemesini engelleyen perde ise, ilkesizlerin paradigmayı dillerinden düşürmemesidir.

Bu nedenledir ki, yabancılaşmış emeğin insanı kendi dışında nesnelleştirmesine ve bireysel varoluşun aracına dönüştürmesine ilişkin zıtlık görülmek durumundadır. Yoksa, ilkesizlerin yarattığı yabancılaşma giderek daha da güçlenecektir. İlkesizler en çokta devlet kurumlarında ve bu zihniyete dayalı her yerde görülür. Devletin bürokratları makamları için her kılığa girerler. Bunlar rüşvet, yolsuzluk, fuhuş, kadına şiddet ve her alanda tecavüz pratiklerinden de bilinirler. Demokratik kurumlarda ise bu durum devlet kurumlarından farklı işler. Buradaki temel pratk ise, kendini yaşatmak, kariyerini koruma amaçlı idareci yaklaşmak vb tarzlarda ortaya çıkar. Bunlar, “esnemeyen kırılır„ ilkesini ilkesiz yaşamlarına dayanak yapmak için içeriğini çarpıtarak kendi amaçları için kullanırlar. Bunun önüne geçebilmenin temel yollarından biri de ilkeleri ilkesizliğe kurban edenlerin hep aynı yerde (emekliliğini bekleyen memurlar gibi) sabitlenmeleridir. Temel değerlerdeki aşınmaların nedenlerinden biri de bu olmaktadır. Oysa ki, temel değerlere bağlılık köklere bağlılıktır. Bilge insanın da vurguladığı gibi “Bağlılık ne ölmektir, ne de kendini yaşamaktır. Bağlılık, ilkelerden taviz vermemektir.

Özgür KOÇGİRİ

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir