Alevilerin önündeki engel alevi örgütleri mi?

Alevilerin en büyük zaafı özsavunma konusundadır. Alevi örgütlerinin Alevileri dostsuz, yalnız ve korumasız bırakmamaya yoğunlaşması özsavunma’nın bir gereği olmaktadır. Ve hayati önemdedir.

Geçen hafta Alevi örgütleri M.Kemal portresinin önünde ve cami minaresinin de bulunduğu bir resmin olduğu kürsüden Hacı Bektaş’ta bir tutum belgesi açıkladı. Kuşkusuz kemalist Alevilerle bir tartışma içine girmemek için bunu mesele yapmak istemediklerini düşünebiliriz. Ama daha başından bir ilkesizlik sergilediklerini de belirtmek gerekiyor.

Örgütlü mücadeleye ilişkin öz savunma temelinde bir pratik içerisine girip girmeyeceklerini de önümüzdeki süreçte göreceğiz.

Alevi örgütleri ve üyeleri kendilerine yönelik sözlü ve fiili saldırılara karşı büyük bir hararetle kamuoyuna açıklamalar yapmakla yetiniyor. Sonrada eski rutin yaşamlarına geri dönüyor ve unutuyorlar. Unutma kelimesini özellikle vurgulamak gerekiyor. Çünkü unutmayanlar kendini savunacak tedbirler almak için çok ciddi ve acil çalışma içerisinde olurlar. Ama olmuyor-olamıyorlar. Becerilemiyor ya da bu sorumluluktan kaçılıyor.

PEKİ NEDEN? Çünkü öncülükte tıkanma var. Kendi içindeki yetmezliklere, yanlışlara ve eksiklere karşı büyük bir irade ruhu ve inanç konusunda netleşme yaratılamıyor.

İnancı ve mensuplarını yüceltememe ve özgüven sorunu yaşanması durumu var. Milyonlarca Alevi sokaklardan uzak tutuluyor. Alevi kurumları kendi adacıklarını inşa etme derdine düşmüş ve aralarında ciddi bir Aleviler Meclisini dahi kuramıyorlar. Hacı Bektaş’ta ki Çalıştayın ortaklaşmak için herkesin kendi mücadele programıyla bir masa etrafında toplandığı özlenen tabloya bir cevap olması, devletten uzak duran Alevilerin de özlemidir. Bu aynı zamanda ortak tutum yeteneğini göstermede yetersiz kalan Pirleri de ortaklaştıracak ve manevi güçlerini örgütlenmeye yansıtma fırsatını da doğuracaktır.

Yaşanmış soykırım ve gelmekte olan tehlike Alevi örgütleri tarafından görülüyor olsa da buna karşı ciddi bir hazırlığın yapılmadığı görünüyor. Saldırılara karşı basın açıklamaları ve sosyal medya paylaşımlarıyla cılız tepkilerle yetiniliyor. Kürt ulusunun öncüleri dört parça Kürdistan’daki Kürtleri ve Kürdistan’da yaşayan halkların ulusal kongresini kurarak, sözde ve eylemde birlikte hareket etmek için boşuna mı çabalıyor? Çünkü tehlikeyi an be an yaşayarak görüyorlar.

Êzîdîler bunun için kendi özsavunma güçlerini kurdular. Alevileri temsil etme iddiasındaki federasyon ve konfederasyon yöneticilerinin bunlardan dersler ve ödevler çıkartması gerekmez mi? AKP-MHP öncülüklü sömürgeci faşist devletin sokak, mahalle, ilçe, il ve ülke genelinde silahlı birimlerini kurduğu artık aşikâr. Hangi birimlerin nerelere ve nasıl saldıracağına ilişkin planlamasını da yaptıkları anlaşılıyor. Yani aynı mahalle veya sokakta oturan bir Alevi, yarın hiç ummadığı bir komşusunun silahıyla öldürülme tehlikesi altında. Bunlar Maraş’ta yaşanmadı mı? Bir Sünni Müslümanı oğluna kirve yapan Alevi, katliam sırasında oğlunu kirvesine teslim ettiğinde o çocuk kirvesi tarafından öldürülmedi mi? Bütün Aleviler bunları biliyor. Ama çabuk unutuyor ve tedbirlerini almıyor. Fakat ev, araba, yazlık, arsa almak için kan ter içinde çalışıyor. O kötü günler geldiğinde edindiği servet kendisini kurtarabilecek mi? Ya da devlete yanaşarak katliamdan kurtulabilecek mi?

Bütün bunları bilen Alevi kurum yöneticilerinin yaptığı Çalıştay’la yetinilmemesi gerektiği açıktır. Alevilere umut vermek için bu şarttır. Çünkü “UMUT ZAFERDEN DAHA DEĞERLİDİR.” Umudu olmayanların ne zaferi ne inancı, ne ilkesi ve ne de kararlılığı olur . Gelecek konusunda Rıza ya ve ikrara dayalı bir projesi de olamaz.

Hal böyle olunca, ortada kalmış ve netleşmemiş alevileri İran bir taraftan TC Devleti de diğer taraftan daha rahat tuzağına düşürebiliyor, işbirlikçileştirerek bölüyor, T T parçalıyor ve birbirlerine karşıt hale getiriyor. Devletin asimilasyon politikalarına en büyük desteği, (istemeyerekte olsa) pasif, vizyonsuz ve güvensiz öncülükler veriyor. Yıllardır süren bu durumu Alevi örgüt yöneticileri çok iyi biliyor ve konuşarak Alevileri uyarıyor. Yani sadece konuşuyor, tehlikeyi gösteriyor, “korkmuyoruz, bizi yıldıramazsınız” diyerek açıklamalar yapıyor. Ama orada çakılı kalıyorlar. Bunu gören Aleviler de “öncülerine” güven duymayarak, “güzel ve doğru konuşuyorlar ama gereklerini yap(a)mıyorlar. Böyle gelmiş böyle gider” diyerek içe kapanıyorlar. Dileriz Hacı Bektaş’ta yapılan Çalıştay buna bir cevap olur ve biraz olsun umut veren bu gelişmeyi başarılarla taçlandırır ve kendi örgütleri içinde örgütsüz yaşamaya Son verilir.

Bugüne kadar Alevi örgütlerinin en örgütlü tepkileri katliamların anmalarını yapmalarıdır. Yani katledilen erin ardından göz yaşı dökme ve öfkeyi boşaltma eylemi iyi örgütleniyor. Ama arkası getirilemiyor. Yüzbinler aynı anda sokağa akıtılamıyor. Örgüt içindeki örgütsüzlük budur.

Saldırı ve katliamların sorumlusu olan devletten medet umar gibi alevileri katilden adalet bekler hale sokarak, “katiller bulunsun, hukuk işletilsin” diye çağrılarını her yıl tekrarlamak, Alevileri zayıflatıp çaresiz bir beklentiye sokarken, devlete Asimilasyon alanını derinleştirme fırsatını sunuyor. Bu nedenle, mazlum çaresiz, mekan rızasız ve zaman sahipsiz bırakılıyor. Bu gerçeği değiştirmek isteyenlerin çabası da yetersiz kalmaktadır.

Alevi tarihindeki direnişlerin devrimci ruhu yaşatılamamaktahak ve hakikat zor durumda bırakılmaktadır. Bu durum, kendi gerçekliğini göremeyenleri zor günlere hazırlanmakta da gevşek bırakmaktadır.

Yarın yeni Maraşlar yaşandığında “yetiş ya Ali, ya Xızır” demenin de bir faydası ve anlamının olmayacağı zamanlardan geçiyoruz. Aleviler devlet kapısına gitmekten, ondan adalet dilenmekten vazgeçip, çareyi kendi öz gücünü örgütleyip açığa çıkartmakta aramadıkça, giderek kendine yabancılaşarak kendi karşıtına dönüşecektir. Zaten bu süreci de yaşamaktayız. Tehlikeli olan Alevilerin bu duruşu kabullenmeye başlamış olmalarıydı. Çalıştayın bu çaresizliğe çare olma sorumluluğunu taşıdığı da açıktır. Alevi adıyla ama rant ve Asimilasyon odaklı kurulmuş ama Alevilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan derneklerin, vakıfların varlığı da temel bir sorun olmaktadır.

Örgütlenme alanındaki yetmezlikler ve stratejik düşünme yoksunluğunun henüz aşılamaması da diğer bir temel görev olarak ortada durmaktadır.

Bütün bu ve benzeri zaaflar, devletten önce büyük hesaplaşmayı kendi zihniyetinde yapamayanların, uzun soluklu mücadeleyi yürütmede de sorun yaşayacakları açıktır. Problemler sadece basın açıklamaları, anmalar ve kınamalarla çözülmüyor. Sadece bunları yapmanın bedelinin ağır olmaması, yarın ağır bedellerin ödeneceği zamanlarda pasif kalanları veya yol düşkünlerini es geçecekleri anlamına gelmez.

Alevilerin en büyük zaafı özsavunma konusundadır. İnsanın kendi varlık nedenlerini, yaşam haklarını, ahlaki politik toplum olma özellikleri olan demokratik komünal değerlerini yaşamak-korumak-güçlendirmek ve geliştirmektir. Özsavunma, sadece insana özgü değildir. Bütün canlıları kapsar. Kartal pençe ve gagasıyla, kirpi kendi dikenleriyle, yılan zehiriyle, arı iğnesiyle, arslan pençesi ve dişleriyle… kendi canını korurken, beslenmek için de bunları kullanır. İnsanlar ise örgütlenme araçlarıyla bunu yapar. Aslan gibi pençesi ve dişleri olmadığı için, kartal gibi tırnakları ve gagası olmadığından, başka savunma araçlarına ihtiyaç duyar. Özsavunma aynı zamanda ideolojik, kültürel, sanatsal, inançsal değerlerini, örgütlerini, basın yayın organlarını, semahını, cemini, ve bütün yol ve erkânlarını yaşatarak gelecek kuşaklara aktarabilmek için zorunlu bir gerekliliktir. Yani keyfi bir tercih değildir. Bütün bu değerlerin tehlikede olduğu yerlerde zorunlu bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.

Ortadoğu coğrafyasında sömürgeci ve işgalci devletlerin karşısında başka türlü var olunamaz. Kürdistan da ise asla varolunamaz. Herkesin barış ve kardeşlik içinde yaşayabileceği bir “Rıza Şehri”, yani herkesin birbirinden razı olduğu, kimsenin diğerinin hakkına el uzatmadığı bir sistemi isteyenlerle birlikte ortak mücadele etmek tarihin bir emridir. Alevi örgütlerinin Alevileri dostsuz, yalnız ve korumasız bırakmamaya yoğunlaşması da özsavunmanın bir gereği olmaktadır. Ve hayati önemdedir. Çünkü Halklar Önderi Öcalan’ın dediği gibi: Yaşamı kurtarmak, yaşamı anlamlı kılmak, yaşamı güzelleştirmek; yenilemek, su kadar gereklidir. Başarmak, insanın kendine hürmetidir.”

Bu itibarla, Hacı Bektaş’ta tutum belgesini deklere eden örgütleri ciddi, inançlı, dostlarıyla birleşik bir mücadeleye kendi gücünü de katan bir sorumluluk beklemektedir. “HER KUŞ KENDİ SÜRÜSÜYLE UÇAR” özdeyişindeki gibi, dostlarıyla devlet dışı bir mücadeleden yana tavır almak da zorunlu olmaktadır.

Özgür KOÇGİRİ

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir