Yaşam tarzı serbestliği mücadelesi politik özgürlük mücadelesinin temel bir kulvarına, dolaysız bir parçasına dönüşmüş durumda. Politik islamcı yaşam tarzı dayatmasının son bulması ve yaşam tarzı özgürlüğünün kazanılması ancak faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin büyütülmesine ve faşist saray rejiminin yıkılmasına bağlıdır. Dolaysız biçimde politik özgürlüğün kazanılması yani demokratik devrimin sorunudur.
Politik islamcı faşist rejiminin yaşam tarzı, söz, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü ile inanç özgürlüğü etrafındaki faşist baskı ve yasakları gemi azıya almış durumda. Toplumun politik islamcı temelde dönüştürülmesi ve politik özgürlük mücadelesinin engellemesini içeren, seçim sath-ı mailine girerken baskı ve terörü arttırma stratejisini çok net biçimde yansıtan faşist yasaklar birkaç aydır peş peşe devreye giriyor. Uzunca bir süredir zaten Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın sayısız il ve ilçesinde sayısız eylem ve etkinlik sistematik biçimde yasaklanıyor. Son üç dört aylık süreçte de bir dizi sanatçının konseri, “Anadolu Fest”, “Kozlu Müzik Festivali”, “Munzur Kültür ve Doğa Festivali”, “Kazdağı Ekoloji Festivali”, “ODTÜ Uluslararası Bahar Şenliği” ile “ODTÜ Mezuniyet Töreni” ve son olarak da “Zeytinli Rock Festivali” gibi festival ve şenlikler ya yasaklandı ya da baskılarla iptal edilmesi sağlandı. Bunlara tutsak ailelerinin eylemlerinin her seferinde yasaklanmasını, Şenyaşar ailesinin adalet mücadelesinin engellenmesini ve komünist savaşçı Ulaş Alankuş’un Gazi mahallesindeki cenaze töreni, anma ve lokma dağıtımına dönük yasakçı tutumu da ekleyebiliriz.
Burhaniye Kaymakamı İlyas Memiş’in Zeytinli Rock Festivali’nin yasaklanmasına gerekçe olarak sunduğu ve daha önceki yıllara atıf yaparak söylediği “yaşanan güvenlik, asayiş, trafik, çevre sorunları, ortaya çıkan bu tür istenmeyen durumlar dolayısıyla vatandaşlarımız tarafından yapılan yoğun şikayet ve yakınmalar göz önüne alınarak kamu güvenliği ve sağlığı, toplumun huzuru, çevrenin korunması amacıyla uygun görülmemiştir” biçimindeki gerekçeleri aslında tüm yasakların değişmez gerekçesi. Fakat kararların arka planını bir yönüyle en iyi resmeden şey İlim Yayma Cemiyeti’nin Balıkesir Şubesinin festivalin yasaklanmasını istediği, “Alkol, uyuşturucu kullanılıp, fuhuşun aleni şekilde yapılıp, gençlerimizi fesada sürüklediği” şeklindeki gerekçesidir.
Elbette yasakların arka planını sadece bu açıklamıyor. Faşist rejim, toplumun siyasal islamcı dönüşümü amacıyla birlikte güncelde kendisine muhalif güçlerin yan yana gelmesine, o ya da bu biçim altında güç ve moral biriktirmesine, moral üstünlük elde etmesine de izin vermek istemiyor. Bu yaklaşım toplumsal siyasal sorunlarda olduğu gibi konser, festival gibi kültürel etkinliklere de yön veren temel bir yaklaşım. Psikolojik savaşta üstünlüğü ciddiye alıyor, önemli bir mücadele konusu olarak görüyor.
Adeta rutin uygulamalara dönüşen bu faşist yasakların son örneği faşist saray rejiminin Gençlik ve Spor Bakanı ile İçişleri Bakanının imzalarıyla 11 Ağustos tarihinde “Üniversitelerde Güvenlik ve Barınma Tedbirleri” adı altında yayınlanan genelgesi oldu. Genelgede yok yok. Öğrenci gençliğin barınma sorununu tarikat cemaat evleriyle çözümünden, “suç/terör örgütlerinin eleman kazanımlarının engellenmesi, istismar ve provokasyonların önüne geçilmesine yönelik önlemler”e, “Üniversitelerde Huzur ve Güveni Artırma İl Komisyonları”ndan, “terör örgütleri ile iltisaklı olduğu değerlendirilen öğrenci kulüpleri ve kadın platformları gibi illegal yapılanmaların üniversite içindeki yasadışı faaliyetleri takip edilecek ve propaganda çalışmalarına dönebilecek faaliyetlerine izin verilmeyecek”e, “Üniversite ve yurt yerleşkesinde bulunan X-Ray cihazlarının, kapı dedektörlerinin ve güvenlik kamera sistemlerinin yaygınlaştırılması”ndan öğrenci gençliğin örgütlenme özgürlüğünün zapturapt altına alınması anlamına gelen “illegal yapılanmaların stant açma/broşür dağıtma vb. faaliyetlerine izin verilmeyeceği”ne, işbirlikçiliğin yaygınlaştırılmasından istihbarat çalışmasının arttırılmasına kadar bir dizi başlık bu faşist genelgeye yerleştirilmiş. Genelge tam da faşist şeflik rejiminin doğasına ve dönemsel ihtiyaçlarına uygun. Saray rejimi faşist mi otoriter mi, faşizm inşa mı ediliyor inşa edildi mi gibi tartışmalara da yanıt olması bakımından ibretlik bir belge olma özelliği taşıyor.
Görülüyor ki geçen yıllarda öğrenci gençliğin yurtların yetersizliği, ev ve apart kiralarının fahişliği etrafında gelişen barınma sorunu ve kayyum siyasetine karşı geliştirdiği Boğaziçi direnişindeki öncü pratikleri saray rejimini epey korkutmuş. Faşist şef, bu deneyimden bakarak, artan hayat pahalılığının yeni dönemde öğrenci gençlikte özellikle de barınma sorunu etrafında daha da ileri biçimlere bürünebilecek önemli bir mücadele dinamiği açığa çıkartabileceğinden ciddi endişe duyuyor.
2023 seçimlerini kazanmak için elinden geleni ardına koymayacak olan faşist şefin en büyük korkusu gelişebilecek sokak hareketleri. Bunun için paçavra genelgeye “başta barınma konusu olmak üzere sosyal medya üzerinden yapılacak dezenformasyon içerikli provokatif paylaşımlara karşı teyakkuzda olunarak suç unsuru teşkil eden paylaşımları yapanlar hakkında gerekli işlemler yapılacak ve önleyici tedbirler alınacak” vurgusu özel olarak eklenmiş.
Buradan bakınca genelgeyi Boğaziçi direnişinin ve barınma mücadelesi dönemindeki devrimci- demokratik gençlik hareketinin dinamiğini gören, hak talepli mücadeleleri ile devrimci-demokratik örgütlenmelerin gelişimini engellemeye yönelik bir adım olarak görmek zor değil. Elbette genelgenin amacı sadece bununla sınırlı değil. Değişik vurgulardan anlıyoruz ki üniversitelerde faşist, islamcı örgütlenmelerin geliştirilmesi ve yayılması da genelgenin hedeflerinden biri. “Dindar gençlik” hedefine bağlı biçimde toplumsal siyasal yaşama dönük saldırıların gençlik bölüğüne dönük bir sacayağı olarak da görmemiz gerekiyor.
Bu yasakların ve faşist genelgelerin çoğalması bir yandan söz eylem ve örgütlenme özgürlüğünün her türlü kırıntısına karşı artan baskıların istedikleri sonuçları üretememesi, diğer yandan AKP’nin politik islamcı restorasyonunun başarıya ulaşamaması, toplumu bu temelde dönüştürememesi, kitlelerin saray rejimine karşı tepki ve öfkesinin çoğalmasını engelleyememesi zemininde gerçekleşiyor. “Makbul Kürt”, “makbul Alevi”, “makbul kadın”, “makbul genç”, “makbul yurttaş” yaratılamayınca zorbalığın dozu arttırılıyor. Faşist şef Erdoğan’ın “Siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz” sözleri tek tipleştirme ve dönüştürmenin başarıya ulaştırılamadığının doğrudan kabulüdür. Bu ‘kültürel olarak iktidar olamama’ halinden dolayı her türlü yasak ve engelleme, yaşam tarzına dönük her türlü müdahaleyi içeren toplumsal hayatı dinselleştirme zorlaması, giderek daha geniş bir kesimi yaşam tarzı özgürlüğünün savunucusu pozisyonuna getiriyor. Dolayısıyla yaşam tarzı serbestliği mücadelesi de politik özgürlük mücadelesinin temel bir kulvarına, dolaysız bir parçasına dönüşmüş durumda. Bunun doğal sonucu olarak şunu söyleyebiliriz; politik islamcı yaşam tarzı dayatmasının son bulması ve yaşam tarzı özgürlüğünün kazanılması ancak faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin büyütülmesine ve faşist saray rejiminin yıkılmasına bağlıdır. Dolaysız biçimde politik özgürlüğün kazanılması yani demokratik devriminin sorunudur. Bu gerçeklikten bakılırsa yaşam tarzı mücadelesi, tüm bu baskı ve yasaklara karşı mücadele ancak ve ancak işçi sınıfı ve ezilenlerin faşist şeflik rejimine karşı özgürlük mücadelesi ekseninde kurulabilirse faşizmi sarsacak bir etki yaratabilir.
Şüphesiz siyasal rejimin ve toplumsal hayatın dinselleştirilmesi saldırısına karşı verilecek her mücadele, elde edilecek her türlü kazanım anlamlı ve değerlidir. Mücadele istek ve eğilimini güçlendirir. Dolayısıyla bu faşist yasalara, yasaklara, genelgelere karşı mücadeleyi örgütleyip bütün bunları birer paçavraya çevirmek önemli bir görevdir. Bu tip kazanımlar mücadele istek ve eğilimini güçlendireceği gibi faşist rejimi zayıflatıcı ve meşruluk kaybına yol açıcı, mücadele güçleri bakımından da deneyim biriktirici sonuçları olacaktır.
Dolayısıyla, bu faşist baskı ve yasaklara karşı tepki ve öfkesi olan geniş yığınları mücadele mevzilerine çekmek, bu türden her uygulamayı güncel politik mücadelenin konusu haline getirmek devrimci politikanın temel konularında biri olmalıdır. Konser, festival yasaklarından tutalım da faşist genelgelere, cenaze törenlerinin yasaklanmasından tutalım da adalet ve yaşam hakkının savunulmasına, ibadet yerlerine dönük saldırılardan söz eylem ve örgütlenme önündeki her türlü engele kadar çok geniş yelpazede sorunlar etrafında kapsamlı bir politik özgürlük mücadelesi yürütmek, süreğen mücadelelere omuz vermek, sahiplenip büyütmek ve yaymak bugün bakımından politik islamcı faşist şefliğe karşı mücadelenin güncel görevleri arasındadır.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 19 Ağustos tarihli 76. sayı başyazısı.