Asıl Olan / Helena Dersim

2021’yi birkaç gün sonra geride bırakıyoruz. “2021’de ne değişti ne değişmedi” sorusu karşıma dikiliverdi ve bu sorunun ardından ikinci soru geldi: ‘Asıl olan ne’ sorusuyla kendimi birden karanlık tünele itilmiş buldum. 

Biz kadınlar için 2021 fazla kazanımı olmayan, kaybedişi çok olan yıl oldu. Hem de sadece Kürdistan, Türkiyeli kadınlar için değil, dünyada da kadınlar için kaybediş yılı oldu. Kazanılmış birçok hakkın geri alındığı, ilga edildiği bir yıl oldu. Bugün Taliban’ın Afgan kadınlarının erkek olmadan yola çıkamayacaklarına dair yasa çıkardığı haberini okuyunca içim cız etti. 21. yüzyılın çeyreğini geçtik. Modernleşme, çağdaşlaşma, uygarlaşma çağı denildi 21. yüzyıla. Afgan kadınların düşürüldüğü durumuna bakınca “Ey erkek egemenlikçi, modernist patriyarkal sistem bekçileri hani moderniteniz, medeniyetiniz!..” demekten kendimi alamadığım isyan çığlığı içimde patlayıverdi.

Ajitasyon, propaganda, çağrılar her yerde gırla dolaşmakta. Ya öz nerde? Öze neden dokunulmuyor ve biz kadınları tuzağa düşüren çember dışına çıkılmıyor? Afgan kadınların bu duruma düşürülmesi sadece Taliban’a yükleniyor da asıl öz gözlerden saklanmaya çalışılıyor. Saklanmasın, öz görülsün. Öze dokunmalı, çıkış öyle yapılmalıdır. 

Dayanışma çağrıları bu öz bilinçle buluşmadıkça fazla sonuç vermez. O zaman öz olanın kendisi kadının kendini öz savunmalı örgüt inşa etmekten geçiyor ve bundan başka bir seçeneğin seçenek olmadığını kabul etmesi, görmesi gerekiyor. Nasıl ki YPJ kadın ordusuyla DAİŞ’i Rojava’da yendiyse, bugün de kadın her yerde DAİŞ-Taliban ve erkek egemenlikçi sistemler karşısında örgütlenmeli, ordulaşmalıdır. Afgan kadınının öz güç, öz örgüt düzeyine gelmeyişi kadının köleleştirilmesinin başlıca sebebidir. 20 yıl sonra dünyaya medeniyet götürüyorum diyen Batılı erkek egemenlikçi sisteme kanılmasaydı kendini oluş düzeyiyle örgütleyip, örgütlü güçleriyle duruş olmayı başarsaydılar elbet bugünkü tabloya düşmeleri kolay kolay gerçekleşmeyecekti. Bilinir, erkek egemenlikçi iktidarlar kadın özgürlüklerini birer birer almayı hep kendine hedef kılmıştır. Demokrasi, özgürlükler kadına gelince süslü söz olarak hep askıda tutulmak istenmektedir. İşte bir gece sabah kalktığımızda Tayyip “İstanbul Sözleşmesi”ni feshetme hakkını kendinde nasıl görmüşse, erkek egemenlikçi devletler de Tayyipten farklı düşünmüyorlar. Sadece zamanı kolluyorlar, zamanı gelince de ilk yaptıkları/yapacakları kadın lehinde olan tüm özgürlükleri geri almak… Bu onların öncelikli politik hedefleridir.

‘Karılaştırmak’ erkek egemenlikçi iktidar için tek zevk-ü sefadır. 

İşte asıl olan nedir(in) cevabı budur. Bu olmaktadır. 

O zaman erkek egemenlikçi devlet sistemine karşı cinsiyet ekolojik özgürlükçü toplum bilincine sahip olmak, bunun eylemi içinde olmak kadın için tek özgürlükçü seçenektir. Bu bilinçle aklıma gelen birkaç seçeneği siz okurlarımla paylaşabilirim: 1. Eylemci olmalıyız. 2. Kendi cins bilincimizi erkek egemenlikçi efsunlaştırıcı etkiden kurtarmalıyız. 3. Kadın olarak kendi cinsimizi sevmeli, cinsimizle, kendimizle barışık olmalıyız .4. İktidarcı/egemenlikçi erkek karakterin bizlere bulaştırdığı ne varsa söküp içimizden atmalıyız. Bunu başardıkça daha bir özgürlüğe/özgürleşmeye adım attığımız kendiliğinden görülecek ve bu biz kadınlara özgüven kazandıracaktır. 

Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz!”, “Benim bedenim, benim kararım” eylemi içinde olmak doğru rotada yürümektir. Sadece bu da yetmiyor, Enternasyonal kadın birliklerini, inisiyatiflerini çoğaltmalı, erkek egemenlikçi sistem karşısında daha bilinçli duruş içinde olabilmeliyiz. 8 Mart, 25 Kasım günleriyle yetinmemeliyiz. Her gün, her saniye, her dakikayı 25 Kasım’lara, 8 Mart’lara dönüştürmeliyiz. Ancak böyle yaparsak erkek egemenlikçi devletli sistem karşısında bir çıkış yapabiliriz.

Hiç kimse kadına güzellemeler yapmasın. Kadın cins bilincine öncelikle herkes saygılı davransın. Kadını kadın olarak kabul etsin.

Kadına yapılan güzellemeler, erkek egemenlikçi sistemin özel savaş tuzağıdır, kâr marjından başka bir şey düşünmeyenlerin yöntemidir. Aşk nağmeleri, edebiyat türevleri, sinema, sanat, güzellik, estetik… hepsi ama hepsi, kadını kendisi olmaktan çıkarma amaçlı özel savaş araçlarından başka bir şey değildir Özel savaşın kadını güzelleme, manipüle araçları öz be öz vuruştur, öldürmedir, katlediliştir. Sadece “şu erkek şu kadını öldürdü” demek çok çok demagojik aldatıcı bir örtüden ibarettir. 

O zaman çıkış belidir. Kadın ilk önce kendisi olmalıdır. Kendisi olmakla çıkış yapmalıdır. Kadının duygusal analitik zekâsı, erkek analitik zekâ ile bilinçli ideolojik mücadele içinde olmalıdır. Kadının ulusu, devleti yoktur. Ulus devletli toplumlar içinde kadın ezilen sömürülen cinstir, ulustur. ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ denilen hak, ilk önce kadın için kabul edilmelidir. Ayrılma hakkını tanıma, kabul etme yerine herkes ama herkes kadının ezilen uluslu devletler içinde ezilen cins ulusu olduğu idrakine varmalıdır. Bu idrake varırsa işte o zaman kadın doğru anlaşılır, anlamaya yakın duruş içine girilmiş olunur.

Kadınız, sığınılanız, anneyiz, erkeğin karısıyız, ulusların vatanıyız, namus adına ahlak bekçiliğinde timsaliz. Ama tüm bunlar içinde bir kendimiz değiliz. O zaman bunların hepsini bir tarafa atıp kendimiz olmalıyız. Kendimiz olmadıkça da hep ‘karılaşan kadın’ olmaktan çıkmayacağımız da kesindir.

Dağınık oldu. İçimden geldiği gibi öylesine yazdım, gittim. Okuyucularımın bu karmaşık yazı içinde sadece beni anlamalarını bekliyorum. Yazıma nokta koymadan önce 2022 özgürleşen kadın, özgürleşen toplum yıllı olsun diyorum.