Belki Türkiye egemenlik sistemi karşıtını yok ederek, kendini inşa eden tek ulus devlet durumdadır. Böyle bir devlet karşıtı üzerine ayaktadır. Bertaraf etmek politik, ideolojik çizgisidir. Kendi içindeki farklılıklara tahammüllü yoktur. Çünkü farklılıkları tehlikeli görür. Tehlikesini de ‘iç düşman, dış düşman(la)’ şeklinde ifade eder. Bu ifade ile ırkçı tekçi kıyımcı devlet gerçeğini örtbas eder ve bu sözü ideolojik zemin yapar. Katliamcılığı da yanına kar kalır. Mesela 100 yıllık TC ulus-devlet kıyıcılığını, katliamcılığını ‘iç, dış düşman’ olarak yutturmaya çalışmıştır. Aralık ayının son günleri içindeyiz. Maraş, cezaevleri, Roboski katliamların anmalarını yapmaktayız. Bu anmalar vicdanlı insanların yüreğinde, bilincinde doğru bakışa kısmi olarak götürse de, kitlelerin bilinciyle tam buluşmadığı da ortadadır. Devletin manipülesi altında ırkçı, faşist etkilenmenin hiç de az olmadığı aşikârdır.
Peki, böyle bir gerçek karşısında egemen ulusun solcusu, devrimcisi, demokratı, aydını nasıl bir tutum içindedir ki, devletin bu yaptıkları hep yanında kar kalmaktadır, kalmaya devam etmektedir? Bir kere egemen ulus aydınlarının, demokratlarının devrimcilerinin bu kıyıcılıkta kendi paylarını görmeleri gerekiyor. TC kuruluşundan itibaren aldatıcı bir tutumla kendini inşa etmiş ve şoven, sosyal şoven tutumlarla egemen ulusun devrimcileri, ilericileri, aydınları, demokratları destekler duruma düşmüşlerdir.
Kürdistan meselesine bakışta halâ hatalı oluşları en başta buna örnektir. Sadece Kürdistan meselesinde de değil, kendi geçmiş demokratik devrimci bakışlarında da devletin ideolojik manipüle özel savaş araçlarından arınmış değiller. M. Suphi ve 15’lerin Karadeniz’de boğdurulmasından tutalım ‘ zayıf halka’ teorisinin aldatıcılığı içinde hala M. Kemal’i devrimci görme, kurduğu ulusu devrimci görme de aşılmış değildir. M. Kemal’in kurduğu cumhuriyetin devrimciliğine atfen ve güvenle M. Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz sularında boğdurulması, Keza Sex Sait, Seyit Rıza katliamlarını “ilericilik, gericilik” ‘dış güçlerin kışkırtması’ yaftasına olan inanç ikna ile geçmişe bakılmaya devam edilmektedir. Böylelikle Suphilerin, bir halkın katliamını makul, mazur görmekteler. Irkçı şoven ideolojiyle yemlenebilmekteler. Dikkat edilirse tüm bu katliamlar gerçekliğinde yatan tek şey ‘iç-dış düşman’ ve ‘bizim devletimizi yok etmeye çalışan düşman’ edebiyatının ırkçı faşist devleti ayakta tuttuğu gerçekliğin değişmezliğidir. ’68 gençlik hareketi az da olsa bu inanca darbe vursa da, devamcıları aynı bakışla devam edemediğinde şoven, sosyal şoven etkiye düşmekten kurtulmamışlardır.
1968 kuşağı dünyada bir devrim dalgası yarattığı gibi, Türkiye gençliğinde de etki yapmış ve devrimci çıkışa yol açmıştı. İ. Kaypakkaya bizzat devrim programında Kürt sorunu ve ayrılma hakkını koymuştur. Keza M. Çayan “Kürtler vardır, Kürtlerin hakları verilmelidir” demiştir. Deniz Gezmiş’in son sözleri “Yaşasın Kürt Türk halkların kardeşliği! olmuştur. İşte bu çıkış ardılları tarafından tam devam ettirilmemiş, Türkiye devrimci hareketleri için talihsizlik olmuştur. Türkiye devrimci hareketleri Kürdistan olgusuna doğru yaklaşmadıkları gibi, kendi sınıf, cins, din, azınlık, ulus çıkış bakışında da yanılgılara düşmekten kurtulamamışlardır. Bu yanılgı 1970 devrimciliği sonrası 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin taşlarını örmesine fırsat vermiştir.12 Eylül olduktan sonra doğru dersler çıkarılamaz mıydı? Çıkarılabilirdi. Ancak çıkarılamadı.12 Eylül sonrası ortak devrim cephesinde buluşulamadı. 70 gençlik önderleri aydınlık ve net bakışına sahip olsaydı belki bir çıkış sansı yakalanabilinirdi. Ama ardılları bu bakıştan uzaklaşmışlardı, şovenizmin önemli etkisindeydiler. Bu etki nedeniyledir ki, Kürt kırımının dünü ve bugününü kendi devrimci tarihileriyle doğru bağdaştıramadılar, ortak devrim çıkışı birlikteliğine dönüştüremediler. Devlette hesap soran düzeydeki bir çıkışa bu sebeple cevap olamadılar.
Bugün de aynı sancıları yaşıyoruz. Egemen ulus devrimcilerinin, bu tarihi dokuyu halâ doğru kavradıklarını sanmıyoruz. Kürdistan özgürlük mücadelesini tek başınalık içinde ele alışlarından kurtulmuş değiller. Halâ Kürdistan özgürlük mücadelesine devletin ayrılıkçı zihniyeti içinde bakabilmekteler. Kürtlerin hayati taleplerine karşı mesafeli, duyarsızlık içine düşebilmekteler. Kürtler ‘hâkim olmasın’ ‘Biz Olalım’ gibi gizli egemen olma küçük burjuva iktidarcılığı aşılmış değildir. Böyle bir mantık mesafe yaratıyor. Güvensizliğe sebep oluyor. Karşılıklı zıtlaşmaya götürüyor. Bunu görme yerine Kürdü eleştirmek Türkiyeli devrimci, ilerici, demokratları için daha kolay gelmektedir. Halihazırda BMG de bu durumu tam aşmış değil, bunun etkisi içindedir. Hâlbuki BMG, yalın ifadeyle şovenizmi içinde kırmış, Kürt devrimcilerini, yurtseverlerini kabul eden devrimci örgütler toplamı görünmektedir. Ama hiç de görünenle pratik uyum içinde değildir. Yaslanma, yaslanarak çıkış yapma durumu oldukça öndedir. Özgüç, birlikte güç, ortak çıkış yapmak çoğu zaman tekil örgütsel alışkanlıklara takılıvermektedir. Öyle bir şey ki hem severim hem döverim sevgi sevgisizliği aynı anda yaşanmaktadır. Ne yardan ne serden vazgeçerim ikilemini yaşamaktadır. Böyle oluşu devlet faşizmi karşısında yekpare öncü çıkış yapmamasında temel olumsuz etkendir. Neden BMG öncü olamıyor(un) sorunsallığını burada aramak gerek.
Özetle BMG BMG olacaksa Türk ulus devletinin kıyımcı politikasını sadece kabul eden değil, Kürt özgürlük mücadelesinin haklı acil taleplerini kendi mücadele aracı haline getirmesi gerekir. Kürt halk önderi ‘Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü Kürdistan’ın özgürlüğüdür’ sözünü kişisel almamaları gerekir. Kürt halkının A. Öcalan’ın özgürlük mücadelesine omuz vermeleri gerekir. Yani kendilerini Kürdistan özgürlük mücadelesi talepleri karşısında sadeleştirmeleri gerekir. Bu sadeleştirme olmazsa, Kürtlerin Türkiye devrimcilerine, demokratlarına, ilericilerine, aydınlarına güven duyacağını kimse beklememelidir.
Kürdistan Özgürlük mücadelesi Türkiyeli devrimcilerle yoldaşlaşmanın her türlü adımını atmıştır. O zaman iş o ki, Türkiyeli devrimcilerin, aydınların, demokratların, ilericilerin kendi anlam dünyalarından çıkmalarına ihtiyaç vardır. Kürdistan Özgürlük mücadelesinin anlam dünyasını algılamaya, empati etmeye ihtiyaç vardır. Bu doğruya gelindiği anda ‘faşizmi yıkma, özgürlüğü kazanma’ mücadelesinin kitlelerle daha kolay buluşacağı kesindir. Bu kesinliğe varıldığında, işte o zaman BMG, kıyımcı ulus devletin hesabını doğru soran/soracak olan seviyeye gelinmiş olacak ve halkların demokratik ittifaklaşması, iktidarlaşma yoluna giriş yapmış olacaktır.