Birleşik Mücadele Güçleri’nin fiili meşru mücadele sahasında birleşik devrimci bir politik öncülük misyonu yüklenerek doğduğu biliniyor. Bu misyonun sınav yeri, cisimleşip gerçekleşme düzlemiyse, hiç kuşkusuz, fiili meşru mücadele sahasında emekçilerin ve ezilenlerin bütün hareketlerini faşist saray rejimini yıkma ve politik özgürlüğü kazanma amacına, birleşik devrim hedefine yöneltme politikası ve pratiğidir.
Bunu, başlıca politik kuvvetlerin güncel dizilimine bakarak, bir basamak daha somutlaştıralım. Faşist şef Erdoğan’ın sandıktan mutlaka muzaffer çıkacağı bir seçim oyununu iç savaşı da göze alarak hazırlamaya yöneldiği, Millet İttifakı’nın faşist saray rejiminin ilk seçimde kolayca son bulacağı hayalini doludizgin yaydığı, demokratik kesimler arasında bu ham hayalin etkisinin gitgide arttığı, emekçi sol hareket içindeyse yasalcı-seçimci politik duruşun ve burjuva muhalefetle uzlaşma arayışının hayli etkin olduğu bugünkü politik tabloda, devrimci stratejinin veya daha dolaysız bir ifadeyle faşist saray rejimini yıkma yolunun en yaşamsal sorunu, halklarımızın devrimci-demokratik seçeneğinin görünür, etkili ve ulaşılabilir adresi olan devrimci bir politik çekim merkezinden yoksunluktur.
BMG, fiili meşru mücadele sahasında işte bu yoksunluğun giderilmesinin, birleşik devrimci bir politik merkez oluşmasının kritik bir imkanıdır. Faşist saray rejimine karşı mücadele seçim kesitine sıkışmayacaksa ve burjuva muhalefete takılmayacaksa, emekçilerin ve ezilenlerin tüm demokratik tepkileri Erdoğan şefliğindeki sömürgeci faşizmi yıkma potasında birleşecekse, bunun gerçekleşmesi için halihazırdaki ortak politik katalizör adayı Birleşik Mücadele Güçleri’dir. Çünkü ortak mücadeleyi geliştirme pratiğine veya en azından söylemine sahip diğer birleşik formlardan hiçbirinin faşizmi yıkma, faşizme karşı mücadeleyi halkçı demokratik bir devrime yöneltme ortak görüş açısı ve iddiası olmadığı ortadadır.
Bu nedenledir ki, Birleşik Mücadele Güçleri, belirli devrimci kuvvetlerin süreğen eylem birliğinden ibaret bir oluşum değildir. Onun politik rolü ve varoluş tarzı, emekçiler ve ezilenler için halkçı demokratik birer toplanma alanı olan HDP ve HDK gibi de değildir.
Birleşik Mücadele Güçleri’nin söz konusu politik misyonuna ve iddiasına uygun bir politik-pratik gelişim hattında ilerlemekte olağanüstü zorlanma yaşıyor olması elbette onun çelişkisidir. Buradaki çelişkiyi çözme hamleleri ise, bir bakıma, Birleşik Mücadele Güçleri’ni meydana getiren politik öznelerin faşist saray rejimine karşı birleşik devrimin zaferini hazırlama bilinçleri ve iradeleriyle özdeşlik gösterecektir.
Belirtilen olağanüstü zorlanma halinden çıkış, her şeyden önce, birleşik politik öncülük misyonunun ve iddiasının Birleşik Mücadele Güçleri’ni oluşturan politik öznelerin bütün kuvvetlerince kavranmasını ve sindirilmesini mutlaka sağlamayı gerektirir. Pratikte gözlemlenebilir olan devrimci özgüven çıtasındaki düşüklüğe de, birleşik eylemselliğe güç seferberliğindeki tutukluğa da etkili bir müdahale demektir bu.
Devamla, Birleşik Mücadele Güçleri, devrimci hareketimizin eski dönemlerine özgü grupçu politika tarzının izleriyle her düzeyde hesaplaşmak, devrimci yoldaşlaşmayı ete kemiğe büründürmek zorundadır. Zira grupçu politika tarzı, Birleşik Mücadele Güçleri için, yalnızca dışsal bir basınç değil, aynı zamanda içsel bir direnç noktasıdır. Buradaki devrimci yoldaşlaşma, ortak politik hedeflerde birleşen politik öznelerin politik gündemlerini ve önceliklerini de buluşturmalarına, her birinin kendi politik çalışmalarının ve eylemlerinin örneğin yarısını birleşik formda gerçekleştirmesine, kendi kurumlarından bazılarını yerine göre birleşik mücadele büroları gibi işletmesine değin uzanır. Keza bu, birleşik formda örgütlülüğün doğrudan bulunmadığı bir alanda çalışması olan bir politik öznenin orada Birleşik Mücadele Güçleri’ni temsil etme sorumluluğunu bizzat sergilemesini de kapsar.
Birleşik Mücadele Güçleri, kendine has politik misyonunu ve iddiasını, yani “başkalarından farklı” olduğunu, ancak ve yalnızca politik pratiğiyle ortaya koyabilir. Bu, Birleşik Mücadele Güçleri’nin hem her düzeydeki ortak örgütlülükleri açısından, hem de tek tek oluşturucu politik özneleri açısından, onun önüne olabildiğince az politik-pratik görev koyma, onu vasat biçimlerde idare etme yaklaşımından kesinkes kopmayı şart koşar. Ama bu, çok daha fazlasına, fiili meşru mücadele tarzının çeşitliliği daralmış, sıradanlaşarak etkisizleşmiş biçimlerinin iradi olarak ötesine geçmeye ihtiyaç duyar.
Belli kent merkezlerinde alışılagelen tipte basın açıklamalarıyla veya işçi direnişlerini dayanışma ziyaretleriyle yetinildiğinde, birleşik devrimci öncülüğün “başkalarından farklı” olduğunu ortaya koymak, ama daha da önemlisi, antifaşist kitleleri daha yüksek mücadele biçimlerine yöneltmek, mesela antifaşist özsavunmayı yaygınlaştırmak, mesela bir genel grev genel direnişe, birleşik halk direnişine sıçramak, hasılı antifaşist kitle hareketinin savunmadan saldırıya geçişini hazırlamak nasıl mümkün olabilir ki?! Bunları mümkün kılmanın yolu, devrimci hareketimiz bakımından da bir ideolojik-politik nitelik kemirgenine dönüşmüş olan “yasal devrimcilik” zihniyetini, üstelik de faşist saray diktatörlüğünün alabildiğine budamış olduğu bugünkü yasallık çerçevesine sıkışmışlığı dosdoğru reddetmekten, sömürgeci faşizmle daha sert bir mücadelenin bedellerini göğüslemekte tereddütsüz davranmaktan geçer.
Bu, Amasra madenci katliamı olduğunda, sermayeci ve kan emici saray faşizmine karşı çalışma bakanlığının bir ofisini işgal etmek, belirli bir işçi havzasına kuvvet yığarak öfkeli bir protesto geliştirmek, emekçi mahallelerinde kepenk ve kontak kapatma eylemleri örgütleyip birleşik gösteriler düzenlemek, bu türden varoş gösterilerinin bazılarını mahallenin bitişiğindeki ana artelde bir süreliğine trafiği kesmeye yöneltmek demektir. Şebnem hoca faşist sömürgeciliğin Kürt özgürlük gerillalarını kimyasal silahla katletmesine karşı cesaretle sesini yükseltmesinin bedelini tutuklanarak ödediğinde, o sesin emekçi mahallelerinden tekrar tekrar yükselmesini sağlamak, bunun için varoş gençliğini militan şimşek eylemlere ve hatta kısa süreliğine bile olsa barikat kurma pratiklerine sevk etmek demektir. Dizginsizce tırmanan faşist devlet terörü ve sivil faşist saldırganlık karşısında, belki devrimci-demokratik kuvvetler bakımından en elverişli birkaç noktadan başlayarak, antifaşist özsavunma hazırlıklarına ve uygulamalarına başlamak demektir bu.
Bütün bunlar yarının değil, bugünün işleridir. Hazır kuvvetlerin sınırlılığı devrimci iradeyi pratikte konuşturmanın, devrimci imkanları değerlendirmeye girişmenin prangası sayılamaz. Önemli olan, risksizi, kolayı ve alışılageleni düşünmek yerine, faşizme karşı direnişi hakikaten geliştirecek biçimleri aramaktır. Birleşik Mücadele Güçleri, politik kitle çalışmasını ve ajitasyonunu politik eylemin böylesi daha etkili biçimleriyle buluşturdukça, kendi birleşik gelişim yolunu açacaktır. Burada özellikle, faşist saray diktatörlüğü basbayağı göze aldığı bir iç savaşa göre hazırlık yaparken, birleşik antifaşist direnişin bazı alanları tutmayı başarmasının, Birleşik Mücadele Güçleri’nin bunun için çalışmasını ve örgütlenmesini büyük kentlerin belirli emekçi mahallelerinde bugünden yoğunlaştırmasının taşıyacağı kritik öneme dikkat çekilebilir.
Birleşik Mücadele Güçleri, şimdi “tek yol birleşik devrim” parolasını temel alan yeni bir politik kampanyaya başlarken, bu kampanya sayesinde hem kendi birleşik örgütlenmesini yayıp güçlendirme, hem de öncü politik mücadele tarzını cisimleştirme sorumluluğuyla yüz yüzedir.
“Tek yol birleşik devrim” şiarı emekçiler ve ezilenler arasında ajitasyonda ve eylemde ne denli yankılanırsa, fiili meşru mücadele sahasında reel bir devrimci birleşik politik odak yaratmanın adımları ne denli atılırsa, faşist saray rejimini alaşağı etmenin imkanları o denli dokunulur hale gelecek, antifaşist mücadele potansiyelinin burjuva muhalefetin peşinde heba olması o denli önlenecek, Türkiye emekçi sol hareketinin çeşitli bileşenleri o denli ileri itilecektir.