Aralık ayına, burjuva muhalefetin “başarı” hanesi için kullanılması düşünülen iki konu damgasını vurdu. Bunlardan ilki CHP’nin vizyon belgesiydi diğeri de CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na Yüksek Seçim Kurulu’na hakaret ettiği gibi uyduruk bir gerekçeyle hapis cezası verilmesiydi.
Kılıçdaroğlu’nun, 5 Aralık’ta büyük bir tantanayla deklare ettiği “vizyon belgesi” Kemal Derviş’in neoliberal dönüşüm programının güncellenmesinden başka bir anlam taşımıyordu. Türkiye halklarının bugünkü cehennemi çalışma ve yaşam koşullarının mayalanışı 19 Aralık hapishane katliamı sonrasında, sermayenin çıkarlarını başa yazan neoliberal dönüşüm programı toplum üzerine kabus gibi çökmüştü. Siz bakmayın yeni vizyon belgesinin Kemal Kılıçdaroğlu tarafından “Türkiye’nin ekonomik krizden 6 ayda nasıl çıkacağı”nın anahtarını sunuyor diye lanse edilmesine. Gerçekte bu program, çok yönlü krizin pençesinde kıvranan halkların ağzına bir parmak bal çalmayı iş edinmiş burjuvazinin TÜSİD kriterleri ekseninde güya düzeltilmiş bir sömürü programıdır. Ortalıkta “vizyon”lar, “yüz yıl”lar uçuşurken, işçi ve emekçiler lehine hiçbir somut adım yoktu; özgürlüklerinden yoksun bırakılmış, silah ve zor yoluyla bastırılmış Kürt halkı başta olmak üzere geniş emekçi yığınların gözünü boyamak hedefleniyordu.
Gelin görün ki, pembe tabloların ömrü sadece 10 gün sürdü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verildi. Saraçhane mitingi, 6 masanın gösteri alanına çevrildi. Sokağın yasaklanıp hedef olarak sandığın gösterildiği yerde muhalefet kitlelerin öfkesini yine, “hükümet istifa” sloganıyla sınırlama yoluna gitti.
Bütün plan ve programını sandığa göre yapanlara faşist rejim İmamoğlu kararıyla çok net bir mesaj vermişti aslında: Seçim ancak benim çizdiğim sınırlarda, benim koyduğum kurallarla, hatta benim istediğim adaylarla olur!
Reformist cenahın da soluğu Saraçhane’de aldığını atlamamak gerek. Reformistler bununla da kalmadı, kürsüye çağrılmamış olmalarından hareketle “Bu saldırı 16 milyonadır, o kürsüde sadece 6’lı masaya yer verilmesi hatalıdır” gibi bir propagandanın konusu yapabildiler.
Kürt illerinde yüzde 60-70 oy alarak seçilmiş belediye başkanları tutuklanıp, belediyelere kayyımlar üzerinden çökülürken bırakın karşı çıkmayı zımnen destek veren burjuva muhalefet temsilcileri, bugün sıranın kendilerine geldiğinin farkında bile değil.
*
CHP ve altılı masa kan kaybediyordu. Bu karar İmamoğlu şahsında 6’lı masanın kan kaybını tersine çevirdi, onlara doping oldu. Tayyip Erdoğan’ın uzun süre sömürdüğü “mağduriyet” görünümünü 6’lı masa ele geçirdi. Fakat bu karar bir yanıyla da 6’lı masa içerisinde Cumhurbaşkanı adayının kim olacağına dair çekişmeleri yeni bir düzleme sıçrattı. Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini ve silikliğini bahane ederek onun yerine İmamoğlu ya da MHP eskisi Mansur Yavaş’ı aday göstermek isteyenleri cesaretlendirdi.
Mahkemenin sonuçlanacağı gün Kılıçdaroğlu’nun ne amaçla gittiği belirsiz Almanya gezisinde olması, yengeç sepetine dönmüş olan 6’lı masa ve CHP içinde hasımlarının eline ikinci bir koz verdi. Tabii bu arada ülke yönetmeye aday olan Kılıçdaroğlu ve CHP kurmaylarının süreçleri okuma konusundaki siyasi körlükleri, bu olayda da kendini gösterdi.
*
Tayyip Erdoğan ve AKP şürekasının İstanbul Belediyesi’ni kaybetmiş olmanın kuyruk acısı yanında popülist şöhretinden dolayı karşılarına rakip olarak çıkmasından çekindikleri İmamoğlu hakkında verilen kararın saçmalığı ortada. Ne var ki bu gerçek, İmamoğlu’nun her kalıba girebilen oportünist bir siyasetçi olarak zaaflarını görmemizi engellememeli. Yani Tayyip Erdoğan’ın yükseliş sürecinde tepe tepe sömürdüğü “mağduriyet” demagojisinin tuzağına ikinci kez düşmemek gerekiyor!
İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlığı’na sadece CHP tabanı ve Tayyip karşıtı burjuva muhalefetin desteğiyle seçilmedi. İstanbul’da AKP ve CHP dışındaki bütün burjuva düzen partilerinin toplamından daha fazla seçmene sahip Kürt oylarını alamamış olsaydı seçilemezdi. Bu anlamda İmamoğlu ve destekçileri o başarıyı Kürt oylarına borçlular! Fakat bugüne kadar İYİ Parti destekçisi MHP’li faşistlerden Saadet Partisi’ni destekleyen İslamcılara kadar herkese her seferinde teşekkür edip ihaleler dağıtan İmamoğlu Kürtlere olan borcunun sözünü bir gün bile etmedi. Mustafa Kemal’in tetikçisi Topal Osman’ı bile minnetle andı. Türk şovenizmine ve kimi tarikatlara her fırsatta göz kırptı. Türk basınının en kirli ve şaibeli isimleri arasında yer alan Ertuğrul Özkök’ten Nagihan Alçı’ya kadar bütün yaşayan ölülere el uzattı. Çizdiği bu profille Ekrem İmamoğlu aslında Türk devletinin resmi ideolojisi sınırları içinde her kılığa girebilecek belkemiksiz oportünist bir politikacı olduğunu sergiledi. İmamoğlu’na bakarken onun bu yüzünü gözden kaçırmamalıyız.
Bizim derdimiz düzen seçenekleri içinde ehven olanı aramak değil, çelişkilerin her açıdan keskinleştiği bu koşullarda onları derinleştirecek, yönünü sandığa değil sokağa döndürecek bir yaklaşımı kitleselleştirmektir.