Hepimiz Aynı Gemide miyiz?/ Ümit Bakır

Yaklaşan seçimlerle birlikte güncel siyasetin tansiyonu her gün daha da yükseliyor. Kesin ve mutabık olunan tek şey, AKP/MHP iktidarının geniş kesimlere anlatacak bir hikayesinin artık olmadığı.

Dün Kürt Sorunu, Alevi Açılımı, 12 Eylül’le Hesaplaşma, AB mutabakat sürecinin tam üyelikle sonlandırılması gibi oldukça geniş bir yelpazeyi ilgilendiren, siyasal İslamcılara taraf olmasa bile “dur bakalım ne olacak” diye izle-gör pozisyonunda kalınan dönem çoktan bitti. Ekonomik kriz, Kürt Savaşı bu iktidarın da sonunu getirdi. Artık “jelibon rezervleri” gibi komedilerle ile günlük siyaseti yürütmeye çalışmaktalar.

Türkiye ve Kürdistan’da tabandan gelişen halk muhalefeti egemen sınıfları her zaman korkutmuştur. 12 Eylül öncesi Sosyalist Örgütlerde karşılığını bulan bu halk muhalefetinin dışa bağımlılık ilişkileri ve yerel gericiliği alt edip kurumsallaşması potansiyeli karşısında Kemalistler ve İslamcılar koşulsuz şartsız bir ittifaka girmek konusunda sakınca görmemişlerdir. Bu ittifakın devlet gücü ve emperyalizmle uyum içinde başlattığı kırımın faturası Türkiye-Kürdistan halklarına çok ağır olmuştur. Yüz binlerce insan gözaltına alınmış, on binler ağır işkencelerden geçirilmiş, katledilmiş ve bu insan avı sonrasında sosyalist örgütlerin hatırı sayılır bir kitlesi ülkeden sürgün edilmiştir.

Sonrası ise yine bildik parlamento tiyatrosu, birbirinden farkı olmayan demokrasi ve muhalefet, kravatlı faşizm ile sarıklı faşizm arasında demokrasicilik oyunları vb. bir zaman sürdü gitti. Fakat 1990’larla birlikte yükselen Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile bu durum egemenler açısından zorunlu olarak tekrardan farklı bir biçime evriliyordu. Asimilasyon ve milli baskı yeni ve kendinden öncekilerden çok daha ileri bir bilince sahip isyanı beraberinde getirmişti. Bu isyanı bastırma da ilk başlarda tüm egemen kesimler bir ve ortak doğrultuda topyekûn savaşa giriştiler. Fakat bu saldırı ağır bedellere rağmen püskürtüldü. Sonrasında ise başlangıç siyasetlerinden farklı olarak sanki bir fikir ayrılıkları varmışcasına siyasal İslamcılar “Aslında biz de bu Kemalistlerden rahatsızız, vesayet rejimi değişmelidir, Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur” gibi demagojilerle oyalama yaparak yeni bir tasfiye saldırısının manevra alanını yaratmaya çalıştılar. Fakat bugün gelinen aşamada bu saldırı da başarısızlığın sadece bir adım gerisindedir.

Egemen sınıfların önünde şimdi iki yol vardır; ya Kürt Halk Hareketine karşı yeniden Siyasal İslamcı/Kemalist ittifakı ile (Koalisyon) topyekûn saldırı süreci başlatacaklar ya da “çözüm, barış” vb. kavramlarda yıpranan siyasal İslamcıları geri çekip Kemalistler üzerinden yeniden böyle bir hava yaratıp ağır ekonomik kriz karşısında tıkanan sisteme zaman kazandıracak bir soluk borusu açmayı deneyecekler. Kemalistlerin, Demokratik Kürt Muhalefeti ile bile dahi yan yana gelmekten imtina ederek, İslamcı-milliyetçi cephe ile bir blok oluşturmayı tercih etmesi üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak önümüzdeki dönem güçleri yettiğinde saldırgan bir siyaset izlemeyi sürdüreceklerini öngörmek için kâhin olmak gerekmiyor.

Burada sosyalistler ve Kürtlerin en başta dağıtması gereken hava “AKP çok yıprandı, kriz bunları götürecek ve ardından rahatlama ve demokrasi gelecek” rehavetidir. Mevcut ekonomik kriz iktidarın ekonomi cahili olmasından ziyade, emperyalizmin bağımlılık ve sömürü ilişkilerini derinleştirme adına kendi başına ayakta duramaz sakatlanmış ekonomiler yaratma ve AKP’nin bu konudaki üstün “başarısının” bir sonucudur. Bu kriz kapitalizm ve emperyalizmin krizidir. Doğal olarak bu yoksullaşmaya ve açlığa bir isyan dalgasının gelişeceğini öngörüyorlar bundan dolayıdır ki pek çok önlemde almaktalar. Ayrıca iktidar ne kadar yıpranmış olsa da halk muhalefeti de o oranda yorgundur. Fakat bu yorgunluk bizi sistemin kendi kendine içe doğru çökeceği yanılgısına asla sürüklememelidir. Sokağı esas alan örgütlü halk muhalefetini en geniş kesimleri kapsacak şekilde örmek onun için bugün hiç olmadığı kadar önemlidir. Mevcut krizin sistemi kendi başına devirmesi mümkün olmasa bile onu ciddi bir şekilde tökezlettiği ve bunun daha da derinleşeceği açıktır. Devrim ve demokrasi güçleri açısından can alıcı sorun ve pozisyon alış işte tam bu noktadadır. Tökezleyen sistemin kendi hantal gövdesinin altında kalması için arkadan itekleyecek miyiz yoksa bir şekilde “hepimiz aynı gemideyiz” korosuna mı katılacağız?

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir