Irkçı histerinin yeni hedefi / Oya Açan

Dünya üzerinde 280 milyon göçmen var. Son 40 yılda bu rakam korkunç boyutlara ulaştı. Neoliberalizmin dünya çapında iflasıyla birlikte adeta dönemin karakteristiği halini aldı.

Ulus devletlerin kuruluş süreçlerinden başlayarak milliyetçilik ve mezhepçilik, burjuvazinin halk kesimlerini peşinden sürüklemekte kullandığı araçların başında gelir. Burjuvazi artı değer sömürüsü başta olmak üzere hem sınıf çelişkilerinin üstünü örtmek hem de kapitalizmin neden olduğu yıkım ve eşitsizliklere duyulan öfkeyi sisteme zarar vermeyecek hedeflere yöneltmek için bu ikisini sürekli canlı tutar. İsterse en gelişmiş ülkeler olsun, tarihlerine baktığımız zaman uykuya yatmış biçimlerde de olsa mutlaka bir ulusal düşman/düşmanlar dizisi vardır. Kriz dönemlerinde bu düşmanlık duyguları kolayca kaşınıp canlandırılabilir.

Bu coğrafyada son dönemde bu kez sığınmacılara yönelmiştir bu düşmanlık ama düne kadar -ve halen- bütün canlılığıyla süren Kürt düşmanlığı, yine bu ikisine göre şimdilik daha gerilerde kalmış gibi görünen Ermeni düşmanlığı, Rum düşmanlığı, Arap düşmanlığı… Türk burjuva devletinin ve toplumun genetik kodlarına işlemiş düşmanlıklardır. Kendisinden farklı olanlara düşmanlık TC devletinin mayasında vardır. Kuruluş felsefesi Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak üzerine inşa edilmiştir.

Türkiye’de göçmen gerçeği

Türkiye’de sorunun kökleri kadar şu anda sayıları 6-8 milyon olarak tahmin edilen göçmen gerçeğinin ortaya çıkış koşulları ve evrimi tamamen farklıdır. Diğerlerini bir yana bırakarak Suriyeli göçmenlerin maaş, ev, vatandaşlık vaatleriyle Türkiye’ye otobüslerle taşındığını hatırlatmakla yetinelim.

Avrupa’ya “Açarım sınır kapılarını” tehditleriyle taviz ve milyon dolarlar koparan -bu meblağ  göçmenlere harcanmadı elbette- faşist rejim, yıllar içinde başta Suriyeliler olmak üzere muazzam bir göçmen düşmanlığının tohumlarını attı.

Toplum çapında nefret unsuru haline getirilen göçmenler diri diri yakıldı, linç ve saldırı nesnesi haline getirildi. Öyle vahim sonuçlarla karşı karşıyayız ki, bu düşmanlık dili sayısız yerde eyleme döküldü. İşin vahimi, “Ama Suriyeliler” diye başlayan cümleleri solcu geçinenlerin ağzından bile duyar olduk.

2017’de İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından yapılan Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları araştırmasında ‘Suriyeliler Ülkelerine Geri Gönderilmeli mi?’ sorusuna ‘Evet’ cevabını veren seçmenlerin oranı ülke genelinde yüzde 86 olarak tespit ediliyordu. Seçimde oy verdiği partiye bakılarak ‘gitsinler’ diyenlerin oranları ise şu şekildeydi: AKP: Yüzde 83, CHP: Yüzde 92, İYİ Parti: Yüzde 94, MHP: Yüzde 88, HDP: Yüzde 75. Bu tablo işimizin hiç de kolay olmadığını gösteriyor.

Burjuvazinin ağzını sulandıran göçmen emeği

İşin bir başka cephesi ise bu göçmen kitlesinin büyük bir kısmının kan emici patronların eline düşmüş olmasıdır. Bunu Türkiye Gazetesi yazarı Cem Küçük, “Yaşadığımız ekonomik sıkıntıları kötüye yorumlayıp işsiz insanlara, ‘Suriyeliler yüzünden işsizsiniz’  diyorlar. Hâlbuki Suriyeliler olmasa bazı sektörler eleman bulmakta zorluk çeker” diyerek itiraf ediyor.

Burjuvazinin asıl ağzını sulandıran, geniş mülteci yığınların ucuz emek olarak kullanılması imkanı. Çünkü Suriyeliler çalışma koşullarına bakmaksızın her işte, özellikle yerli nüfusun istemediği işlerde çalışabiliyor. Yaklaşık yüzde 80 oranında ticaret, inşaat ve imalatta çalışsalar da yaklaşık üçte biri emek yoğun olmasıyla bilinen tekstil, giyim, deri ve ayakkabı sektöründe çalışıyor. Dolayısıyla güvencesiz, vasıfsız ve düşük işlerde çalışan Suriyeliler emek piyasasında en alttakiler durumunda.

Dolayısıyla, Göçmen emeğinin işçi sınıfını bölüp parçalamak ve artı değer sömürüsünü derinleştirmekte özel bir enstrüman olarak kullanıldığı bu koşullarda işçi sınıfının bütününde bu sermaye politikasını ve bunun ancak birleşik örgütlenme ve mücadeleyle aşılabileceğini bir bilince dönüştürmek gelinen noktada kritik bir anlam kazanmıştır. İşçi sınıfının örgütlenme ve mücadele stratejisinde bu artık organik bir gerçek haline gelmiştir. BMG olarak bizler de özellikle belirli sektörlerde yoğunlaşmış göçmen emeğinin örgütlenmesi konusunda özel bir politik hassasiyet geliştirmeliyiz.

Çözüm nerede

Toplumun kılcal damarlarına kadar işleyen/işletilen bu düşmanlık tıpkı şovenizm ve Kürt düşmanlığına karşı mücadele kadar tayin edicidir. Bunun için gerçeği kabullenen stratejik bir yaklaşımla hareket etmek, sorunun çözümü için sihirli bir reçete olmadığını görmek gerekir. Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun tümünde uzun vadeli ve sürekli bir faaliyet yürütmek zorunludur. Tıpkı Kürt düşmanlığının derinlerde yatan şoven köklerini kurutma iradesinde olduğu gibi aralıksız bir mücadele ve ısrarlı bir aydınlatma faaliyeti sergilenmelidir.

Her şeyden önce ajitatif söylemlerin ötesine geçen, araştırmaya dayalı somut verileri sistematik bir biçimde dile getirerek yığınların beynine adeta çakmamız gerekiyor. Garo Paylan başta olmak üzere HDP’nin kimi sözcüleri bu konuda verilere dayalı çok çarpıcı tablolar ortaya koyuyorlar ama bunlar toplumun gündemine yeterince güçlü ve sistemli tarzda taşınmıyor.

Asgari ücreti açlık sınırının altında kalan işçiye ya da bayram ikramiyesi diye eline tutuşturulan üç beş kuruşla evine et bile alamayan emekliye, tencereyi kaynatabilmek için pazarların döküntülerini toplamak mecburiyetinde bırakılan kadınlara bu yaşadıklarının kader olmadığını, Türkiye’nin bir yıllık savaş bütçesiyle bütün bu alanlarda nelerin nasıl farklılaştırılabileceğini anlatmak zorundayız.

Bütün toplumsal sorunlar BMG’nin meselesi olmalıdır

Göçmenlerin hepsine “faşist rejimin oy deposu”, “yarın iç savaşta kullanılacak paramiliter aparat” bakış açısıyla yaklaşan hatta bu yaklaşımla göçmen karşıtı ırkçılığın tabanını genişleten söylemlerin karşısına doğru verilerle çıkmak kaçınılmaz önemdedir. Mesela bunu söyleyenler 8 milyona yaklaşan göçmen nüfusun ezici bir kısmının çocuk ve çok genç yaşlarda olanlardan oluştuğunu bilmezler [İLO tarafından 2020’de yayınlanan bir araştırmaya göre Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 37’si 0-17 yaş aralığındaki çocuklar ve yarısından fazlası da 34 yaş altı genç nüfustan oluşuyor]. Bu söyleme savunmacı bir hatta değil, tersine söylemin nerelere varacağını da kapsayacak net bir duruşla yanıt vermek gerekir.

BMG olarak önümüzdeki süreçte hem göçmenlik meselesi hem de savaş ve işgal temel dertlerimizden olmalıdır. Kapitalist sistemin krizinin Türkiye’de bu kadar ağır seyretmesiyle Kürdistan’ın üç parçasında dağı taşı gaza-bombaya boğan savaş arasındaki dolaysız ilişkiyi somut verilerle halkın görüş alanına taşımakta yetersiz kalıyoruz. Oysa Tayyip Erdoğan’ın kendisi bile bu konuda bize malzeme sunuyor.

Geçinemediklerini, ücretlerinin artırılmasını isteyen emekçilere bir mitinginde “Siz bir merminin kaç lira olduğunu biliyor musunuz” sözü bunun bir örneği. Sadece bir merminin değil, damadının köşeyi dönmesini sağlayan İHA’ların, Kürt yerleşim yerlerini ve dağlarını, Kürdistan’ın doğasını tarumar etmek için yapılan sortilerin, bombalamaların, tankların, topların, obüslerin halkın hayatından neleri çalma pahasına kullanıldığını etkileyici ve sürekli bir teşhir konusu yapmamız gerekiyor.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir