43 yıl önce, solcu bilinen ve kendisini “demokratik sol” olarak tanıtan Ecevit’in başbakan olduğu Türkiye’de, Maraş şehri 4 gün boyunca yakılıp yıkılmış, 100’den fazla Kürt ve Alevi katledilmiş, yüzlercesi yaralanmıştır. Yine Kürt ve Alevilere ait 1000’den fazla ev ve iş yeri tahrip edilmiştir.
Maraş katliamı, siyasal bir strateji doğrultusunda bizzat ve fiilen CIA ve TC devletinin o zamanki sahibi konumundaki Genel Kurmay tarafından planlanmıştır. Maraş katliamı en başta bir devlet katliamıdır, bu katliamda eli olmayan devlet gücü yoktur. Hükümet, Genel Kurmay, MİT, Emniyet devletin tüm tepesi bu katliamın hazırlanmasının içindedir. Ancak katiller koalisyonu çok daha geniştir. Maraş katliamının içinde ABD’nin eli vardır. Latin Amerika’da Nikaragua, Asya’nın merkezinde Afganistan, Ortadoğu’da İran devrimlerinin peş peşe gerçekleşmesi ve Türkiye Kürdistan’da yükselen devrimci mücadele, emperyalist ve bölge gericiliklerini korkutmuş ve Türkiye’de faşist askeri darbe kararı alınmıştır. Maraş katliamı, 12 Eylül Faşist Askeri Darbesinin kanlı hazırlık provasıdır.
Maraş katliamının öncesi vardır; benzeri birçok kanlı hazırlıklar sonrası adım adım Maraş’a varıldı. Elazığ 1975, Malatya 1976, Sivas 1976 Maraş öncesi katliam provalarıdır ve Maraş’tan sonra da Çorum, Kırıkhan (Hatay) ve ikinci Sivas katliamı gerçekleştirilmiştir. Bunların öncesinde Ermeni, Süryani, Pontus halklarına uygulanan soykırım ve Kürt katliamları gelmektedir. Öncesinde diğer halklara uygulanan katliamlar gibi, yakın tarihteki bahsettiğimiz şehirlerdeki bütün bu kanlı katliamlara, bu şehirlerde yaşayanlar kitlesel olarak katılmışlardır. Her yaştan insanlar cinayet, yağma dahil tüm yaşananların suç ortaklarıdır. Bu ne eksik ne fazla bugünkü Türk-Sünni kitlelerin çoğunluğunun siyasal ve ruhsal durumunun resmidir. Aynı zamanda, Türkiye siyasetinin milliyetçi, muhafazakar, Türkçü, Kemalist, islamcı, sosyal demokrat bütün kutupları bu suçların içindedir.
MHP, zamanın sermaye ve devleti tarafından desteklenen provokasyon, suikast ve katliamlar için tetikçi olarak kullanılmıştır.. Bu katliamın militanları, örgütçüleri, kitleleri kışkırtanları ve bizzat kan dökücü katilleri MHP’lidir ama yanılmamak gerekiyor. MHP, burada faildir ama karar veren ve planlayan ABD ile Türk sermayesi ve devletidir. Bu MHP’yi daha az suçlu göstermek değil asıl düşmanı açığa çıkarmak ve doğru tanımak içindir. Sistem, MHP’yi bir dönem siyaset gereği burnuna vurarak geri çekti ama kısa zaman sonra aklamak için elinden geleni yaptı. Bizzat solcu geçinen ve güvercin uçuran Ecevit’in öncülüğünde MHP’nin eski MHP olmadığını, değiştiğini büyük bir propaganda kampanyasıyla sürdürdü ve sistemde, ekonomide ve devlette en yüksek tepeleri önüne sererek onu mükafatlandırdı. MHP, dün emperyalist servislerin emrindeydi, devletten mafyaya her türlü karanlık ilişkiler içinde kitlesel katliller topluluğuydu, bugün daha fazla bu kirli ve kanlı yumağın emrindedir. Bugünkü MHP, dünkü MHP’den daha tehlikeli ve kanlı senaryoların içindedir.
Bu canavarlıklar, adı Maraş olan bu şehirde yaşandı. O gün, o kalabalıkların içinde olmamak da kimseyi kurtarmaz. Kalabalığın içinde de olsa dışında da olsa bu şehirde insanlar yakıldı ve öldürüldü. Bu canilikler, bu şehirde yaşandı. Bu Maraş şehrini, beş defa yıkıp yeniden kursanız da bu günahın ve suçun altından kalkamazsınız. 43 yıl sonra bu katliamdan daha korkunç bir gerçek, tüm Türkiye’nin Maraş’a dönüşmüş olmasıdır. Maraş katliamının çıkarmamız gereken en büyük ders budur.
Maraş katliamı Türkiye’nin son kırk yılının başlangıç hamlesidir ve devamı gelmiştir. Artık, tankla, topla şehirler yerle bir edilerek gerçekleştirilen toplu katliamlar sıradanlaştı. Katliamlar, polis kuvvetleri, askeri birlikler, özel timler, tanklar ve top atışlarıyla sürdürülüyor. Silahlarla bombalarla sürdürülen savaştan daha sert, daha acımasız, ideolojik ve politik propaganda savaşı sürdürülüyor. Sözlerle yapılan alçaklıklar her şeyi geride bıraktı. Tankla, topla göz önünde katliam yapanlar, Göbbels’in izinden giderek tüm gerçekleri ters yüz ediyorlar. Bu, Türk devleti ve siyasetinin katliamcılığı ve caniliğinin geldiği noktayı gösterir. Bu, aynı zamanda tam bir bilinç katliamcılığıdır. Kıbrıs işgalini “barış harekatı”, 19 Aralık kanlı katliamını “hayata dönüş”, Afrin işgalini “zeytin dalı”, Serekani-Gri Spi işgalini “barış pınarı” olarak adlandırdılar. Bu tarihsel bir ideolojik ikiyüzlülüktür. Alevi katliamları “dinsiz kafirlerin müslümanlara eziyeti”, Ermeni soykırımını “Ermenilerin müslümanlara mezalimi” olarak vermekten en küçük bir hicap duymazlar. Ve bu toplum bunu bilir, kabul eder.
Maraş katliamı, Türkiye devlet ve siyasetinin kırk yılını açıklayan bir siyasal laboratuvar durumundadır. Maraş katliamı bugüne çok şey söylüyor, bugünün politik ortamı Maraş’ın devamıdır, bugünkü İslami Türkçü kanlı koalisyon bu katliamla kurulmuş ve hem güçlenerek hem büyüyerek devam etmektedir.
Maraş’ın bugüne bıraktıkları dersler doğru anlaşılmalıdır, Maraş doğru anlaşılmazsa Sur, Cizre, Nuseybin, Şırnak’ın tank top ve uçaklarla yerle bir edilmesi tam anlaşılmaz. Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesini doğru kavrayamazsak asıl bundan sonrasını ve halklarımızın üzerindeki terörün boyutlarını doğru anlayamayız. Bu durumda hedefi olduğumuz faşist tehdidi, şimdiye kadar olduğu gibi “bekle gör” tavrıyla karşılarız.
Tarihten ders alınmadığı açık: Bir dönemdir Maraşlaşmış Türkiye faşizminin ağırlaşan ekonomik kriz sonucu yıkılacağı umudu burjuva muhalefet saflarını aşıp, devrimci güçleri de içine çekmiştir. Devrimci güçler, faşizmin seçimlerle gitmeyebileceğini dillendiriyor ama somut bir alternatif ve bir hareket önermiyorsa pratik olarak faşizmin çözüleceği beklentisini politika haline getirmiştir.
Yapılması gereken, dünyada görülmemiş bir iş yapmak değil, faşizme karşı tüm ülkelerde yaşanan başarılı deneyleri ve dersleri ve kendi antifaşist mücadele deneylerimizi değerlendirerek, Türkiye gerçekliğinde faşizme karşı mücadeleyi büyütmektir. Yaşam tüm güçleri taraf olmaya zorladığında bazı gelişmeler bütün ideolojik şartlanmaları bir anda tuzla buz edecektir. Türkiye’de de seküler kesimler, Aleviler ve diğer etnik, kültürel ve inançsal farklı kesimler faşizmin kanlı yüzüyle karşılaştıkça Kürtlerle ortak ve birlikte cepheye girmek zorunda kalacaktır. Bütün bu süreci iş işten geçmeden önce ve siyaseten hareketlendirmek önemlidir. Türkiye tarafının antifaşist güçleri darmadağınıktır. Laik ve kendisine sol diyen, birçok başlıkta Kürt mücadelesine derece derece mesafeli, güvensiz, karşıt ve hatta düşman bir eğilimde olan geniş bir kesim vardır. Bu güçler aynı zamanda şeriat isteyen faşist kesimlere de karşıdır. Ancak binbir çeşit burjuva gerici ideolojik şartlanmaların etkisiyle aynı zamanda devlet ve düzen değerleri üzerinden faşist rejimle ideolojik bağlar içindedir. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin büyük bir kesimi rejime yedeklenmiş durumdadır. Türkiye’deki antifaşist güçlerin en büyük handikabı, en zayıf tarafı burasıdır. Tarihsel, kültürel binbir etkilerle böyle bir toplumsal şekillenme olmuştur. Aynı zamanda bu çarpıklık, yakın tarihimizin devrimci sol güçlerince yapılan yanlışlar sonucu da şekillenmiştir. Bırakalım burjuva gerici görüşlerin etkisindeki güçleri, kendisine Marksist, sosyalist diyen devrimci güçlerin de geniş bir kesimi, hala Kürt mücadelesiyle derece derece belli bir mesafede durmaktadır ve inatla Kürtlerden ayrı durmak teorileştirilmekte, ideolojik gerekçeler oluşturulmaktadır. Bunların hemen büyük çoğunluğu maalesef burjuva ulusalcı ideolojik motiflerdir. Faşizm koşullarında bunların hiçbir haklılığı olamaz ve bu politikalarda ısrar faşizmin topyekün diktatörlüğünün pekişmesine hizmet eder. Yeni işgal saldırıları, kanlı katliamlar karşısında halkı örgütsüz ve dirençsiz bırakmayı getirir.
Kaybetmek ve kazanmak,, bugünlerde ve bu aşamada yapacaklarımızla belirlenecektir. Somut konuşmak durumundayız. Kürtler şu anda faşizm karşısında cepheden bir savaş veriyor. Türkiye’nin büyük antifaşist ve devrimci potansiyel güçleri, dağınık, örgütsüz ve faşizm karşısında bir direniş gücü, bir savaş gücü olmaktan uzaktır. Devrimci güçler, bu gerçekliği kavrayıp değiştirmek için harekete geçmelidir. Faşizmin geldiği düzey karşısında, toplumda kimse tarafsız kalamaz, faşizme karşı mücadele şiddetlendikçe tüm güçler savaşa girmek zorunda kalır. Bundan dolayı ittifaklar ve geniş cephe politikaları son derece hayatiyet kazanır. Çok değişik kuvvetler harekete geçerler, gelişmelere göre değişik taktikler izlerler. Bir kesim kimin kazanacağını hesaplayarak tavır alır, başka bir kesim bütün gücüyle savaşa girişir. Birleşik devrim güçleri faşizme karşı mücadelede militan bir hattı tuttururken diğer yandan geniş halk kesimlerini faşizme karşı saflaştıracak bir siyasal hat oluşturmalıdır.
Nurhak Güler