Mücadelenin devindirici gücü: Eleştiri-özeleştiri / Oya Açan

Hem Cumhurbaşkanlığı hem de Meclis seçimlerinde ortaya çıkan tablo, bu geleceksizlik ve belirsizlik ortamını yarıp çıkmayı, “bir soluk almayı” umut eden halkta -ve solun farklı bölüklerinde- “ne yapsan boşuna” noktasına varan ciddi bir moral çöküntüye yol açtı. Tahmin edileceği üzere bu çöküntü kendisini en fazla bütün umudunu seçime ve sandığa bağlayan kesimlerde gösteriyor.

Ortaya çıkan manzara, sistem içi çözümlere umut bağlayan, sandığa ve seçime endeksli mücadeleyle “100 yıllık bir rejimin değişebileceği” hayâlini kuran ve bunun propagandasını yapan güçlere de meselenin böyle olmadığını bir kez daha acı bir biçimde göstermiş olmalı. Üstelik ardından gelecek süreç daha koyu bir baskı ve karanlık dönemine işaret ediyor.

Sonuçlardan kim ne çıkardı bahsinde elinden tutup ayağa kaldırmamız gereken yönelim, devrim yapma iradesini gerçekten kuşanıp kuşanmayacağımızda düğümleniyor. Komplocu kurgulardan, reformcu seçeneğin göz kırpan cazibesinin baskısıyla bizi teslim alan “kitleler bunu istiyor” argümanından bir an önce sıyrılıp çıkmazsak ya umutsuzluk içinde kendi fanusumuza daha fazla hapsolacağız ya da önlerine bir çözüm ve program koy(a)madığımız toplumsal muhalefet dinamiklerindeki sağa kayış hızlanacak: “…koşulların değişmesi ile insanın faaliyetinin değişmesinin örtüşmesi ancak devrimci pratik biçiminde kavranıp ussal olarak anlaşılabilir.” (Marks)

“Dost acı söyler” diye bir deyiş vardır, dolayısıyla belirlenen ve izlenen politikalar, strateji ya da taktik adımlar konusunda yoldaşları eleştirirken hem kendimizle hem birbirimizle konuşuyoruz.

Boşladıklarımız, unuttuklarımız

Bütün haşmetiyle önümüze yığılan gerçeklere cesaretle bakıp onlardan gerekli dersleri çıkaracak mıyız (yaptıklarımız, yapmadıklarımız, yapmamız gerektiği halde erteleyip zamana yaydığımız, daha da kötüsü uzun süredir unuttuklarımız) yoksa kendi dışımızdaki etkenleri baş köşeye yerleştirip bahanelere mi sığınacak, onlardan mı medet umacağız?!.

Özellikle son 30 yıldır hemen her seçimde katlanarak karşımıza çıkan seçim hileleri, büyük çaplı sahtekârlık, devlet gücü ve olanaklarının iktidar tarafından tepe tepe kullanılması gibi etkenler kuşkusuz bu seçimde de devredeydi. Fakat sonucu bütünüyle kendi dışımızdaki bu etkenlere bağlayabilir miyiz?

Her şey bir yana, toplumun eğilimlerini, ruh halini ve nabız atışlarını yakalamakta gösterdiğimiz başarısızlığın, kelimenin tam anlamıyla toplumdan kopukluğumuzun üzerinden nasıl atlayabiliriz?!.  Toplumsal gerçekliği algılayışımıza ve beklentilerimize, sosyal medya bataklığındaki yankı odalarıyla ‘müşteri beklentisini’ esas alan anket şirketleri yön verdi. Ekonomik-siyasal ve sosyal krizdeki derinleşmenin, iktidarın ayyuka çıkan çürüme ve vurgun skandallarının, pandeminin ardından deprem sürecinde zirve yapan iflasının… kendiliğinden muhalefet lehine sonuç doğuracağı beklentisi bunun üzerine eklendi.

İşçi sınıfı devrimcileri, emeğin kurtuluşu için savaşanlar olarak bırakın kitleler içinde yüzebilmeyi, sınıf içinde güç olmayı, alan tutmayı komite ve birimler kurmayı… işçi sınıfıyla doğru dürüst ilişkilenmedik bile; kitlelerle hemhal olmaktan giderek uzaklaştık. YRP gibi kadın ve LGBTİ+ düşmanı gerici bir parti bile İstanbul’un emekçi semtleri, Kocaeli, Sakarya gibi kentlerde işçi sınıfından oy alabildi; “sosyalistliği”, “komünistliği” kimselere bırakmayanlarımız dahi buralarda nal topladı.

Çünkü birincisi, işçi sınıfını ve emekçi yığınları sınıfsal çıkarlarından uzaklaştıran, sınıf düşmanlarını görmelerini engelleyen, birbirlerine düşüren ideolojik-kültürel gericilik birikiminin derinliğini ve yaygınlığını hafife aldık. Daha da önemlisi, sınıfı kendi içinde de bölen bu barikatların üzerine emek-sermaye çelişkisini esas alan somut politikalarla yönelmedik. Siyaseti protestoculuğa ve basın açıklamalarına, sınıf çalışmasını ise grev ve direniş ziyaretlerine indirgedik. Sanayi havzalarına, fabrika ve atölyelere, işçi-emekçi semtlerine hedefli plânlı ve sistematik bir yönelimimiz olmadı. Bizim yapamadığımızı/yapmadığımızı AKP ya da YRP gibi gerici düzen partileri yaptı. Bizim ihmal edip boş bıraktığımız bütün bu alanlara yönelik ciddi bir yerel örgütlenme ağı kurdular. Özellikle kadınları seferber ederek gece gündüz insanların hayatlarına dokundular.

İkincisi, özellikle de Kürt ve mülteci düşmanı şovenizmin zehirli kamasını onların bağrından söküp çıkaramadık. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yaşadıkları derin yoksulluk ve özgürlük yoksunluğunun gerçek nedeninin neoliberalizm arabasına kurulmuş faşist rejimin savaş politikaları olduğunu gösteremedik, bu ikisi arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlatamadık.

Gerçek bütündür

Gerçek bütündür… Kendisinin bizim çıkarlarımız ya da utancımız tarafından eksiltilmesine izin vermez.” Dolayısıyla gerçeğin sadece bize görünen yönleriyle değil birleşik bir devrimi örgütleme iddiamıza da bağlı olarak gerçeği bütün yönleriyle görüp buradan çıkarabileceğimiz dersleri başa yazmalıyız. Bu en başta gerçeğin gözüne gözlerimizi kırpmadan bakmayı gerektirir. Bu kahırlanma ve yazıklanmadan farklı olarak kazanamadığımız muharebeyi bir sonrakinde nasıl kazanacağımızın bilgisini, yol ve yöntemlerini sunar bize. Kazanma ve yeniden başlama iradesini öne çıkarmayı esas alan özeleştirel yaklaşım ise cesur, hesapsız ve samimi olmalıdır.

Mücadelenin devindirici gücü: Eleştiri-özeleştiri

Eleştirel bakabilme ve düşünebilme, çözümler konusunda sabırlı ve yoldaşça bir eleştirelliği sürekli kılmak pratiğimizi de farklılaştıracaktır. İşlerin ‘yanlış gittiği’, beklenenden farklı olduğu hissi ve daha sonra nasıl devam etmek gerektiği konusunda yaşanan bocalama çok sık ve yaygın görülen bir durumdur. Özeleştiri ve ders çıkarma olmaksızın uzun süre ayakta kalınamaz.

Daha çok örgütsüz güçlerde görülen ama diğerlerinde hiç de azımsanmayacak bir psikoloji şeklinde gözlenen, yıllardır uğraşıldığı halde bir şeylerin bir türlü başarılamadığı duygusu, elle tutulamayan bu türden “maddi başarısızlıklar”, kişileri ve partileri yeni ve daha büyük akınlar için yeni seferler düzenlemeye değil, daha çok bıkkınlığa, yorgunluğa ve içe kapanmaya götürebiliyor. Böyle güçler kendilerine, durumlarına, mizaçlarına, döneme uygun sığınaklar buluyorlar. Pekçok devrimci önderin ve Rosa’nın da dile getirdiği haklı, meşru ısrarcı yaklaşımı es geçiyorlar: “Henüz kaybetmedik ve nasıl öğreneceğimizi unutmadıysak eğer, yine kazanırız”.