Gezi’nin kadınları, kadınların Gezi’si / Oya Açan

Tarihsel akışta kadınların yer almadığı bir devrim hareketi düşünülebilir mi? Hayır!

Kendisini ezen, sömüren, köleleştiren sınıf ve temsilcilerine karşı verilen her savaş, her gözüpek mücadelede onlar vardır. Kimi zaman en önde, kimi zaman savaşçı, kimi zaman savaşanların işlerini kolaylaştıran ‘sıradan’ bir nefer…

Dünyadaki tüm toplumsal hareketler kadınların vazgeçilmez varlığı ile renklenir, güçlenir. Kadınlar kavgaya atıldıkları zaman öyle gözükara ve geriye bakmaz olurlar ki, nice erkek onların bu yiğitliklerinden etkilenerek ileri fırlar.

Kadınların geriye bakmayan bu öne atılışlarından biri 2013 Mayıs’ının son günlerinde bir kez daha yaşadık. Bu ruh bütün kadınlara ve bütün ezilenlere moral ve güç kazandıran müthiş bir motivasyon kaynağı oldu.

15-16 Haziran işçi eylemlerinden ve ’90’ların başındaki serhildanlardan sonra bu coğrafyadaki en kitlesel ve yaygın eylemlere sahne olan Gezi İsyanı’nda da kadınlar ön saflarda yer aldı.

“Aile yıkılırsa Türkiye de yıkılır” diyenlerin kadını aileye zincirleme çabasına isyandı kadınlar için Gezi. Bütün ezilmişliklere ve özgürlük yoksunluğuna karşı duruştu.

AKP iktidarının kadınları ikincilleştiren ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren dil ve politikalarına, kadınların hayatına, bedenine, geleceğine el koymaya çalışan erkek egemen faşist düzene boyun eğmeyeceklerini haykırdıkları ‘devrim günleri’ydi adeta. Yüzlerce yıl içinde kazanılmış haklarına yönelik saldırılara, taciz ve tecavüze, kadın cinayetlerine, onları kıskıvrak bağlamaya çalıştıkları geleneksel roller, gerici değer yargıları ve insanlıktan çıkaran uygulamalara meydan okuyuştu.

Gezi’nin çağrısı örgütsüzlük değil örgütlenmektir. Gezinin çağrısını en iyi kadınlar anladı: Örgütlenmek! Sonra bu ırmakta aktılar, minik derelerle birleştiler, nehirler yarattılar. Daha da ileri gittiler, Gezi’de kitlesel öncülük yaptılar.

Diğer bileşenlerden  farklı olarak kadın dinamiğinin Gezi sonrası yıllarda da hız kesmeyip toplumsal muhalefetin başını çeken bir rol oynamayı sürdürmesinin temelinde olduğu gibi kadınların Gezi’ye kitlesel katılımlarının temelinde de AKP’nin kadın düşmanı İslamcı politikalarının yarattığı doğal insani refleks ve öfke vardı.

*

Yaş, cinsiyet, inanç ve etnik kimlik farklılıkları öne çıkmadı Gezi’de. Aksine Gezi ruhu, Gezi dili diye bir şey yaratıldı. Kararların nasıl alınacağı da, neyin nasıl, hangi sırayla yapılacağı da kolektivizmin rehberliğinde gerçekleşti. Hem hayatı örgütleyen hem polis şiddetine kafa tutan özgürlüğe susamış kadın duruşu silinmemecesine zihinlere kazındı.

Burjuvazinin bütün topluma empoze ettiği ve AKP iktidarının da canla başla varlığını sürdürmesine çalıştığı birçok gerici değer yargısı ve alışkanlığın koltuğunu salladı kadınlar. “Çocuklarınızı Gezi Parkı’ndan çekin” söylemlerine inat anneler sokağa çıktı.

Gezi’nin öne çıkan sembol figürlerinin çoğu kadındı: Kırmızılı kadın, siyahlı kadın, parkta zincir oluşturan anneler, sapan atan teyze, “Küfürle değil inatla diren!” diyerek küfürleri mora boyayan feministler, başörtüsü tacizine karşı kitlesel protesto ve daha nice isimli-isimsiz kadın doldurdu o günlerimizi.

Gezi’nin ilk günlerinde polis kurşunuyla kafasından vurularak aylarca komada kalan Lobna Allami, iyileşmeye başladığında kendisiyle yapılan bir röportajda “yine olsa, böyle vurulacağımı bilsem bile yeniden katılırdım…” diyordu.

Görüntüleriyle, soluklarıyla, dimdik duruşları, pes etmeyen iradeleriyle hepsi hafızamızda capcanlı…

Birbirlerini yılların ezilmişliğinden tanıyorlardı. Ömürleri boyunca hiçe sayılmaktan, kadın düşmanı devletin nefes aldırmayan şiddetinden, baba-koca baskısından, neyi sevip umut etmeye başlasalar hoyratça ellerinden koparılıp alınmasından biliyorlardı. Evlatlarının kaybını, hiçbir değeri olmayan bir böcek gibi çiğnenmesini, geleceklerinin gasp edilmesini herbiri neredeyse aynı temel çizgilerle yaşamıştı. Kadınlıklarını, analıklarını zehir eden bu ataerkil sistemin aralıksız saldırılarından bezmişlerdi ve yalnız olmadıklarının farkındaydılar.

Gezi’de hem hayatı örgütleyen hem yol gösteren hem polis şiddetine kafa tutan kadınlar ondan sonra da durmadılar hiç! Yorulmak bilmez bir tarzda örgütlendiler, halka halka büyüdüler, çoğaldılar ve güçlerinin farkına vardılar.

Yaş, cinsiyet, inanç ve etnik kimlik farkları gibi bölen, ayrıştıran ve rekabetin filizlerini yeşerten gerici değer yargılarına itibar etmediler. Hiçbir ayrımın işlemediği ve bir işaretle sokaklara akan ordular yarattılar. Bütün yeteneklerini silaha dönüştürdüler ve herbiri aynı anda oklarını ateşlediler.

“Kadın ruhu” denilen şeyin anlamını eylemleriyle gösterdiler. İşte o yüzden Gezi’nin ruhu isyankar, radikal ve direnişçidir.

İşte o yüzden Gezi’nin ruhu kadındır!

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir