Rojava demokratik özgürlükçü sosyalizm kapısıdır / Rizgar Zirek

Dünya 2015’te 1 Kasım’ı “Dünya Kobanê Günü” olarak kutlama kararı alırken, 2  Kasım 2019 da “Dünya Rojava Günü” olarak kutlama kararı aldığı günden beri“Dünya Rojava Günü” , “Dünya Kobanê Günü” sosyalist devrimin yeniden doğuş olarak ezilen halkların özgürlük, savunma, zafer kutlamalarına dönüşüverdi. Bu her iki günde, dünyanın pek çok yerinde milyonlarca insan Kobanê ve Rojava için sokaklara dökülmekte, Kobanê ve Rojava direnişiyle dayanışmakta, Faşist kapitalist modernite güçlerin hileli savaş saldırılarına karşı enternasyonal devrimci bilinç, dayanışmayla karşı tutum içinde olmakta, olmaya devam etmektedirler.

Kobanê, Rojava’nın küçük bir parçası, Rojava ise Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşan güçler tarafından, haritası yeniden çizilen Ortadoğu’da dört parçaya bölünen Kürdistan’ın güneybatısı, Suriye ulus devleti altında statüsüz bırakılarak, sistematik bir şekilde baskılara maruz kalan Kürdistan’ın en küçük parçasıdır.

Kürdistan’ın maruz kaldığı genel uygulamaların benzerini yaşayan ve Kürdistan’ın diğer yerlerinde verilen mücadelenin benzerini veren Kobanê ve Rojava, neden dünyanın bu denli dikkatini çekti? Dünya insanlığı neden Kobanê ve Rojava etrafında bu kadar kenetlendi? Nasıl oldu da Kürtlerin yüzyılı bulan var olma mücadelelerinde milyonlarca şehit verdikleri halde duyulmayan sesleri duyulur, görülmeyen halleri görülür oldu? Gerçekten de dünya insanlığını Kobanê ve Rojava üzerinden bir araya getiren neydi? Açık ki, bu ve benzer soruları artırmak mümkün ve bu sorulara verilecek doğru cevaplar, kapitalist modernite koşullarında eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet gibi insan toplumsallığının eko-sistemini oluşturan, olmazsa olmazların nasıl yaşatılacağına ve sistemleştirileceğine ilişkin hayati önemdedir. 

Kobanê’de ne oldu?

18 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve kısa sürede tüm Arap dünyasını etkisi altına alan “Arap Baharı” Suriye’de 15 Mart 2011 tarihinden itibaren gösterilere dönüştü. Zaten o günden beridir de iç savaş halini alan Suriye durulmuş değildir. Suriye’nin kuzeyinde statüsüz bir şekilde yaşamak zorunda bırakılan Kürtler de soykırıma uğramamak ve varlıklarını kendi var oluşlarına uygun bir şekilde sürdürebilmek için geçmişe de dayanarak, kendilerini örgütlemeye giriştiler. Bu çerçevede 19 Temmuz 2012 tarihinde gerçekleştirdikleri halk ayaklanmasıyla Suriye rejimini Kobanê’den çıkararak, devrim yaptılar. Böylece kırsalıyla birlikte kentin yönetimi halkın kendisindeydi. Kobanê’nin hemen ardından, Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı Efrîn ve Cizîre bölgesi kentleri de aynı şeyi yapacak, halk ayaklanacak, rejimi çıkaracak ve halkın yönetimini kuracaktı. Böylelikle dönem konjonktüründen de yararlanarak, Rojava Kürdistanı’ndaki Kürtler, birkaç günlük arayla rejimi kentlerinden çıkarmış ve halk devrimini gerçekleştirmiş oluyordu. 

O tarihten itibaren de başta savunma alanı olmak üzere, yaşamı tüm alanlarında Demokratik Ulus zihniyeti ve demokratik komünalite çizgisi temelinde örgütlemeye çalıştılar. Dünya insanlığının dikkatini çeken de bu oldu. Zira gerçekleşen bir halk devrimiydi ve bu halk devrimi demokratikti, milliyetçiliğin her türünden uzaktı, tüm farklılıkların devrimiydi. Herkes kendi özerkliği temelinde devrimin tüm işlerine katılıyordu. Bu halk devrimi kadın öncülüklü bir devrimdi. Kadın, yaşamın her alanında eşit temsiliyetinin ötesinde öncülük düzeyinde rol oynuyordu. Bu devrim kapitalizme karşı komünalitenin, eş deyişle toplumsal doğanın devrimiydi. Demokratik komünal bir kültür devrimi gerçekleştiriliyordu. Önder Apo’nun felsefesi temelinde sistemleşen bu devrim tüm yönleriyle eşitlik, adalet, özgürlük ve demokrasi arayışında olan bütün dünya insanlığının dikkatini çekiyordu. 

Bu devrim, aynı zamanda kapitalist modernite güçlerinin de dikkatini, ters yönde çekiyordu. Tıpkı geçmişte Paris Komünü’nün çekmesi gibi. Bu hercümerç içinde pek yaşama şansı bulamayacağını düşündüklerinden olsa gerek, ilk dönemlerde sadece izlemekle yetindi bu büyük güçler. Ancak en çok da kapitalist modernitenin yavrusu ve safkan sömürgeci-soykırımcı olan, TC rejiminin dikkatini çekti. Kendi varlığını Kürtlerin yokluğuna bağlayan TC’nin bu devrimi kabul etmesi, hele hele Kürtlerin kendi sınırları dışında ve fiilen bile olsa bir statü kuruyor oluşu, kendi deyimleriyle asla kabul edilemeyecek bir “kırmızı çizgi” idi. O nedenle TC daha başından beri, devrimin tasfiyesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Dönem koşullarında özellikle radikal-dinci örgütlerin mantar gibi türediğinden, Erdoğan yönetimindeki TC de işini bu örgütler üzerinden yapmak istedi. Nasıl olsa El Nusra ve DAİŞ gibi örgütler faşistti, kendilerine boyun eğmeyen herkesi ortadan kaldırmak onlar için cihat gereğiydi ve dini bir zorunluluktu. Yine onlara göre Kürtler “kâfir”di ve “kâfir”i yok etmek, “kâfir”in yerine yurduna, her şeyine el koymak yine cihat gereğiydi. Bu örgütler açısından kuracakları ve sonrasında da kurdukları “İslam Devleti” için Kürdistan’ın ele geçirilmesi gerekliydi. Onlara göre bu coğrafyada bir ‘küfür sistemi’ kurulmuştu ve bunun tasfiye edilmesi gerekiyordu. TC açısından da soykırıma uğratmak istediği Kürtler, statü kazanmaya çalışıyordu ve bunun mutlak surette yok edilmesi gerekiyordu. El Nusra, DAİŞ ve Erdoğan Türkiye’si arasındaki zihni ortaklık da buna eklenince, TC’nin gözetiminde, desteğinde ve yönlendirmesinde DAİŞ 16 Eylül 2014 tarihinde kırsalıyla birlikte tüm Kobanê’yi çok kapsamlı bir ablukaya alarak saldırı başlattı. 

Temsil ettiği faşist ideoloji ve pratikteki zalimliği, acımasızlığı nedeniyle Batılı tüm devletlerin yanı sıra dünya insanlığı açısından da büyük bir tehlike olarak görülen DAİŞ’in bu saldırısı sonrası, herkes kısa bir süre içinde Kobanê’nin düşeceğini, sonrasında da tüm Rojava’ın tasfiye edileceğini bekledi. Zira DAİŞ, Musul gibi Irak’ın ikinci büyük şehrini bile bir günde almıştı. Havası bile şehirlerin düşmesine, insanların yerlerini, yurtlarını bırakıp gitmesine yetiyordu. DAİŞ saldırıları nedeniyle milyonlarca insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı. Zaten Erdoğan da bu saldır sürecinde “Kobanê düştü, düşüyor” diyecek ve ardından sıranın Efrîn’e geleceğini belirtecekti. Bu, aslında DAİŞ’i Kobanê’ye kimin saldırttığının da itirafı olacaktı. Nitekim savaşta Demokratik Suriye Güçleri’ne (HSD-Hezên Suriya Demokratik) esir düşen bir DAİŞ yöneticisi de ‘asıl hedeflerinin Şam olduğu halde, Erdoğan’ın talebiyle Kobanê olarak değiştirildiğini’ belirterek, Erdoğan’ın itirafını teyit edecekti. 

İşte Kobanê’yi Kobanê yapan DAİŞ adlı bu zebani orduya karşı tepeden tırnağa fedaice bir direnişin gösterilmiş olması oldu. Sahada ruhları Apocu felsefeyle dolup taşanların DAİŞ’e karşı gösterdiği görkemli direniş bu zebanilerin durdurulabileceğini ortaya koydu. Bu herkesin yapmak isteyip de yapamadığını, yapmak anlamına geliyordu. O nedenle de herkeste bu faşist, insanlık düşmanı sürüye karşı fedaice direnen kadın-erkek direnişçilerin desteklenmesi temelinde bir sorumluk duygusu gelişti. Halklarda, tüm dünya insanlığında oluşan bu düşünce, herkesi harekete geçirdi, insanlar sokaklara aktı. İnsanlığın vicdanının harekete geçmesi, öyle bir etki yarattı ki, bu destek eylemlerinin gerçekleştiği söz konusu ülkelerdeki devletler de adım atmak zorunda kaldı. Daha sonra “Uluslararası Koalisyon” adını alacak olan bu devletler hem kendi kamuoylarının taleplerini yerine getirmiş oluyor hem de kendileri için de büyük bir tehlike olan DAİŞ’in tasfiyesinde kendilerine bir “müttefik” bulmuş oluyorlardı. İşte dünya insanlığının Kobanê Direnişi temelinde ruhsal, düşünsel ve eylemsel ortaklık yapması buradan geldi. Yanı sıra kapitalist modernitenin hegemonik güçlerinin devreye girmesini sağlayan da bu oldu. Bu koşullar içinde 1 Kasım “Dünya Kobanê Günü” olarak ilan edildi ve o gün milyonlarca insan dünyanın dört bir yanında Kobanê için ayağa kalktı. Dünya insanlığının da desteğini arkasına alan fedailer ordusu YPG-YPJ, nihayetinde 26 Ocak 2015’te Kobanê’yi DAİŞ’ten tümden temizledi. Aldığı bu stratejik yenilginin ardından artık tutunamayan DAİŞ, YPG-YPJ’nin öncülük ettiği HSD’nin fedai direnişi sonucunda Mart 2019’da tümden yenilgiye uğratılarak, Suriye’de hakim olduğu tüm yerlerden çıkarılmış oldu. 

Toparlarsak, dünya insanlığının Kobanê için ayağa kalkmasının temel nedeni onun temsil ettiği demokratik, eşitlikçi, adil, özgürlükçü değerlerin yanı sıra, insanlık düşmanı DAİŞ’e karşı Kobanê’de verilen mücadelenin bir insanlık mücadelesi olduğunun derinden idrak edilmesiydi. Kobanê’de demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet değerleri yaşam buluyordu, bu insanlığı etkiliyordu. Kobanê’de DAİŞ’e karşı direnilerek dünya insanlığı korunuyordu. Çünkü; DAİŞ insanlık düşmanıydı, faşistti. Herkesi Kobanê etrafında kenetleyen bu oldu. 

Dünya Kobanê Günü’nden Dünya Rojava Günü’ne

Kobanê’de, DAİŞ şahsında kaybeden TC, özellikle DAİŞ’in başkenti Rakka’nın HSD tarafından alınmasından sonra, bizzat devreye girdi. TC açısından artık Rojava Devrimi’ne ve Kürtlere karşı savaş, dolaylı değil direkt yürütülecekti. Açık ki bu yeni bir dönemdi. Efrîn soykırım saldırısı bu temelde gerçekleşti. DAİŞ’in, Kobanê’de yapmak istediklerinin aynısını TC, yanına DAİŞ artıklarını alarak, 20 Ocak 2018’de Efrîn’e saldırarak, gerçekleştirmek istedi ve iki ayı bulan bir savaşın ardından Efrîn’i işgal etti. Efrîn ile yetinmeyen soykırımcı TC, gittikçe Kobane’nin de içinde yer aldığı Fırat’ın doğusunu daha fazla gündemleştirdi. Zira orada demokratik komünal bir toplumsal sistem gittikçe daha fazla ete kemiğe bürünüyor, dünya insanlığı RojavaDevrimi’ni kendisi için giderek daha fazla bir umut ışığı olarak görüyordu. Yanı sıra soykırıma tabi tuttuğu ve mutlak bir statüsüzlüğe maruz bırakılmış olan Kürtler, fiili olarak bir statü sahibi oluyor ve Ortadoğu kaosunda gittikçe daha güçlü bir aktör haline geliyordu. 9 Ekim 2019 Rojava işgal saldırısı bu temelde gündeme geldi ve bu süreç hala sürmektedir. Bu işgal saldırısına karşı ilk günden dünya insanlığı tıpkı Kobanê’de olduğu gibi tepkisini ortaya koydu ve dünyanın her yerinde “Rojava’yı Savun!” sloganıyla Rojava Devrimi’yle dayanışma eylemleri gerçekleştirdi. Bunların zirvesi ise 2 Kasım “Dünya Rojava Günü” oldu. Bu günde de dünya insanlığı milyonlar halinde sokaklara akarak, TC’nin DAİŞ artıklarıyla birlikte Rojava ve  Kuzey-Doğu Suriye’yi işgal girişimini protesto etti, kınadı. Tıpkı Kobanê Direnişi döneminde olduğu gibi.

Dünya insanlığı bunu yaparak bir taraftan kapitalist modernite koşullarında eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir sistemin, nasıl kurulabileceğinin örneği olan ve kendi devrimleri olarak gördükleri Rojava Devrimi’ni korumaya çalışıyor. Bir taraftan da insanlık düşmanı DAİŞ’i yenerek kendilerini de koruduğu için Kürtlere ve devrime olan vefa borcunu ödüyordu. İdeolojik yaklaşan devrimci-demokratik kesimler bu iki nedenden ötürü devrimi sahiplenirken, pek çok kesim de Rojava’yı DAİŞ’e karşı insanlığı savunduğu, koruduğu için haykırıyordu. Bu defa direkt saldıran pek çok konuda birlikte hareket ettikleri bir devlet (TC) olsa da devletler de farklı tonlarda ses çıkardılar. TC, devlet olmanın gerçekte meşru olmayan meşruiyetine ve NATO üyesi olmasının getirdiği avantajlara ve kapitalist modernitenin ahlaksız, çıkarcı dünyasına dayanarak bu saldırıyı gerçekleştirdi. Tamamlanmamış olan bu süreç tüm keskinliğiyle devam etmektedir. 

2019 da olduğu gibi bugünde Rojava TC saldırı tehdidi altındadır. Tezkerenin iki yıl geçmesi AKP-MHP Faşist savaş iktidarına yene Kürtleri ve Rojava ezilen halkları yok etme görevi yüklemiştir. İşgalci TC ye karşı her yerde Rojava devrimci savunma komiteler kurulmasa ve harekette geçilmese TC’nin bu savaş çılgınlığının önüne ancak geçilecektir. Başkaca önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. NATO ve bir bütün Kapitalist hegemonik güçler ‘’PK terör örgütüdür biz Teröre karşı TC’yi savunuyoruzdemagojik yalanın altında dün verdikleri desteği bugünde Faşist TC’ye vermeye devam etmekteler, TC yi desteklemekte geri durmamaktalar. Demokratik ulus Paradıgmasının kökleşmesi, gelişmesini Ulus devletli olan buegemenlikçi sistemler tehlikeli görmekte, önüne geçmek için TC’ye açık gizli her alanda destek vermekteler. Bu uluslar arası hegomonik ve sömürgeci Faşist rejimlere karşı, rojava devrim bilinçli savunur düzeye gelinmese, 2019 daki Serkani, Grisepi ilhak,işgal tehlikesi bugünde Kobani, Minbiç, Tel rıfat içinde geçerli olacaktır. Kobani, Minbiç te başlanarak yeniden devrim kazanımları yok edilmek istenilecektir. Egemenler kendi işgal ilhaklarını tarihin tekerrür zaferi saymaktalar.Egemenlerin bu tarih tekerrür tekerleğine taş koymak veo savaş arabalarını bertaraf etmek dün olduğu gibi, bugün de biz sosyalist, enternasyonalist, ilerici, devrimci, demokratik güçlere görev olarak yeniden düşmektedir. Bu görevle bilinçli ve ideolojik hesap soran durma geldikçe ancak rojavanın savunulabileceğini ve kobani zaferinin kalıcılaşabileceğini öngörmemiz gerekir.

Son olarak Kobani ve Rojava Devrim şehitlere karşı bir daha bağlılığımızı yeniliyor. Devrim korumak, savunmak Demokratik ulus paradigmasını doğru anlamakta, uygulamaktan geçtiğini bir daha vurgulayarak kazanacak olan Rojva sosyalizmi olacak, kaybedecek olan Faşizm, Emperyalizm olacaktır.

Yaşasın Rojava Sosyalist devrim!