Sara, Rojbin, Ronahi: Üç özgürlük savaşçısı

Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez… Geçmiş, bugün ve geleceğin harmanlandığı üç tarih. Deneyimin, gelecek keşfinin, mücadele parkurunun üç kadın atleti… 9 Ocak 2013’te Paris’in göbeğinde katledildiler.

Onları ne zaman düşünsem “Darağacında üç fidan” ile “Şişli Meydanı’nda üç kız” gelir aklıma.

İnsanı isyan ettirip tarifsiz bir öfke yaratan binlerce görüntü arasından sıyrılıp farklı bir yer edinir bu üçlü kendine… Aynı sonu kucaklamış gibi görünen bu yaşamlar hala bu kadar canlıysa ve geleceğe de titizlikle taşınacaksa acının, öfkenin kardeşi olur ve gülümsetir hüzün… Işığı taşıyanların çoğu zaman ortak kaderi gibidir. Ne olursa olsun hiçbir zaman yalnız ölmemiş olduklarını biliyorlar/bilecekler…

Onları ne zaman düşünsem, kınalı saçlarının heybetiyle evlatları yaşındaki yoldaşlarını saran bilge ve mücadeleci kadın kuşatır beni en başta. Zorunluluğun bilincine vardıkları için özgürleşmiş öncülerin, tarihte bireyin rolünü hayatıyla kanıtlamış eylemcilerin ciddi ifadesi yerleşmiştir yüzüne -insan öncü olunca talimat da verir, dostça eleştirir, yoldaşça kucaklar da. Bir öykü ya da destan dillendirenlerin herhangi bir şeyden bahsediyormuşcasına doğallaştırdıkları tarihsel anlatıları dinlemişlerdir ondan diğerleri belki defalarca.

Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez… Geçmiş, bugün ve geleceğin harmanlandığı üç tarih. Deneyimin, gelecek keşfinin, mücadele parkurunun üç kadın atleti… 9 Ocak 2013’te Paris’in göbeğinde katledildiler.

Leyla’nın güzel çocuksu yüzü, “kimbilir neler yaşayacağım,” dercesine meraklı afacan bakışları, Fidan’ın çevresindeki herkesi söylediklerine sabitleyen ışıltılı gülüşü…

Fidan Doğan dışındaki yoldaşları tanımazdım; yüz yüze gelmişliğimiz, sohbet etmişliğimiz yoktu. Ortak mücadele, ortak tanıdıklar, ortak anılar ve aynı ütopyanın neferleri olmaktır bizi birbirimize bağlayan. Çünkü insanları birbirine bağlayan ne kan bağıdır ne de bir kesitinde girip çıkıvermeniz hayatlarına…

Sakine Cansız: Ölümsüz ağaç

Sakine Cansız’ın hayatını anlattığı kitabın ilk cildini okurken farkettim, kitle hareketinin zirvelere doğru yol aldığı o yıllarda İzmir’de, aynı kentte bulunmuşuz, aynı derneğe gidip gelmişiz, aynı tartışmalara tanık, öğrenmeye doyumsuz olmuşuz. Aynı mücadele hattını çizmişiz kendimize, aynı yürek sancılarını yaşamışız. Genç omuzlarımız değmiş birbirine, belki birbirimizin gözlerinin içine bakmışız…

Sakine Cansız’ın “Hep Kavgaydı Yaşamım” adlı iki ciltlik otobiyografik çalışmasına önsöz yazan ve onu “Tek bir ağaçtan kocaman bir ormana, sürekli çoğalan ölümsüz bir ağaca -banyan” benzeten Ferda Çetin’e kulak verelim:

“Sakine Cansız hep yapma ve yaratma eyleminin aktörü oldu. Her ışığa penceresini açan, hakikati bölmeyen, gerçeği çelişkileriyle birlikte kabul eden bir olgunluk.

İyi bir dinleyiciydi… Bütün insanların hikayelerini çocukça bir merak içinde ve yürek kulağıyla dinleyen. (…)

Onun müzmin bir huzursuzluğu da vardı: Gecikmiş kalmak!

Bir ırmak denize ulaşmak için nasıl sabırsız, düzensiz akarsa Sara da devrime öyle aktı. Hiç duraksamaksızın, dinlenmeden, yavaşlamadan ve yatağından sapmadan…

Disiplin içinde bir koşuşturma, kabına sığmaz bir heyecan ve menzile bir an önce varmanın bitimsiz coşkusu. Baharda kar ve yağmur suyuyla beslenip de yatağına sığmayan bir hırçınlık. (…)

Marks, özgürleşen insanın dünyasının genişlediğini, bunun için de hem mutluluklarını hem acılarını daha derinden yaşadığını anlatır. (…)

Rousseau’ya göre iyi insanın yaşamı, bütün insanları düşünerek geçen bir yaşamdır. Sıradan ve basit insan ise yalnızca kendisini düşünerek yaşayandır. Unutulmak ve hatırlanmak Sara’nın umrunda değildi ama ömrü, ‘başkaları için kendisini unutanlar daima hatırlanacaktır’ sözünü doğrularcasına geçti.”

Bütün bunlar onu tanıyan, ondan öğrenmeye çalışan herkesin “bildiği sırlar”dı.

Fidan Doğan: Işıltılı gülüş, bilinçli eylem

Fidan Doğan’ı, herkesin aklında gülümsemesiyle kalan o genç kadını Avrupa Sosyal Forumu hazırlık toplantıları sırasında Lizbon’da tanıdım. Her şeyiyle, ağız doluşu gülüşüyle de çabasıyla da buna herkesi katmaya çalışan kapsayıcılığıyla da anlık değil uzun vadeli adımlar atışıyla, geniş açılı köprüler çatışıyla da farkını farkettiriyordu. Kısacası, kendisini bütün varlığıyla ortaya koyanlardan bir hewaldi. Çok uzun süre birlikte olmadık, uzun uzadıya sohbet de etmedik belki ama o kısacık anlar bile onu tanımamıza yetti.

Forumda yapılacak panellerin kararlaştırıldığı toplantılar birkaç farklı salonda yapılıyordu, hepsine yetişemiyorduk. Onlar dört-beş kişiden oluşan bir gruptu. Benim başka bir toplantıda olduğum sırada diğer yoldaşın kendisine tercümanlık yapacak olanı arandığını görünce “Abi, ben sana çevirmenlik yaparım…” demiş Fidan, canla başla yardımcı olmuş. Toplantıdan çıktığımda onları salonda konuşurken buldum. “Ne var bunda” diyeceksiniz, devrimciler zaten birbirine yardım eder…” Burada özgün olan, uzanabildiği herkese ve her yere ulaşmaya çalışan kapsayıcılığıdır. İnsanlara derinlemesine bakışı, onların ihtiyacı olan şeyleri “onlar daha talep etmeden” vermeye yönelmesidir. Çoğu insan karşısındaki talep etsin diye bekler, Fidan beklemez; Fidan hemen biter omuz başınızda, çare olmaya adaylığını koyar. Fidan’ın farkı budur işte.

Hazırlık toplantılarının bittiği gün, Portekizli yazar/şair/denemeci Pessoa’nın evinin baktığı meydandaki bir pastaneye gittik hep birlikte. Önce iç kısmında oturduk, yer boşalınca dışarı çıktık sonra. Bahardı, çiçek kokuları gelemiyordu insan kalabalığından; dört genç çiçeğimizin kokusu yetiyordu bize. Dipdiri bir umut, eksilmeyen bir heyecanla anlatıyordu herbiri bir yandan. Politika da vardı, edebiyat da, toplantıların seyri de panellerin içeriği de havanın güzelliği de… Pessoa’nın eserlerini okumamışlardı belki ama hayatın kendisiydi onlar, soluk alıp veriyorlardı. Pessoa’yı belki daha sonra da okuyabilirlerdi ama hayatın onlardan istediklerine yanıt olmalıydılar, öyle de yaptılar zaten.

15-16 Mart 2018’de Paris’te  Türk devletinin işlediği suçların yargılandığı Uluslararası Tribunal (Daimi Halk Mahkemesi) başlıklı bir etkinlik düzenlenmişti. Sakine, Fidan ve Leyla’nın hayatına kasteden katliam da yargılama konuları arasındaydı.

“Paris katliamı dosyasında Fransa-Kürdistan Dayanışma Derneği’nden Sylvie Jan ile Bretonya Kürt Dostluk Derneği’nden André Metayer de tanıklıkta bulundu. Rennes kentinden gelen Metayer, Fidan Doğan (Rojbin) için tanıklık yapmaya geldiğini söylerken ‘Onu kendi kızımız gibi seviyorduk. Bu bağ kararlılığımızı perçinliyordu. Rojbin Kürt toplumunun dışına da ışık yayan bir Güneş gibiydi’ dedi.”

Sylvie Jan ise Fidan Doğan’ı ‘akıllı bir diplomat’ olarak tanımladı. Onun kusursuz bir kadın olduğunu söyledi. Birlikte yaptıkları çalışmalardan bahsederken, “Rojbin, belki de farkında olmadan ve istemeden Erdoğan’ın nefret ettiği herkesi bir araya getiriyordu” diye ekledi. “Bu cinayetleri ilk öğrendiğimde barış sürecine yönelik büyük bir provokasyon olduğunu düşündüm” diyen Sylvie Jan sadece şurada yanılıyordu. Fidan Doğan ne yaptığını da neden yaptığını da çok iyi biliyordu. Her şeyin farkındaydı. Farklı bir ülkede davasının sesini duyurmaya ve bunun için en geniş kesimleri harekete geçirmeye çalışmanın bedellerini göze almıştı; onları bu kadar içerden, bu kadar samimi destekçiler haline getirebilmek ancak bilinçli insan eyleminin zahmetli yolunu ve sonuçlarını göze alabilen bir cesaret gerektirir.

Ölümleri çok büyük acı verse, birkaç gün aklımın bir köşesinde gezinip dursa da ağlamamış, ağlayamamıştım. “Bu insanlar böyle konuşuyorsa, duygularını yeniden yeniden yaşayarak herkesi isyan ettirecek kadar güzel ifade ediyorlarsa Fidan başarmış…” diye düşündüğümü hatırlıyorum. İşte o zaman engel olmadım gözyaşlarıma…

Leyla, Leyla…

Ya Leyla’ya, o güzelim çocuğa ne demeli?!.

Devletin köyleri yakarak göçertme politikası nedeniyle Amed’den Mersin’e göçmek zorunda kalan yedi çocuklu bir ailenin evladı o. Sonra Almanya… Küçük yaşlarda oradan oraya aralıksız göç Leyla’nın ideolojik-politik şekillenmesinde çok önemli bir rol oynar. Aile Almanya’da okulda aldığı eğitim kadar güçlü ve gerçek bir eğitim verir Leyla’ya, kendi değerleri ve kültürüyle harmanlar onun kişiliğini.

2010’da Kürdistan gerçekliğinde emsalsiz bir yerde duran özgür dağların yolunu tutan Leyla, artık yoldaşlarının Ronahi’sidir. Bir süre sonra sağlık sorunları nedeniyle, istemeyerek de olsa dönmek zorunda kalır Almanya’ya, çalışmalarını Kürt gençlik hareketinde sürdürür.

“Genç ömrünü destan gibi yürüyenler” kervanına katılmaya ahdetmişlerden biridir belli ki o da!

9 Ocak 2013’te Paris’in göbeğinde yoldaşları Sakine Cansız ve Fidan Doğan’la birlikte alçakça katledildiğinde henüz 24 yaşındadır.

Jin, Jiyan, Azadi; Sara, Rojbin, Ronahi!