AKP-MHP-Ergenekon faşizmi Türkiye’yi her geçen gün, içinden çıkılmaz bir şekilde kendi yarattığı bataklığa gömmeye devam ediyor. Türkiye’nin son 40 yılına damgasını vuran 12 Eylül faşist gerçekliği, AKP-MHP-Ergenekon iktidarı ve bununla uzlaşan sahte muhalefet yapısı ile devam ettiriliyor.
Türkiye gerçekliği, özellikle son 20 yıldır, siyasal-ekonomik olduğu kadar, en çok da kültürel, sosyal, ahlaki olarak tanınmaz hale getirilmektedir. Kapitalizmin ‘toplumun her hücresine sızma’ politikası Türkiye zemininde tam bir toplum kırımına yol açmaktadır. Türkiye’de toplum, devletin kuruluşundan bu yana bürokratik-askeri bir oligarşik yapının baskısı altında tutulmaktaydı. ‘Tekçi’ zihniyetin temsilcisi olan bu oligarşik yapı her dönemde kendini toplumun üstünde tuttu. Toplumdan ayrı bir yerde durdu. Anti-demokratik politikalarla topluma karşı hep savaştı. Bu savaş, 2000’lerden itibaren yeni bir biçim kazandı. AKP-Erdoğan üzerinden gerçekleştirilen model ile önce halkın için sızıldı, MHP-Ergenekon ittifaklaşması ve sahte muhalefet ile uzlaşılması üzerinden Kürt, kadın, emek, doğa karşıtlığı, kırımı, talanı gözükaraca yürütüldü. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimciliğin toplam ifadesi olan faşizm devreye konuldu.
Faşizmin devreye konuluşu adım adım geliştirilirken, üzerinde en çok durulan nokta toplumun susturulması olmuştur. Türkiye açısından bugün yaşanılan durum, sıradan, normal değildir. İktidar, 7’den 70’e, herkese adeta savaş açmıştır. AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakının temeli ’savaşa’ dayanmaktadır. Bu iktidar sıradan-normal hedeflere sahip olan bir iktidar değildir. Açıktır ki, ABD-İngiltere-Rusya ve diğer Avrupalı kapitalist devletler bu faşist iktidarı kendi sömürge ve hegemonya çıkarları için desteklemektedir. Yani AKP-MHP-Ergenekon iktidarı hem bu güçlerin, hem de kendi iktidarı için çok kanlı ve çok kirli bir savaşın yürütücüsü durumundadır. Bunun için her değeri gözünü kırpmadan harcamaktadır.
Kürdistan başta olmak üzere, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Kafkaslar’da yürütülen savaş, en başta Türkiye içinde yürütülen; Kürt-kadın-emek-doğa-toplum karşıtı sömürüye ve savaşa dayanmaktadır. Bu kirli ve suçlu yapı iktidarda kaldıkça, toplum siyasal, ekonomik, sosyal, ahlaki, inançsal, düşünsel çöküşü yaşamaktadır. Kuşkusuz çöküşü-yıkımı yaşayan toplum, faşizmin beslendiği kaynak durumundadır. Çöküşü yaşayan toplum ve birey düşünmekten-sorgulama mücadele etme gücünden koparılarak, bu çöküşe neden olanlardan hesap soramaz hale getirilirler. İşte bugün Türkiye’de yaşanan tam da budur.
Kürt soykırımını tamamlamak isteyen iktidarı ayakta tutan şey, örgütlülüğü, birliği dağıtılmış toplumdur. AKP-MHP-Ergenekon faşizmini en çok destekleyenler iyi incelendiğinde görülecektir ki, toplumsal değerlerden, ortak ruhtan kopmuş, çıkar ilişkilerinde boğulmuş, kar hırsıyla dolmuş, ‘gemisini kurtaran kaptan’ diyen, şiddeti-ayak kaydırmayı-yalanı doğal gören, ‘bana değmeyen yılan bin yaşasın’ diyerek tüm kötülüklerle yanyana yaşayan karakterler karşımıza çıkacaktır. Faşizmin yarattığı ve kendi suçların ortak ettiği kişilik özellikleri bunlardır.
Bu faşist rejimin, kendi toplumuna karşı yürüttüğü savaşın en çarpıcı örneği kadınlara yönelik yaşanmaktadır. 2002-2020 yılları arasında (bilinen) 15.557 kadın katledildi. Bu iktidar döneminde kadın cinayetleri % 1400 oranında bir artış ortaya çıkmıştır. Faşist rejimin üniformalı-üniformasız tecavüzcüleri (uzman çavuş, imam, memur, çeteler vb) Kuzey Kürdistan’da kadınlara karşı saldırılarını gerçekleştirdiler. Efrin’de 1000’den fazla kadını kaçırdılar, katlettiler. ‘Erkek devletin’ ‘erkek’ vatandaşları da katletme görevini evden sokağa kadar her yerde uyguladılar. İşte faşizm böyle ayakta tutmaktadır.
Bir diğer savaş alanı emek alanıdır. İşçi-emekçi sınıf, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi sonrası yoğun sömürü ve baskıya maruz kalırken, son 20 yılda ise sınırsız ve korkunç bir sömürüye ve katliama tabii tutulmaktadır. İşçi Sağılığı ve İş Güvenliği (İSİG) verilerine göre bu rejim döneminde işçi sayısı 3 kat artarken, en az 28 bin 380 işçi iş cinayeti yaşandı ve sendikalaşma %57,98’den %12,76’ya geriledi. Soma’da 301 madencinin katledilmesinden, en son Bartın-Amasra’da yaşanan ve 41 madencinin katledilmesine kadar birçok işçi-emekçi cinayeti yaşandı. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) raporuna göre Türkiye işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. Bu da işçi-emekçilere karşı uygulanan savaşın tablosu olmaktadır.
İşçi-emekçi sınıfı, demokratik siyasetin en temel öncüsü konumundadır. Çünkü sömürge politikalarını, ezilen kadınlarla ve halklarla birlikte en çıplak yaşayan kesimdir. Hak ihlallerini en yoğun yaşayan sınıftır. Dolayısıyla faşizmle, sömürgeci sistemle asla uzlaşmayacak olan toplumsal yapıların başında gelmektedir. Ancak bugün bu sınıf her geçen gün nicelik olarak hızla çoğalırken, toplumsal öncülükte, demokratik siyasette oynaması gereken rolden düşürülmeye çalışılmaktadır. İşçi sınıfının toplumsal bir güç olmasının önüne geçmek için ‘yandaş sendikalaşma’ işçi sınıfını parçalama gibi politikalar uygulanmaktadır.
Bu faşist iktidar, faşist Erdoğan ve tayfası, Bartın-Amasra’da yaşamını yitiren maden işçilerine ve ailelerine çok büyük saygısızlık yapmıştır. Yaşarken de aynı saygısızlıkla karşı karşıya kalan maden işçilerine karşı sergilenen bu yaklaşım, AKP-MHP-Ergenekon faşist rejiminin neden yıkılması gerektiğini hepimize bir kez daha hatırlatmıştır.
AKP-MHP-Ergenekon faşist iktidarını ayakta tutan sadece kapitalist güçler değildir; toplumsal parçalılıktır, örgütsüzlüktür. Bu rejimin yanında ne kadının, ne işçinin hiçbir değeri yoktur. O halde faşizme ilk büyük darbeyi; kendi değerimize kendimizin sahip çıkmasıyla vurabiliriz. Kadını, gençliği, işçiyi, kısaca tüm toplumu örgütlü, bilinçli, eylemli kılarak vurabiliriz. Ancak bu şekilde faşizme karşı yaşamı savunabiliriz.
Bunun en güzel örneğini Doğu Kürdistan ve İran’da yükselen ve ‘JİN JİYAN AZADİ’ sloganında birleşen büyük halk ayaklanmasında görmekteyiz. İran’da Jina Emini şahsında kadınların öncülüğünde başlayan, Kürt-Fars-Beluci-Azeri halklarının, gençlerin yükselttiği devrime, İran’ın 5 büyük kentindeki binlerce işçi-emekçi de katıldı. Kendi değerlerine sahip çıkarak, molla faşizmine karşı yaşamı, insan olma değerlerini savundular, savunmaya devam ediyorlar.
O halde örgütlenerek, özgürlükte birleşerek, hep beraber ‘NO PASARAN-FAŞİZME GEÇİT YOK’ diyelim.