Sınıflara ve dolayısıyla sınırlara bölünmüş yeryüzünde, bilmem hangi paylaşım hırsıyla çıkarılmış savaşlardan birisinin milyonlarca yoksul mağdurundan biriydi. Tek istediği, huzurlu ve korunaklı bir çatı. Bunun için günün 16 saati çalışmayı, aşağılanmayı bile göze almıştı. Oysa payına, çocuğunun ve ailesinin başında cenaze işlemleri için beklemek düşmüştü. Yaşam hakkı kutsaldı ama bir mezar yeri edinmek bile sınıfsaldı.
Yerde soğumaya yüz tutmuş minicik bir beden. Hiçbir şeyden habersiz yatıyor son uykusunda. Toprak umarsız serilmiş altında. Gökyüzü boş boş parıldıyor. Yerde yatan küçücük beden, toprak ve gökyüzü, kısacası sınır kentlerinde alışılagelmiş göçmen ölümleri. O anda bu duruma alışmamış olan tek kişi dikiliyor soğumakta olan bedenin başında. Belki yaşadığı şok acısını bastırıyor. Belki tek düşündüğü bir mezar yeri. Belki de duyduğu suçluluk hissi. Oysa onun bir suçu yoktu. Sınıflara ve dolayısıyla sınırlara bölünmüş yeryüzünde, bilmem hangi paylaşım hırsıyla çıkarılmış savaşlardan birisinin milyonlarca yoksul mağdurundan biriydi. Tek istediği, huzurlu ve korunaklı bir çatı. Bunun için günün 16 saati çalışmayı, aşağılanmayı bile göze almıştı. Hatta ölümün üzerine yürüyüp bilmem kaç tane ülkenin sınırından geçmeyi… Olmamıştı işte. Onun payına, çocuğunun ve ailesinin başında cenaze işlemleri için beklemek düşmüştü. Yaşam hakkı kutsaldı ama bir mezar yeri edinmek bile sınıfsaldı.
Erken uyandığım bir sabah. İşe gidene kadar vakit geçsin diye sosyal medyaya bakıyorum ve ilk karşıma çıkan haber bu. “Keşke gün başlamasaydı” diye geçiriyorum içimden. Merakım ağır basıyor, bakmaya devam ediyorum. Kendisine yabancılaşmış, düşene tekme vurmayı meziyet sayan onlarca kişi, göçmenlere nefretini kusmuş. Kötülük içerisinden kötülük beğenirken en kötüsüyle karşılaşıyorum. Birisi engelli kardeşini öldürmüş. Altındaki yorumlar tüylerimi ürpertiyor. Engelli çocuğu olduğunu söyleyen birisi, “Şimdi herkes adamı kınayacak, ne yaşadığını biliyorlar mı?” diyor. Belki hoş bir düşünce değil ama “Benim de yok olmamı düşünen insanlar olmuş mudur?” diye düşünmeden edemiyorum. Başka birisi, “Biz çocuklarımızdan önce ölmekten korkuyoruz” diyor. Evet, son derece haklı bir kaygı. Bu yaşananların sorumlusu engelliler değil. Her insan kendi farklılıklarına uygun koşullarda yaşadığında kendisini var edebilir. Ailelerin kaygıları haklıdır ama bilinçli bir mücadeleyle bu kaygılarını ortadan kaldıracak, çocuklarının mutlu yaşayabileceği koşulları yaratabilirler. Çocuklarını başlarına gelen bir felaket olarak görenler değil, kardeşini katleden o kişinin işlediği cinayete haklılık gerekçesi uyduranlar içlerinde küçük birer Hitler taşıyorlar. Maalesef ki bu küçük Führerler oldukça fazla. Hitler’in katlettiği engellileri anlatan bir tweet dizisinin altına, “İyi yapmış. Bizde de böyle olsa ekonomimiz düzelir” gibi iğrenç yorumlar yazanlar bunun en büyük örneği. İnsanlık tarihinin yanlışlarından ders çıkarmak yerine, köleci Roma’yı ya da Nazi Almanya’sını örnek alan, eline fırsat verilse tüm engellileri gaz odasına dolduracak kadar aşağılık bir güruh. Oysa şu yeryüzünde nefes alan herkes, onlardan daha çok hak ediyor yaşamayı. Bu amiplerden yüzyıllar önce yaşamış bazı uygarlıklar bile engellilere yeti farklılıklarına uygun işler vermişler. Ayrıca insanların yaşam hakkı, işgücüne katılımına göre değerlendirilemez. Herkesin, dünyanın her köşesinde yaşama hakkı vardır.
Yukarıdaki anlayışların bize öğrettiği sağlamcılık, Nazizm’e götürecek kadar tehlikelidir. Ayrıca, engelliler ve göçmenlere karşı nefret dili kullanan kesimlerin aynı olması, sağlamcılıkla ırkçılığın birbirini beslediği gerçeğini de kanıtlıyor. Bu gerçeklik bu kadar yalın karşımızdaysa, biz de eşit ve özgür bir hayat gerçekliğini ete kemiğe büründürmeliyiz. O özlediğimiz eşit, erişilebilir ve engelsiz yaşamın gelmesi ve bir daha böyle yazılar yazmamak umuduyla sonlandırayım yazımı.
Burak Sarı / EEH