Konya’nın Meram ilçesinde Dedeoğulları ailesinden 7 kişi katledildi. Bu olay yakın zamanda Konya için ilk değildi; yine Konya ve Afyon’da art arda Kürtlere yönelik saldırılar gerçekleşmişti. Bu olayı takip eden günlerde Çorum’da da Kürt işçilere saldırı düzenlendi. Meram’da gerçekleştirilen olay hariç aslında saldırıların yoğunlaştığı nokta mevsimlik Kürt işçileri üzerineydi. Fakat Meram’daki olayın farklı bir yanı vardı. Orta Anadolu’da yaşayan bir Kürt ailesiydi hedef.
Orta Anadolu’da uzun yıllara dayalı yerleşik bulunan bir Kürt nüfusu var, Konya, Ankara, Yozgat, Aksaray. Konya’da özellikle Cihanbeyli ve Kulu ilçeleri Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı yerler. Ankara’da ise akla ilk gelen yerler Haymana ve Bala.
Orta Anadolu’daki Kürtler üzerine yakın zamanda bir çalışma hazırlayan Hacı Çevik “Konya’da Kürt var mı?” kitabında araştırma yaparken ne ile karşılaştığını şöyle özetliyor: “ Kolayca tahmin edilebileceği gibi Kürt, Kürtlük, Kürt sorunu gibi konularda çalışan araştırmacıların karşılaştığı sorun olan “konu üzerinde görüş belirtme konusundaki çekince” en büyük güçlük oldu. Yurtdışında yapılan görüşmelerdeki “rahat” konuşma pratikleri, Kulu ve Cihanbeyli’de yerini suskun ve çekingen davranışlara bırakmıştı.” Bu haberi hazırlarken aynı sorunla bizler de karşılaştık. Saldırıların yeni olduğu bir dönemde irtibata geçtiğimiz Yozgatlı bir Kürt, başta söyleşiyi kabul edip daha sonra ‘tedirginlik’ yüzünden ret edeceğini bildirdi. Sebebini ise “ailemde memurlar var isimsiz olarak bile yer alsam kaygı duyuyorum” olarak bildirdi.
Yerleşik diye bir tanım var
Bir başka görüşme sağladığımız kişi ise isim bildirmekten kaçındı. Zira görüştüğümüz bu kişinin ailesi hala Konya’da yaşıyor, bu amaçla can güvenliğini tehlikeye atmamak için ona Mehmet diyeceğiz.
Mehmet, Konya’da gerçekleştirilen katliam üzerinden bir ayrım yaparak başlıyor konuşmaya. Kürtlere yönelik artan saldırıların yanı sıra Orta Anadolu’daki saldırıları tanımlamak için öncelikle ‘yerleşiklik’ kavramını kullanmak istiyor: “Konya ve Ankara’da olmak üzere Çorum’dan Eskişehir’e geniş bir coğrafyaya yayılmış Orta Anadolu Kürtlerini değerlendirmek için öncelikle önemli bir ayrımın altını çizmek gerekiyor, bunu da ‘yerleşiklik’ olarak tanımlayabilirim. Dikkat ederseniz bu saldırılar, özellikle son dönemde iktidarın da doğrudan saldırıları düzenleyenlere dönük yasal süreçlerin işletilmemesi ve cezasızlık ya da gitgide artan ırkçı söylemler desteğiyle büyük oranda, tarihsel olarak Orta Anadolu’da yaşayan yerleşik Kürtlere değil, yakın dönemde bölgeden gelmiş Kürtlere dönük olarak gerçekleştiriliyor.”
Yabancı olarak görmedikleri için
Mehmet’e göre saldırıların bu yönlü olmasının birçok nedeni var ama Orta Anadolu’daki Kürtlerin oradaki durumunu biraz daha farklı okumak lazım. Bu durumu anlatırken neden ‘yerleşiklik’ diye bir tanım kullandığını da açıklıyor aynı zamanda : “Orta Anadolu’da yerleşik Kürtlerin tarihsel varlığı neredeyse 300 yıla dayandığı için nüfus, ekonomik durum ve toplumsal ilişkiler bağlamında özellikle 90’lardan sonra bölgeden göçen Kürtlerden farklı ve görece güçlü bir durumları var. Kendileri için çizilen görünür ya da görünmez sınırın dışına çıkmadıkları, yani devlet için bir tehlike arz etmedikleri sürece son 50 yılda çok yoğun bir asimilasyon politikasından geçirilmiş olsalar da ‘yabancı’ olarak görülmediklerinden saldırıların hedefi olmuyorlar. Ancak bölgeden gelen Kürtler böyle bir güce sahip değil, oraya sonradan geldikleri için birer paydaş olarak kabul edilmiyorlar. Bugün Suriyeli veya Afgan mültecilere dönük işleyen ırkçı nefretin hemen hemen tüm dinamikleri onlara karşı da işliyor. Yerleşiklikten neyi kastettiğimi büyük oranda böyle özetleyebilirim. Yani bölgeden gelen Kürtlere mülteci gözüyle bakılıyor, genel olarak ucuz işgücü olarak konumlandırılıyorlar ve sınırları da net bir biçimde çiziliyor; suç işleyemezler, mülk edinemezler, Kürtçe konuşamazlar vs. Tabii diğer yandan bölgeden geldikleri ve bölgeyle ailevi ilişkileri de devam ettiği için ‘terörist’ olarak algılanma potansiyelleri yerleşiklere göre daha yüksek. Kolay lokma olarak görüldükleri, onlara dönük saldırılar çok kolay gerekçelendirilebildiği için de saldırıların hedefi oluyorlar.”
Değişim yaşandı
Mehmet bu tanımı kullansa da ‘yerleşik’ Kürtlerdeki değişimin de önemli olduğunun altını çiziyor. Bu da Kürtlerin siyasallaşması ve ulus bilinci kazanması ile ilintili. Bunu da özellikle kendisinin de doğup büyüdüğü Konya Cihanbeyli’den örneklendiriyor: “Yerleşikler için de şöyle önemli bir detay var; neredeyse 90’ların başına kadar ulus bilincinden yoksun yaşayan ve yoğun asimilasyon politikalarına maruz kalan yerleşikler, özellikle 90’larda Kürt siyasal mücadelesinin yükselmesiyle birlikte başta Avrupa’ya göç eden Kürtler ve başka şehirlere okumaya giden az sayıdaki Kürt gencin etkisiyle ulus bilincini edinmeye başladı. Bu Kürtlerden biri olarak 90’ların sonunda üniversiteden köye tatile geldiğimde, benim için devletin kullandığı dille ‘terörist’ veya ‘Kürtçü’ dendiğini az çok duyardım. Oysa çok değil, 10 yıl sonra 2010’larda bir yandan reel siyasette Kürtlerin güçlenmesi, diğer yandan yeni kuşakların özellikle kitle iletişim araçlarının etkisiyle ulusal bilinçlerinin yükselmesi ve yerleşiklerin ulusal bilinci arttıkça yer yer söylemsel düzeyde de olsa yerleşik olmayan, sonradan gelenler de aynı muameleyle karşılaşıyorlar. Örneğin Konya’nın Cihanbeyli ilçesinde 7 Haziran’da HDP %35 gibi çok yüksek bir oy aldı. Bu oy oranı, iktidarın ırkçı söylemleri ve HDP’ye dönük ayrımcı politikaları nedeniyle yerleşiklerin ‘yediği kaba pisleyenler’ olarak algılanmasına neden oldu. Buna rağmen aynı bölgede 2018’de HDP’nin oy oranı %30. Dolayısıyla Orta Anadolu Kürtleri açısından geri dönülmez bir ulus bilinci sürecinden bahsedebiliriz. Genç nüfus içinde bu oranlar çok daha yüksek. Yaşlı nüfus özellikle asimilasyon politikalarının da etkisiyle hala daha çekingen.”
Sistematik bir şeye dönüşebilir
Mehmet her ne kadar yerleşiklere dair farklı bir alan çizse de bu saldırıların sistematik bir hale gelebileceğine de dikkat çekiyor bir bakımıyla. Öte yandan yerleşik olmayan Kürtlerle yerleşik olanlar arasındaki bağın da güçlendirilmesi gerektiğine de vurgu yapıyor: “Yerleşiklik tanımı etrafında kısaca özetlemeye çalıştığım bu önemli durumun ışığında meseleye baktığımızda, bugün kolay lokma olarak görülenlere dönük saldırıların yarın yerleşiklere dönük sistematik bir saldırıya dönüşmesi olasılık dahilinde; ancak bu olasılığın gerçekleşmesi için Orta Anadolu’da yaşayan Türklerin buna ikna edilmesi gerekiyor. Bu ikna sürecinin 300 yıllık ekonomik ve toplumsal ilişkileri göz önünde bulundurduğumuzda mevsimlik işçilere karşı kışkırtılan paramiliter grupların ikna süreci kadar kolay olamayacağı da açık. Çünkü son katliam da dahil genel olarak saldırılar geniş halk kitleleriyle değil, küçük paramiliter gruplarla düzenleniyor. bu gruplar saldırı sonucunda cezalandırılmayacaklarının bilinci ve kendilerine sağlanan çeşitli yasal ve yasal olmayan korumalar sayesinde daha rahat mobilize olabiliyorlar. Yine de mevcut iktidarın geniş halk kitlelerini kışkırtmak için elinden geleni yaptığını ve yapacağını da akıldan çıkarmadan, bu kitlesel ve ırkçı şiddetle mücadele ederken yerleşik olsun olmasın tüm Kürtlerin bu ülkedeki tüm vatandaşlarla eşit olduğunun altını çizmek; halkların birbirleriyle bir husumeti olmadığını, temel sorunun devlet aygıtı ve ayrımcılığa uğrayan Kürt realitesi arasında olduğunun her fırsatta altını çizmek gerekiyor. Orta Anadolu Kürtlerinin de yerleşik olmayan Kürtler ile ilişkilerini daha da sıklaştırması (bu ilişkiler epey zayıf), HDP gibi kurumların yerleşik olmayanlarla daha fazla iletişime geçmesi de önemli.”
Roni Aram/İstanbul