“Sokak” derken… / H. Selim Açan

Ne kadar etkileyici olursa olsun tek başına ‘sokak’, hayatı durdurma, burjuvaziyi köşeye sıkıştırıp geri adım atmaya zorlama gücüne sahip değildir. Bu imkânı sadece üretim alanında buluruz.

Türkiye solunda devrimciliği biçime indirgeyen yüzeysel yaklaşımlarla çok karşılaşırız. Bir politika ya da tutum hatta örgütlerin karakteri değerlendirilirken bile özden çok biçime bakılır. Belirli slogan ve biçimler fetişleştirilerek devrimciliğin ölçütü haline getirilir.

Hal böyle olunca önü arkası fazla düşünülmeden kalkışılan işler, altı boş keskin devrimci söylem ve tespitler, farklı düzlemlerde ‘mış gibi yapılan şovlar bile bazılarının gözlerini kamaştırmaya yeter.

Lakin hayat hükmünü yürütür, bu tarz bir devrimcilik ya da solculuğun elde edebileceği en etkili sonuçların dahi suyu avuçlamaktan farksız geçici/dönemsel karakteri eninde sonunda kendisini gösterir. Fakat bu arada belirli bir zaman, güç ve enerji kaybı yaşanmış olur. Daha da vahimi, tortu olarak geriye umut ve beklentilerin gerçekleşmemiş olmasından kaynaklanan hayal kırıklığı ve bundan kaynaklanan güvensizlikler kalır. “Devrimcilik” algısı ve misyon bilincindeki çarpılma da cabası.

Benzer bir risk, son dönemde devrimcilikle reformist yaklaşımlar arasında belirgin bir ayrım çizgisi özelliği kazanan “sokak” konusunda kendini göstermeye başladı.

***

Kapitalist sistemin genel krizindeki derinleşmeye paralel –daha doğrusu onun bir parçası, bileşenlerinden biri– olarak AKP-MHP-Ergenekon faşist blokunun yaşadığı güç kaybı, bu iktidara karşı muhalefet ve mücadele dinamiklerini de ivmelendirdi. Bu bağlamda kendisini solda gören siyasal güç ve örgütlenmelerde de bir canlanma baş gösterdi, siyasette ve toplumsal yaşamda etkili olmanın yeni yol ve yöntemleri aranmaya başladı. Bu arayış, örgütsel planda “solda ittifak-güç birliği” çağrıları biçimine bürünürken siyasal planda ise izlenecek dönemsel stratejinin odak noktasını neyin oluşturacağı temelinde yeni saflaşmalar ortaya çıkardı.

Bu ikincisi kabaca “sandık mı sokak mı” ikilemi biçiminde çıkıyor karşımıza. Bunlardan ilki, hangi koşullarda ne zaman olacağı bile belirsiz bir seçime hazırlanmayı esas alıp gücün tek kişide toplandığı führerci rejim modelinde asma yaprağı işlevi dahi kalmamış bir parlamentoda “güç” olmayı hedefleyen dönem stratejisini ifade ederken; kendisini “sokağı esas almak” şeklinde tanımlayan yaklaşım ise üretim ve yaşam alanlarında kendini gösteren muhalefet hareketleri ve dinamikleriyle eylem temelinde buluşup kaynaşmayı merkeze koyan bir anlayışı temsil ediyor.

Bunlar arasındaki ayrım bu özetlemedeki kadar basite indirgenemez elbette ama esas alınan tercihlerden hareketle öne çıkarılan hedeflerden seçilen biçim ve yöntemlere, ittifaklar siyasetinden kullanılan söylem ve sloganlara kadar dönemin siyasetine hangi önceliklerin yön verdiği göz önüne getirilecek olursa bunlar arasındaki farkı reformculukla devrimcilik farkı olarak tanımlamak yanlış olmasa gerektir.

Tam bu noktada ikinci bir soru çıkar karşımıza: Sokağı esas almak, bunu söylem düzeyinde de bırakmayarak zaman zaman (hatta sık sık) sokağa çıkmak tek başına “devrimcilik” göstergesi sayılabilir mi?

Girişte dikkat çektiğimiz biçime dayalı yüzeysel bakış açısı bu soruya tereddütsüz “evet” yanıtı verir. Bize göre ise belirleyici noktayı sokak’tan ne anlaşıldığı, sokağın nasıl kullanıldığı oluşturur.

***

Sokak denildiği zaman akıllara ilk anda doğal olarak ‘mekân’ gelir. Bu ‘mekân’ın kullanımı -özellikle de günümüz koşullarında- her şeyden önce kendi gücüne güven ve onu konuşturma anlamını taşır. Bu yönüyle ‘sokak’, bir meydan okumadır, devletin koyduğu yasakları, onun yasa ve kurallarını tanımama iradesinin dile gelişidir. Bu meydan okuma elbette bunun bedellerini göze almayı da içerir. (Yalnız bu bedellerin dönemden döneme hatta aynı dönem içinde öznelere göre değiştiğini de gözden kaçırmamak gerekir.)

Lakin sokağı salt bu boyuta indirger, onu sadece içerdiği bu anlam/mesaj yönüyle algılayıp tanımlamakla yetinirsek biçimi fetişleştirmenin, dahası onun sulandırılıp göz boyama aracına dönüşmesinin de önünü açmış oluruz.

Çünkü sokak mekân olarak da heterojendir. Az çok ortak çizgilere sahip şekil kazanmış bir kuvveti ifade etmekten çok şekilsiz, geçici ve gevşek birlikteliklerin gerçekleştiği bir zemindir. Kaldı ki sokaktan sokağa da fark vardır. Örneğin Kadıköy-Moda sokaklarıyla Esenyurt ya da Gebze sokakları bir ve aynı değildir.

Bu farkın farkında olmak, siyaseten bizi soyut ve muğlak bir sokak fetişizminden korumakla kalmaz, “sokağın gücünü” nerede nasıl konuşturmamız gerektiği konusunda da kılavuz ipi rolünü oynar.

Konuya bu açıdan yaklaştığımız zaman devrimci bir sokak siyaseti ile reformist sokak şovları arasındaki fark karşımıza çıkar. Başka bir anlatımla, devrimci bir “sokak siyaseti”nin özünü/yaptırım gücünü nerede aramamız gerektiğiyle karşılaşırız.

Sokak siyasetine karakterini veren özelliği hangi toplumsal kesimleri etkileyip harekete geçirmenin amaçlandığı oluşturur. Bu bağlamda “sokak siyaseti” dediğimiz siyaset tarzı kalıcı sonuçlar elde etme yani dönüştürücü bir işlev anlamında devrimci bir rol oynamak istiyorsa işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimleri hedef alıp onlarla ilişkilenme çizgisinde yürütülmek zorundadır. Yoksa sokak bir “iç boşaltma” mekanizmasına dönüşeceği gibi devrimcilik-reformizm farkının silikleştiği bir zemin özelliği de kazanabilir.

***

Bu anlamda, “sokağı kullananlar devrimcidir, kullanmayanlar da reformist” şeklinde indirgemeci bir genelleme yapılamaz. Reformistler de pekala sokağa çıkıp onu kullanabilirler. Bırakalım geçmişi ya da dünyadan verilebilecek örnekleri, son döviz vurgununa tepkilerin sokağa taştığı 23 Aralık gecesi ve sonrasında özellikle elektrik ve doğalgaz zamlarını protesto eylemleri sırasında BMG ve Halkevleri yanında TİP’inden TKP’sine, EMEP’ten SOL Parti’ye kadar hemen herkes sokağa çıktı. İlk gece sergilenen reflekslerin hepsi günümüz koşullarında önemli ve değerliydi elbette. Ama sonraki günleri de kapsayacak şekilde bu sokağa çıkışların hepsinin aynı niyetle yapıldığını yani birkaç hafta içinde biraz daha yoksullaşmanın acısını ve öfkesini yaşayan işçi ve emekçi yığınları cesaretlendirerek onları da sokağa çıkmaya ve eyleme teşvik amacını güttüğünü söyleyebilir miyiz?.. Ayrımsız böyle bir genelleme yapabilmek için ya kendimizi fazlasıyla “naif” olmaya zorlamamız ya da devrimci bir siyaset tarzı ile sırf “desinler…” görüntüsü vermek amacıyla hareket eden “gösteri siyaseti” arasında herhangi bir fark görmüyor olmamız gerekir. (Zaten Türkiye’de bugün kendisini sol’da gören camianın hâlâ kurtulamadığı post-modernist yaklaşım ve ölçü çarpıklıklarından birini de “muhalif tutum” kavrayışının vıcık vıcık bir liberalizme denk düşmesi oluşturuyor.)

Her biçim gibi sokağın da kötü kullanımı, şov mekânına dönüştürülerek yozlaştırılması ‘sokak siyaseti’ne mal edilemez elbette. Fakat biçimin bu tarz yozlaştırmaya müsait bir muğlaklık içermesinden de öte bizzat sokağın en etkili kullanım örneklerinin yaratabildiği kalıcı sonuçların sınırlılığı bu zayıf noktanın yapısal karakteri üzerinde durmaya/düşünmeye davet olarak görülmelidir. 2011-2013 kesitinde birbirlerine eklemlenerek büyük umut rüzgarları estiren Sintagma (Yunanistan), Wall Street’i İşgal Et (ABD), Puerta del Sol (İspanya), Gezi, Rio… başkaldırılarının bütün kitleselliğine, militanlığına, yaratıcılığına ve görkemine karşın kendi kendine sönümlenmekten kurtulamayışları, sokaklara çıkıp meydanları doldurmanın tek başına yetersizliği/yetmediği gerçeğinin görülmesi bakımından uyarıcı örneklerdir. Dolayısıyla soyut ve muğlak bir ‘sokak’ vurgusuna geçerlilik alanının çok ötesine geçen bir rol ve anlam yükleyen sokak fetişizmine kapılmamak gerekiyor.

Aynı gerçeği, Türkiye’de ‘sokak’ siyasetinin sembolleri haline gelen mekânların teker teker elimizden alındığı gerileme sürecinin seyrinden de görebiliriz.   ‘Sokak’ denildiği zaman bir dönemin simgesi Taksim’di. Devlet Taksim’i hedef alıp kullandırmama yönelimine girince -Taksim ısrarı Taksim’le sınırlı kaldığı, başka cephelerden desteklerle güçlendirilemediği için- Galatasaray’a çekildik. Sonra orası da elimizden alındı; ‘sokak’ bu kez Kadıköy İskele Meydanı’na taşındı. Sonra Altıyol Boğa heykeli oldu, şimdilerde Bahariye Caddesi’nde Süreyya Operası’nda tutunmaya çalışıyoruz. Bunların hepsine hemen teslim olunmadı elbette ama sadece ‘sokak’la, bir zamanlar sokağın sembolleri olan mekânları kullanma ısrarıyla sınırlı kalan bir direnişin ‘sokak’ın daraltılması karşısında bile yetersizliği bu seyirde de karşımıza çıktı.

Çünkü, ne kadar etkileyici olursa olsun tek başına ‘sokak’, hayatı durdurma, burjuvaziyi köşeye sıkıştırıp geri adım atmaya zorlama gücüne sahip değildir. Bu imkanı sadece üretim alanında buluruz.

***

Sonuç olarak, günümüzde kendisini “sokağı esas almak”la tanımlayan devrimci yaklaşım, sadece reformizmden farkını daha net çizgilerle göstermek gereğinden dolayı değil asıl olarak hangi sınıf ve toplumsal kesimleri, hangi anlayış çizgisinde bir araya getirip harekete geçirme amacı ve çabası içinde olduğunun net olarak görülebilmesi için muğlak bir ‘sokak’ söylemiyle yetinmenin ötesine geçmelidir. Kapitalizmi ve burjuvazinin sınıf iktidarını yıkmayı hedefleyen devrimci bir yaklaşımla hareket ediliyorsa şayet, ‘sokağı’ militan bir sınıf mücadelesinin somut temel biçimleri olarak grev, genel grev, genel direniş, militan kitle gösterileri, boykot, işgal vb. şeklinde adını koyarak tanımlamalıdır. Çünkü ‘sokak’ bunlarla birleştiği ölçüde güçlü ve sonuç alıcı hale gelir.

Daha önce başka bir vesileyle de ifade ettiğimiz gibi,

“Bu basit bir tanımlama sorunu olarak görülmemeli(dir). (Konu) Neoliberal dönemde sınıf gerçeğinden ve sınıftan kaçışın gerekçesi haline getirilen sendikal ve siyasal anlayışların lekelerinden arınmak gibi ideolojik bir boyut ve öneme sahip(tir). Başka bir anlatımla, proletarya ve ezilenlerin tarihsel mücadele biçimlerini adlı adınca anarak huzursuzluk ve arayış içindeki emekçi yığınların görüş alanına taşınması sınıfı ve kitle militanlığını esas almanın doğal bir parçası ve gereğidir.

Ek olarak bu netlik, bu biçimleri uzun zamandır unutmuş öncüleri de sarsıp faaliyetlerinde bu biçimleri pratikleştirme yönelimini esas almaya zorlayan bir işlev görecektir.” (Kalıcı Devrimci Sonuçlar Peşinde Koşmakla Reformist gelgeç Hevesleri Ayrıştırmak Zorunluluğu, El Yazmaları, 14 Aralık 2021)

sendika.org

alinteri

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir