Ölüm Kampında Özgürlük Filizi / Baran Günebakan

Çorlu tren faciasında yaşamını yitirenlerin yakınlarının yargılandığı davanın duruşması geçen hafta içinde görüldü. Dava, saray iktidarının faşist gerçeğini resmediyordu tüm yalınlığıyla. Acılı analar, babalar ve kardeşler, 2018 yılında Çorlu’da hızlı trenin beş vagonunun raydan çıkması sonucu yirmi beş insanın hayatını kaybetmesinin ardından adalet istedikleri, devletin açık ihmaliyle meydana gelen bu toplu katliamın hesabını sordukları için yargılanıyorlardı. Tıpkı aile fertlerini AKP’lilerin silahlı saldırısında yitiren ve aylardır adliye önünde adalet arayan Şenyaşar ailesine açılan sayısız davada olduğu gibi.

Yaşadığımız topraklar, Erdoğan’ın tepesinde durduğu faşist saray rejimi ve kapitalist yağma düzeni tarafından tam bir ölüm kampına çevrildi.

Ocak ayının sonunda, ataması yapılmayan öğretmen Mustafa Kaya intihar etti. Birkaç gün sonra, Ocak ayı verileriyle yıllık enflasyon oranı, TÜİK tarafından yüzde 48,69, Enflasyon Araştırma Grubu tarafındansa yüzde 114,87 olarak açıklandı. Yani emekçiler için başa çıkılamaz hayat pahalılığı, işsizlik, borçluluk ve yoksulluk, intihar adı altında art arda yeni canlar almaya hazırdı. Zaten, 2021 yılında intihar sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı bin 800’ü bulurken, 20-30 yaş arası gençlerde intiharlar önceki yıla göre yüzde 15 arttı. Tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın yaşamına son vermeden önce dile getirdikleri, “19 yaşımı asla böyle hayal etmemiştim, Türkiye’de hiçbir genç gelecekten umutlu değil” şeklindeki sözleri halen kulaklarımızdaydı.

Ocak ayının sonunda, Kocaeli’ndeki lastik fabrikasında makinaya sıkışan Mehmet Nezir Demir hayatını kaybetti. Aynı ay içinde bir inşaat işçisi, bir tarım işçisi, bir tersane işçisi, motokurye işçisi  çalışırken hayatını kaybetmişti. 2021 yılında en az 2 bin 170 işçi, iş cinayetlerinde katledilmişti. Hendek’teki Havai Fişek Fabrikası’nda yedi işçiyi kanlı sermaye birikimine düpedüz kurban eden patron, faşist saray rejiminin mahkemesinde aklanmak için duruşmaya çıkıyordu.

Şubat ayının başında, Şahizer Ayçelek evli olduğu erkek tarafından Zonguldak’ta katledildi. Onun cansız bedeninin etrafına, Adıyaman’da boşanmak istediği erkek tarafından bıçaklanan Canan Işık ya da İzmir’de transfobik nefret saldırısına maruz kalan Günay Özyıldız’ın taptaze anıları saçıldı. Ocak ayında, cins kırımı düzeyinde gerçekleşen kadın cinayetleri yirmi altı kadını yaşamdan koparırken, yirmi sekiz kadının ölümü de kayıtlara “şüpheli” olarak geçiriliyordu. “Yüksekten düşerek ölmek”, cins kırımının artık tipik bir biçimiydi. Katil erkeklerse, erkek egemen faşizmin polisine, savcısına ve yargıcına tam bir güven duyuyorlardı. Öyle ya, faşist şef Erdoğan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararıyla önlerini iyice açmıştı.

Şubat ayının başında, yalnızca iki gün içinde, Edirne sınırında on dokuz mülteci donarak yaşamını yitirdi. Gestapo bakanı Süleyman Soylu ise Yunanistan’ı suçlamakla yetindi.

Şubat ayının başında, koronavirüs kaynaklı can kayıpları her gün 200’den fazla insanın hayatını kaybettiği bir düzeye ulaştı. Fahrettin Koca, kameralar önünde “endişesi”ni dile getirirken, diğer yandan, güvenilirlik kriterlerinden yoksun Türk aşısı, Tabipler Birliği’nin tüm bilimsel uyarılarına ve itirazlarına rağmen, salt milliyetçi bir şov malzemesi olarak endişesizce piyasaya sürülüyordu. Ve diğer yandan, işçi sınıfı toplu taşıma araçlarında ve üretim mekanlarında endişesizce sıkış tepiş tutulmaya devam ediyordu.

Şubat ayının başında, ağır hasta mahpus Turgay Deniz Metris Hapishanesi’nde yaşamını yitirdi. Ondan hemen önce, bu kez Bolu F Tipi Hapishanesi’nde, 30 yıllık mahpus Ahmet Bilgin sonsuzluğa yürümüştü. Faşist saray iktidarı, zindanlardaki işkence ve tecrit rejimini tam bir fütursuzlukla pekiştirdikçe, Adli Tıp Kurumu’nu da ölüm fermanlarının dağıtım merkezine dönüştürüyordu. Ağır hasta tutsaklar, bu faşist intikamcılığın, bu siyasi cinayet furyasının öncelikli hedefi oluyordu.

Ocak ayının sonunda, üniversiteye hazırlanan 23 yaşındaki Abdulgaffar Dayan Cizre’de zırhlı araç tarafından ezildi. Bir hafta önce de, bir uzman çavuşun kullandığı otomobil Kızıltepe’de Hazna Su’ya çarparak katletmişti. Kuzey Kürdistan kentlerinde ve kırlarında, ulusal özgürlük mücadelesine katılan Kürtlerin payına, zaten öteden beri, sokakta kurşunlanarak, SİHA’yla vurularak, askeri helikopterden atılarak, bedeni lime lime edilerek, kaldırım kenarına gömülerek yok edilmek düşüyordu.

Şubat ayının başında, faşist saray iktidarının işgalci kuvvetleri, Mahmur, Şengal ve Derik’i bombalayarak, Başûr ve Rojava Kürdistan’da yeni bir katliama imza attı. IŞİD dolayımıyla Hesekê’de gerçekleştirilen kanlı baskın devrim güçlerinin direncine çarpınca ve amacına ulaşamayınca, işgalci faşizm derhal dolaysızca saldırıya geçiyordu.

Bu toprakları bir ölüm kampına dönüştüren faşist saray rejimi karşısında burjuva muhalefetin erken seçim çağrılarının hükmü nedir ki?! Emekçiler ve ezilenler için bu ölüm kampından politik özgürlüğe çıkışın yolu dişe diş antifaşist direnişten başka nedir ki?!

Burada bir defa daha yinelemeye değer: Fiili meşru mücadele sahasında birleşik güçlerin varoluş amacı ve politik sorumluluğu, işte bu özgürlüğe çıkış kapısını boylu boyunca açmakta öncü bir rol oynamaktır. Birleşik güçlerin mücadelesi, evlatları bu ölüm kampında her gün öbek öbek kefenlenen halklarımızın bağrında yeşeren özgürlük filizidir.

Birleşik devrimci irade işçilerin ve ezilenlerin demokratik hareketlerinde, sokaktaki antifaşist direnişlerde, faşist katliam saldırılarına karşı özsavunma pratiklerinde, ortak politik kampanyalarda, emekçi mahallelerindeki, işçi havzalarındaki, okullardaki ve kampüslerdeki ortak örgütlenmelerde daha fazla ışıldadıkça, bu özgürlük filizi alabildiğine serpilip gürleşecektir.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir