AKP-MHP faşist ittifakı Rojava’ya dönük işgal saldırılarına hava ve topçu saldırılarıyla devam ediyor. Uluslararası dengeler kara işgalini henüz engellemiş gibi dursa da Avrupalı elçiliklerine gönderilen “Sınırlardan uzak durun” uyarısı T.C.’nin her türden kitle katliamı ile işgal hazırlıklarını tamamlayacağını göstermektedir. Türk devletinin kuruluşundan bu yana Kürt halkı hem baş tehlike hem de baş düşman olarak görülmüştür. En ağır saldırılar en ağır zulümler asıl olarak her zaman Kürt halkının yaşadığı coğrafyalara uygulanmıştır. Türkiye, Irak’tan İdlib’e kadar bir Türk-Arap kemeri kurmaya çalışıyor. Kürt halkına yönelik etnik bir soykırım saldırısı içinde. Bu en son Erdoğan’ın televizyon konuşmalarına da yansıdı. Diğer burjuva ittifakı olan Millet İttifakı da Misak-ı Milli ekseninde devletin bekası ile ilişkilendirerek iktidarın yanında diziliyor, desteğini veriyor. Zaten bu burjuva muhalefet ittifakının, mevzu Kürt halkı olunca ya da Kürdistan’ı işgal olunca benzer eksenleri ve dizilişleri var. Her saldırıda Erdoğan’ın koltuk değneği olmayı görev bilinciyle yapan muhalefet aslında Erdoğansız bir yönetimde de benzer uygulamaların devam edeceğini gösteriyor.
Faşist ittifak havadan yapılan saldırıların ardından işgali karadan da tamamlamayı planlıyordu. Kimi devletlerin yaptığı açıklamalar ile bu durum şu anda durmuş gibi gözüküyor. Ancak şu anda dursa da her türden ilişki ve tavizle Rojava’yı boğmaya çalışacağı kuşku götürmez.
Özellikle seçim çalışmalarının daha hızlanmaya başladığı süreçte işgalin olabileceği asla akıldan uzak tutulmamalıdır. ABD ve Rusya üzerinden Türkiye’nin işgal isteğine kimi sınırlandırmalar olsa da her iki blok ile kurulan tavizkar çıkar ilişkisi daha önceki işgal karşısındaki kimi tutumların aşılması örneklerinde olduğu gibi benzer durumları hızla ortaya çıkabilir. Özellikle son dönemde ABD-Rusya arasındaki kimi istihbarat görüşmeleri, yaptırımları dengeleme arayışları, Ukrayna üzerinden ortaya çıkan sonuçları hafifletme istekleri, dünyada yaşanan ekonomik resesyonun da etkisiyle ortaya çıkan dengeyi Türkiye işgale bir zemin yaratmak için kullanıyor, kullanacaktır.
Rojava’ya yönelik işgalin Türk devletinin genetik kodlamalarında olmasının yanı sıra mevcut konjonktürde emperyalist kapitalizmin de 3. dünya savaşı konseptinde önemli bir yerde durmaktadır. Ortadoğu, özellikle Kürdistan bu savaşın önemli mevzisidir. Bu nedenle de emperyalistlerin kimi karşı açıklamaları kitle hareketini ve örgütlü güçleri yanıltmamalıdır. Çünkü dün “Olmaz, hiçbir şekilde konuşmayız, görüşmeyiz” denilen Mısır diktatörü Sisi ve Siyonist İsrail ile ilişkileri normalleştirme çabaları bile egemenlerin çıkarları ve kendi pozisyonlarını kurtarmak için her türden tavizkar ve çıkarcı bir ilişkiye çok hızlı geçebileceklerini gösteriyor. Ve unutulmamalıdır ki Rojava’ya yönelik yapılan her saldırı ABD, AB ve Rusya’nın kontrolü ya da onayıyla gerçekleşiyor.
İran’daki ayaklanmanın şiddetle bastırılma çabasına karşın halkın isyanının sertleşerek devam etmesi faşist molla rejimini zorluyor. Bu duruma karşı Rojhilat ve Başur Kürdistan’daki saldırganlığını arttırdı. Aynı zamanda Türkiye’nin Rojava’ya saldırısına da PKK’yi tasfiye etmek, etkisini daraltmak için Esad ile görüşmeye zorlama, Rojava ve Başur’da T.C’ye istihbarat verme gibi eylemlere girişeceği görülüyor. Tarihsel eğilimi Kürt ulusunun birliğinin önüne geçme ve statü kazanmasına engel olduğu için yeni durumda bölge sömürgecileri arasında işbirliği oldu, oluyor.
Burada esas olarak Bakur Kürdistan’ı ve Türkiye sahasında ortaya çıkacak kitle hareketi çok kritik bir unsur olacaktır. Öbür türlü egemenler veya emperyalistler arasındaki çelişkinin bir sınırı var ve her an kendi çıkarları için Rojava’nın dağıtılmasından Kürt halkına yönelik etnik temizliğe kadar katliam ve işgallere ses çıkarmadığı gibi istihbarat vb. destekleri de verebilir. O nedenle Rojhilat’tan başlayıp Belucistan ve Azeri bölgelerine yayılan isyan hareketi çok önemli bir motivasyon yarattığı gibi bölgedeki halklara ve direnen mücadele kesimlerine moral vermiş, yol göstermiştir.
Bu kadar karanlık ve kaosun olduğu dönem yeni umutları da yeşertiyor. Örneğin halk hareketleri, emekçi yığınların başkaldırıları, kadınların kurtuluş kavgası her gün yeni yeni mevziler kazanıyor. Bir coğrafyada başlayıp başka başka coğrafyalara sıçrayarak emperyalist kapitalist düzenin korkulu rüyası oluyor. Zaman şimdi bu mücadele hatlarını birleştirerek devrime taşıma ve kirli düzenden kurtulma zamanıdır. Kürdistan’daki işgal saldırıları ile Türkiye metropollerinde yaşanan açlık ve yoksulluğun faili aynıdır. O nedenle, özellikle Türkiye metropollerinde bu saldırılara “dur” demek kurtuluşun anahtarıdır. Tek yolun birleşik bir devrimde olduğu açıktır. Emekçi halkların yanılsamalara kapılıp düzen siyasetinin girdaplarında boğulmamasının yegane yolu birleşik devrimdir.