2022’yi ekonomik-siyasi terörün her açıdan tırmanması ve yarattığı yıkıcı sonuçların yanında 8 Mart ve Newroz’da doruğa çıkan görkemli direnişlerle de hatırlayacağız.
2022, emekçilerin yoksulluk ve yoksunlaşmakta dibe doğru çekildikleri, patronların daha da pervasız davrandığı bir yıl oldu. İşçi sınıfı daha kuralsız bir çalışma rejimine doğru çekildi. İş cinayetlerindeki tırmanış bu gerçeğin simgesel ifadesi oldu. Doğanın-kentin-toplumsal hayatın yağmalanmasında daha fütursuzlaşıldı. Kürdistan’ın ormanları, Ege’nin, Karadeniz’in yeşil alanları ya da tarım arazileri gözü dönmüş bir yağmaya açıldı. Kadına yönelik saldırganlık, rejimin gündelik hayatı gerici bir temelde yeniden örgütlemekte atak üstüne atak yapmasıyla daha da siyasallaştı.
Kürt halkına yönelik düşmanlıktaki derinlik, saldırı biçimlerinin her açıdan çeşitlenmesiyle sürdü. “Çöktürme planı” denilen kanlı-karanlık strateji kapsamlı bir pratiğin konusu edildi. Kürt halkının kazanımlarının-direniş hafızasının, Kürtlük bilincine sahip olmanın kendisinin tarihten silinmek istendiği sayısız biçimde ilan edildi.
Soylu’nun “Özel bir ekip kurduk, yakından ilgileniyor” dediği hapishaneler kelimenin gerçek anlamıyla ölüm evlerine dönüştürüldü. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit en katı biçimiyle sürdürülürken, genel olarak tüm hapishanelerdeki baskı ve tecrit biçimleri koyulaştı, hasta tutsaklar adeta ölüme mahkum edildi. Tecrit ve ceza infaz rejimi, dışarıda nasıl bir toplumsal hücre kurulmak istendiğinin de simgesi oldu.
Etnik-mezhepsel farklılıklar özel saldırı konusu edildi. “Kültürel” bir ritüel olarak tanımlanıp devletin merkezi denetimine alınmak istenen Alevilik, özel bir hedef haline getirildi.
LGBTİ+ düşmanlığı nefretin toplumsallaştırılması çizgisine taşındı. Aynı kin ve ırkçı düşmanlık mültecilerin hedef haline getirilmesinde de sürdü. Onları gözlerini kırpmadan bir iç savaş enstrümanı olarak kullanabileceklerini döne döne hissettirdiler.
Kısacası, Sünni-Türk ve erkek egemen sistemin “makbul” ölçüsünün dışında kalan tüm farklılıklara ya açık düşmanlığın hedefi olmayı kabullenmek ya da sistem tarafından özümsenmek dayatıldı.
Toplumu bu tek tipleştirme cenderesine sıkıştırmak için yürütülen çok yönlü saldırıların azgınlığına rağmen faşist diktatörlük, Kürt halk hareketi ve kadın dinamiği başta olmak üzere toplumsal mücadele dinamiklerinin inatçı direnişini karşısında buldu. Koyduğu yasaklara ve estirdiği polis terörüne rağmen ne 8 Mart’ı ve Onur Yürüyüşlerini ne de kitlelerin meydanlardan taştığı Newroz’u engelleyebildi.
Hasta tutsakların tedavisi ve tecride karşı direniş 2022’nin başlıca mücadele gündemlerinden biriydi. Tutsak yakınları ve dayanışma örgütlerinin mücadeleleri kesintisiz sürerken özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecritin kaldırılması için girişilen Gemlik Yürüyüşü çarpıcı bir siyasal kararlılık gösterisi olarak iz bıraktı.
Yılın son aylarında BMG’nin de katılımcıları arasında yer aldığı işgal ve kimyasal silah saldırılarına karşı girişilen mücadeleler faşist rejimin teşhirinde önemli bir rol oynadı.
Arzulanan sıçramalı gelişme temposunu henüz yakalayamamış olsa da işçi sınıfı hareketindeki canlanma 2022’de de sürdü. Fitilini Trendyol emekçilerinin yaktığı kurye direnişi kısa sürede bütün sektörü kapladı ve net kazanımlarla sonuçlandı. Migros direnişi, Farplas, Alpin ve Öztaş çorap direnişleri, Aliağa gemi söküm, inşaat , enerji ve PTT işçilerinin direnişleri 2022’de öne çıkan direnişler oldu.
Rejim, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlere tam 727 gündür diz çöktüremedi. Gençlik örgütlerinin mücadelesi çok değişik biçimlerde sürdü, Suruç Katliamı anma etkinliklerinde olduğu gibi birleşik gençlik mücadelesi yer yer görünür ve etkili de oldu.
2022 yılının bir diğer inatçı direniş dinamiğini yaşam alanlarını savunan köylüler oluşturdu. Rize-İkizdere ve Muğla İkizköy-Akbelen direnişi bu mücadelenin öne çıkan mevzileri oldu. Bu arada ölüm gemisi São Paulo’nun gelişinin engellenmesi bu cephede önemli bir kazanımdı.
Şenyaşar ailesinin ve tutsak ailelerinin adalet direnişleri, kavgada ısrar ve kazanma iradesinin esin verici örnekleri olarak belleklere kazandı.
Sınıf mücadelesinin bu iki yüzü de süreklilik içinde 2023’e devretti.
Gelişmelere baktığımızda, iktidarı kaybetme korkusuna kapılmış olan AKP-MHP faşist koalisyonunun ve kriz içindeki burjuvazinin saldırılarının daha kapsamlı bir nitelik ve derinlik kazanacağını öngörmek zor değil.
Devrim cephesinin buna vereceği yanıtın kapsamı ve şiddetini ise en başta biz öncülerin sergileyeceği performans tayin edecek.
Faşist karşı devrim 2023’ün ilk hamlesini bir kez daha Paris’te yaptı. Büyük olasılıkla aylardır yattığı hapishanede MİT tarafından angaje edilmiş ırkçı bir tetikçi eliyle Kürt özgürlük hareketinin temel direklerinden kadın hareketinin seçkin öncülerinden Evîn Goyi’yle kültür cephesinden Mir Perver ve devrimin emekçilerinden Abdurrahman Kızıl’ı hedef aldı. Yeni yılın ilk günlerinde MLKP’li iki öncü komünist diktatörlüğün saldırı hedefi oldular. Ahmet Şoreş ve Fırat Newal, birleşik devrimin iki komutanı ve sıra neferi olarak ölümsüzlüğe yürüdüler.
Avrupa demokrasileri tam bir iki yüzlülükle devrimcileri AKP-MHP faşist ditatörlüğüne teslim ediyor. NATO üyeliğinin kirli ilişkileri yumağındaki İsveç’in bir HDP’li yurtseveri Türkiye’ye teslim etmesi, yine Sırbistan’ın Ecevit Piroğlu’nu tutuklayarak Türkiye’ye teslim etmek istemesi bunun son örnekleri.
Elbette ki, renkli arama ve infaz listeleri, saldırı ve suikastlar yeni değil. Fakat daha katmanlı, daha kalleşçe biçimler kazanarak sistematikleşmesi önümüzdeki dönemin ruhunun da özeti.
Fakat bunlar bir yönüyle de seçim öncesinde yelkenlerini bir kez daha şovenizm rüzgarıyla şişirerek güç toplama hesapları yapan ırkçı faşist rejimin Zap, Metina ve Avaşin’de gerilla karşısında uğradığı bozgunun kuyruk acısını mücadelenin başka cephelerinden çıkarma çabasıdır.
2023’ün kapısı sadece bizim cephemize dönük saldırılarla açılmadı. Toplumsal muhalefete ve devrime yönelik saldırganlık faşist iktidar blokunun kendi iç çelişkilerini bastırmaya yönelik yöntemlerindeki farklılaşmayla birleşti. Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş cinayeti, iktidardaki faşist koalisyon ortaklarının nasıl bir sıkışma ve panik içinde olduklarını ele verdi. Bu cinayet, koltuklarını kaybetme korkusunun büyüklüğü yanında içlerinde çıkabilecek bir ‘muhalefet’e dahi tahammülsüzlüklerini gösterdi. Dahası faşist çetelerden, torbacılardan, cihatçılardan oluşan paramiliter yapılanmanın devletin resmi kolluk gücü, siyasi uzantıları, yargısı ve bilcümle tümüyle ne kadar organik bir ilişki içinde olduğunu ortalığa seriverdi.
İdeolojik-siyasi-kültürel bir çürümeyle nefes alıp verebilen rejim, bu tarihsel eşikte “Aklınızın alamayacağı şeyler yaparım” demeyi ardı ardına yaptığı ataklarla döne döne hatırlattı.
Tüm bu tabloyu dünyada değişen dengeler, rejimin bu denge-dengesizlik halini kendi lehine kullanma çabasıyla birlikte okumak gerekir.
Özetlemeye çalıştığımız bu tablo gerek dünyada gerekse Türkiye ve Kürdistan’da son derece kritik bir eşiği ifade ediyor. Kapitalist sistemin kendi yasalarını alenen rafa kaldırdıkları, dünyadaki yayılmacılık ve güç mücadelelerinin bölgesel vekalet savaşları biçiminden giderek belirginleşecek şekilde bir dünya savaşına doğru evrildiği bir eşik bu.
Ekonomik krizin boyutları, sistemin kendisini yenilemekte dünle kıyaslanmayacak ölçüde zorlanması bir taraftan faşist hareketlere güç kazandırıyor ama bir taraftan da devrim için sıçramalı gelişme olanaklarını içinde taşıyor. Devrimci öncü sorumluluğu bu noktada hem tehlikelerin ama hem de sürecin bağrında taşıdığı fırsat ve potansiyelleri birlikte gözeten bir çok yönlülük ve ataklık sergilemeyi gerektiriyor.
Dönem öyle bir dönem ki, bugüne dek defalarca karşılaşılan -bu anlamda “olağanlaşmış”- durumlar bile umulmadık gelişmelere yol açıyor, beklenmedik kitle patlamalarına dönüşebiliyor. İran bunun son örneği oldu.
Hal böyleyken solun önemli bir kesimi bu tarihsel eşikte seçim sandığını kurtuluş reçetesi olarak sunabiliyor. İşçi ve emekçiler açısından da bunu bir umut haline getirmekte azımsanmayacak bir rol oynayabiliyor. Birleşik Mücadele Güçleri, ideolojik-siyasal olarak tam da bu noktada tarihsel bir anlam kazanıyor. BMG, tüm fiziki sınırlarına rağmen tarihsel bir doğruluğun, duruş yönünün simgesidir. Görevlerin büyüklüğü, sürecin karmaşık karakteri karşısında buna uygun bir konumlanma ve sistematik pratikteki zorlanmalara rağmen konumlandığı nokta ve gelecek perspektifiyle tarihsel bir değerdir.
Varlığını işçi ve emekçiler açısından bir seçeneğe dönüştürmesiyse zor değildir. Sistemin can alıcı korkusu işçi ve emekçilerin bu karanlık tablo içinden kendileri için dövüşmesini öğrenmesidir. Burjuvazi ve faşist devletin yıllar içinde kurduğu ideolojik-siyasi hegemonyada yaşanan çözülmenin derinleşerek kontrol edilemez hale gelmesidir. O nedenle o da halen sandığı bir meşruiyet aracı olarak kullanmaktan, rıza üretmenin çeşitli yöntemlerini devreye sokmaktan vazgeçmemektedir. Şovenizm ve tarihsel gericilik birikimini köpürtmekse her zamanki can simididir.
BMG ayrı ayrı akan tüm toplumsal direniş kanallarını ortak bir havuzda toplamanın, en kararlı antifaşist güçleri faşist diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesinde birleştirme misyonunun adıdır. Dönemin ruhu sadece faşist tahkimattaki gözü dönmüşlükte somutlanmıyor. Saldırının şiddeti toplumun hemen tüm kesimlerinde bir direnme hali yaratıyor. Bu alanlara şu ya da bu şekilde temas edebilen, siyasal bir etki de yaratabiliyor. Kitleler böylesine hareketli zamanlarda ideolojik-siyasi hücrelerini yıkmaya daha açık hale gelirler. Direniş hali en katı ideolojik duvarların yıkılmasına elverişli bir zemin sunuyor. BMG buraları doğal mekanı haline getirebildiği oranda fiziki gücünü aşan politik bir etki yaratabilir. Toplumun hemen tüm kesimleri açısından da bu böyledir. Emekçi mahallelerdeki özel yozlaştırma saldırısına, sefalet koşullarına karşı halkın gerçek sorunlarından yola çıkılarak geliştirilecek örgütlenme biçimleri onların sistemden kopuşunu hızlandırır.
Paramiliter örgütlenmenin, fiziki saldırıların bu denli yaygınlaşıp pervasızlaştığı bu dönemeçte, antifaşist mücadele bilincinin taşıyıcısı ve halkın öz örgütlenmesinin kurucu iradesine dönüşebilir.
Sandığın kurtuluş olarak vaazedildiği bu koşullarda BMG, işçi ve emekçilerin içten içe kaynayan tepkilerini açığa çıkaran, bunu antifaşist güçleri fiili meşru mücadele hattında birleştiren faşist diktatörlüğü yıkma ve politik özgürlüğü kazanma bilinci ile içe geçiren bir adres olduğu oranda tarihsel misyonu somut siyasi bir gerekliğe dönüşebilir.