Tahran zirvesi ve hemen ardından gelen Zaxo Katliamı iki büyük fiyaskodur. İlkinde Rusya ve İran, AKP-MHP iktidarının asıl taleplerinin önünü tıkayan davranış çizgisinde ortaklaştı. Aynı nedenle üç tarafın dili, diplomatik teamüllere sığmayan sertlikteydi. AKP’nin bölücülük umacısı üzerinden İran-Rusya’ya Rojava karşıtı pozisyonunu onaylatma, kapsamlı askeri saldırı stratejisine destekçi bulma arayışı duvara çarptı. İktidara, açık biçimde, bölgede birincil önemde aktör olmadığı hissettirildi.
AKP, siyasetin aynı zamanda hayal kırıklığını saklama, başarısızlıkları zafer olarak sunma sanatı olarak algılanmasına yol açtı. En genel anlamda siyaset, tıpkı geleneksel-kültürel İslam gibi AKP nedeniyle itibar kaybetti.
Ana amaç daralan kitle tabanını hangi yolla olursa olsun genişletmek olunca kahramanlık söylemi üzerine bina edilen strateji ve buna bağlı olarak hain bulma-imal etme paranoyası kendi mantıksal sonuçlarına varıyor.
Tahran zirvesi ve hemen ardından gelen Zaxo Katliamı iki büyük fiyaskodur.
İlkinde Rusya ve İran, AKP-MHP iktidarının asıl taleplerinin önünü tıkayan davranış çizgisinde ortaklaştı. Aynı nedenle üç tarafın dili, diplomatik teamüllere sığmayan sertlikteydi.
AKP’nin bölücülük umacısı üzerinden İran-Rusya’ya Rojava karşıtı pozisyonunu onaylatma, kapsamlı askeri saldırı stratejisine destekçi bulma arayışı duvara çarptı. İktidara, açık biçimde, bölgede birincil önemde aktör olmadığı hissettirildi.
Yanı sıra Rojava-bölücülük kartına karşı, Rusya-İran şunu ortaya koydu: İdlib’te sorumluluklarınızı yerine getirin. İdlib’te fanatik-faşist gruplara yönelik olduğu söylenen ve kuşkusuz sivil halk katliamlarına yol açması da muhtemel askeri savaş konsepti an itibariyle bir ucundan devreye sokuldu. Muhtemelen orta vadeli bir planlamayla İdlib’e yöneleceklerdir. AKP’nin İdlib’teki fanatik-faşist unsurları yok sayan açıklaması, tarafların yönelimlerinin ne denli zıt olduğuna işaret eder.
Yine Kobanê özelinde olmak üzere Rojava devrim güçlerinin Suriye iktidarıyla otonom bir yapı zemininde görüşmesi, ilgili bölgede Suriye bayraklarının görünmesi, AKP’nin kapsamlı askeri saldırı arayışını engelleyici faktörlerdendir. Durum iktidar bloğunun hoşuna gitmemiştir ve devrim güçlerinin manevrası, hava üstünlüğü ve silah avantajını kullanarak onları sahada ezme hayali kuran iktidar bloğunun hesaplarını taktik düzeyde bozdu.
Peki, ya bir biçimde Rojava güçleri ile Suriye iktidarı, İdlib’teki fanatik-faşist gruplara karşı askeri harekat düzenleme konusunda anlaşırsa? Buna karşı rejim başta Efrîn olmak üzere Suriye devleti sınırları içinden tümüyle geri çekilirse ve otonom Rojava kabul edilirse elinde hangi kart kalır AKP’nin? Hava sahası kapatılan bir coğrafyaya karadan girmenin ve ilerlemenin mümkün olmadığını TSK’nın deneyimlerinde gördük.
O halde Putin’e dönük rövanşist hareket neydi? Zirvenin fiyaskoyla sonuçlandığının delillerinden biri de budur. Ayrıca mütekabiliyet esasına aykırı olarak, misafir sıfatıyla bulunulan üçüncü bir ülkede bunun yapılması, çiğlik, hamlık gibi tanımlarla karşılanacaktır.
Zerrece ilerleme kaydedilse, büyük problemlerden birinde bile mesafe kat edilse bunları görmeyecektik ve AKP-MHP bloğu bize yine kahramanlık anlatısı pompalayacaktı. Şimdi mesela, Putin’i bekletmek üzerinden o kahramanlık hikayesi işleniyor ve hem Osmanlıcılık hem milliyetçilik ihya ediliyor. Dikkat edilirse AKP’nin bütün uluslararası ilişkilerinde, perde arkasında her tip taviz verildiği halde iç kamuoyuna dönük dilde Cumhuriyetin tek partili evresi paranteze alınıp devre dışı bırakılarak Osmanlı İmparatorluğunun yeni dönemde ihya edilmekte olduğu intibaı veriliyor. Bu bir siyaset tarzı. Muhtemelen önümüzdeki dönemde de sürdürülecektir.
Zaxo’daki sivil kitle katliamında bütün projektörlerin AKP-TSK’ya dönmesi, dışişlerinin külliyen yalanlama taarruzuna karşın Irak hükümetinin açıkça TSK’yı suçlaması, ulusal yas ilan etmesi, Irak devlet sınırları içindeki TSK faaliyetine son verilmesi talebini dillendirmesi, konunun BM’ye taşınması hiç de küçümsenmeyecek gelişmelerdir.
Diplomasi güce dayalıdır. Devletlerarası ilişkiler ve çıkarlar alınan kararları belirler. Ancak bu başkadır bazı konuların devletler hukukunda kuvvetle vurgulanarak sahneye taşınması başka. Irak bugüne kadarki en yüksek tonlu açıklamaları yapmıştır. Halk kitleleri Irak’ın pek çok kentinde sokağa çıktı. Üstelik sokaktakiler Kürtlerden ibaret değildi ve hatta çoğunluğu Kürt değildi.
AKP-MHP bloğu açısından trajik olan şu: Hem Suriye hem Irak devletleri onları işgalci sayıyor. Onlar yüzünden Türk halkının adı nefret objesine dönüşüyor ve Arap halkı Türklük ile işgalciliği özdeşleştirmeye başlıyor. Öte yandan her iki devlet, devletler hukuku zemininde haklıdır ve istemeleri halinde Türkiye’nin sınır ötesi askeri harekatlarını engelleyebilirler. Diplomasinin ağırlık merkezi de muhtemelen bu talebe odaklanacaktır.
Tahran ve Zaxo örnekleri üzerinden iç siyasete bakalım. Sahaya sürülen, yani kitle iletişim araçlarında derhal görünen ve resmi iktidar tezlerini dillendire dillendire TV’leri-gazeteleri-ajansları dolaşan isimlere odaklanalım. Psikolojik harp unsuru olan bu isimlerin bunca kolay gerçek dışılığa meyletmesi, iktidar unsuru olan bireylerde kişisel irade kalmadığını, türlü imtiyazlar sağladıkları iktidara, buna karşılık koşulsuz itaat ettiklerini netlikle ortaya koyar. Toplamda inandırıcılık eşiğini aşağı indiren, alaya alınmalarına ve ileride utanç ya da tiksintiyle anılacak olmalarına rağmen bunları yapıyorlarsa varlıklarını iktidara özdeşleştiriyorlar demektir. Aynı nedenle iktidarın sürmesi için her türlü hamleye meyl ve teşvik etmeleri gayet mümkündür.
Trajedi bu kadarla sınırlı değil. Son günlerde oligarşik siyasal düzeniyle gündemde olan ve Tamillere karşı kitle katliamlarını organize etmiş olan Gotabaya Rajapaksa’nın ülkeden kaçışıyla gündemde olan, üstelik AKP’nin güncel pozisyonunu anlatmak için istifade edilen bir örneğe dönüşen Sri Lanka, 2000’lerin sonunda yine gündemdeydi. Ve Kürdistan halkı ve devrimcilerine karşı tehdit unsuru olarak kullanılıyordu. Rejimin dediklerini kabul etmezlerse sonları Tamiller gibi olacaktı. Kastedilen kitle katliamlarıydı. Model ciddi ciddi tartışıldı. Pratik uygulamaları gerçekleştirildi. Sonuç alınamadı.
Seneler sonra bugün Sri Lanka yine gündemde ama Türkiye ve Sri Lanka yönetim düzenlerinin, oligarşik yapılanmalarının ve hepsine eşlik eden yolsuzluk, kayırmacılık türü iddialarının refakatinde. ‘Nereden nereye’…
Ancak yazı bağlamında bizi ilgilendiren Tamillerin apolitik radikalizmiyle Kürdistan’daki mücadelenin esneme kapasitesine eşlik eden maksimalizmden uzak durma kültürüdür.
Tamil tarzı hasım çoğalttı, düşman artırdı, dostları azalttı. Halk kitleleri, demokratik kitle organizasyonları, entelektüeller ve kanaat oluşturucuları aradan çekildiğinde çatışma iki gücün çıplak savaşımına döndü ve kaçınılmaz biçimde devlet dışı organizasyonun yenilgisi hatta imhasıyla sonuçlandı. Bugün Sri Lanka altüst oluyor ve Tamil etkisi göze çarpmıyor.
Maksimalizm güncel politikada, devrimci geleneklerden gelen veya hala devrimci olan kuvvetlerin kolaylıkla değişebildiği tuzaklardan biridir. Muhatabınız sizi, a) kontrol dışı eylemlere sürükleyerek karşı hamle geliştirmenin psikolojik-toplumsal yasal zeminini yaratır ve b) sinir uçlarınızla oynayarak en sert, en radikal, en uç taleplerde ısrarcı olmanızı sağlamak ister. Oraya çakılıp kalırsanız pratik siyasetten düşersiniz.
Güncel politika ideali değil mümkün olanı öne çıkarır. Konvansiyonel güçler bu yolla kontrpiyede bırakılabilir ve o kısa fırsat anlarında başka pek çok talep fiilen elde edilebilir.
AKP-MHP dış politikası hareket kabiliyetini yitiriyor. Yeni kapılar açmaları mümkün değil. Yeni krizler kapıdadır. AKP-MHP bunu kaçınma refleksiyle önleyemez, onun yapısı bunları üretiyor. Bu aşamada krizler taşınmaz hale gelecektir. Doyma noktasına ulaşılması kaçınılmaz.
Kürdistan devrimci demokratik güçlerini de kapsayacak emekçi sol siyaset, günden güne şiddetlenerek hızlanacak dönem politikasına riskler ve imkanlar üzerinden yaklaşırsa tahminlerin ötesinde ilerlemeler kaydedilmesi gayet mümkün. Her şey Türkiye Halk Cumhuriyetinin inşası için.