Niçin ve nasıl örgütlenmeliyiz? – Kolektifin Sesi | Komün 8. Sayı

Niçin örgütlenmeliyiz sorusu hiçbir bulanıklığa yer verilmeden net olarak cevaplanmalıdır: Komünarlar, proletarya ve emekçilerin devrimine öncülük ve önderlik etmek, burjuva devleti zor yoluyla yıkarak, özel mülkiyet düzenine son vermek için örgütlenir ve mücadele ederler. Nasıl örgütlenmeliyiz sorusu da bu amacımızı ve hedeflerimizi gerçekleştirebilecek örgütleri zorunlu kılar. Partimizin ve mücadelemizin varlık sebebi budur. Bu temel sorunları, başka metinlerde tartışıyoruz ve tartışmaya da devam edeceğiz, burada daha çok örgüt ve mücadelemizin taktikler alanına giren, ama çokça ihmal edilen sorunları ve yaşanan pratiği, örgütsel eksiklikleri tartışacağız.

Örgüt ve örgütlenme olmaksızın, tarihten bugüne en ileri, en bilimsel ve en doğru şeyleri de savunsanız, esaslı bir başarı elde edemezsiniz. Örgütsüzsünüz de onun için. Örgütsüz bir halk, tabi ki yenilmeye mahkumdur. Yenilmeye mahkum olmak bir yana, sömürgen tiranlar, evire çevire istedikleri gibi, ezilen ve sömürülen yüz milyonlar üzerinde egemenlik kurmaktadırlar. Bu yüzden neden, niçin, nasıl gibi sorular ve pek tabi ki var olan sorun ve çelişkilerin sonuçları olarak örgüt ve örgütlenme-ler ortaya çıkar. Sözün özü örgüt ve örgütlenme-ler, ihtiyacın ürünleri olarak kendilerini koşullar. İşte o ihtiyaçları, doğru ve bilimsel temellerde, çok yönlü ve bütünlüklü olarak tespit etmek, bilince çıkarmak ve kavramak zorundayız. Niçin, neden ve nasıl örgütlenmemiz gerektiğini yeterince bilmeyen ve kavramayanlar, doğaldır ki, nasıl ve niçin mücadele edeceğini de yeterince bilmedikleri gibi istenilen düzeyde bir kavrayışa da sahip olamazlar. Bu bağlamda, örgütlenme ve mücadelede birbirleriyle iç içe geçen, adeta birbirini içerleyerek biri birinin koşulu haline gelen iki olgunun ayrılmaz parçaları ve bileşenleri olarak ele alınmalı ve kavranmalıdır. Her ikisinin uyumlu ve koordineli durumu halinde ise, istenilen düzeyde başarı da elde edilebilmiş olacaktır. Bu temelde genel doğruları ifade ederek bir giriş yapalım dedik.

Genel örgütlenme ilkeleri, biçimler ve günceldeki sorunlarımız

En kötü örgütlülük, örgütsüz halden iyidir sözlerini çoğu zaman kullanmaktayız. Dağınık, bölük pörçük, yüzeysel ve daha çok biçimci, kalıpçı ve statükocu, dar ve marjinal, bireyci ve örgütsüz hallerimiz öylesine korkunç düzeydedir ki, en kötü örgütlenmeye bile razı olur hale düştüğümüzü de bu sözler göstermektedir. Gelinen aşamada itibar kurtarmayı hedefleyen sloganlar değil, somut adımlar ve somut eylemler gerçekleştirmek zorundayız. Öyleyse, en kötü örgütlenme deyip işin içinden çıktığımız sanılmasın. En azından en kötü örgütlenme-ler de olsa, mevcutta epey fazlasıyla parti ve örgütlenme zaten var. Düşman cephesi tepeden tırnağa örgütlüdür ve bu örgütlülükleriyle yaşamın her alanını kontrol ediyor. Dolayısıyla örgüt ve örgütlenme, sadece bizimle sınırlı bir mesele ve olgu da değildir. Şöyle bir tarihe baktığımızda ve süreçleri ele aldığımızda, sistemin devasa zor aygıtı devletin yanında, sermaye güçlerinin kendi aralarında iktidar kavgası ama daha çok kitlelerde rıza üretmek için değişik siyasal partiler ve yan örgütlerle toplumu örümcek ağı misali sarıp kontrol ettiklerini görürüz. Avrupa’daki mevcutta da varlığını sürdüren burjuva sosyal demokratlardan tutalım, Amerika’daki Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilere, Rusya’daki partilerden Çin’deki ÇKP’ ye, Asya, Afrika, Latin Amerika’daki parti ve örgütlenmelerden Orta Doğu, Türkiye ve Kürdistan’da burjuvazinin çeşitli parti ve örgütlenmelerine tanıklık edebiliriz. Ve tabi ki niçin örgütlendikleri ve nasıl örgütler oldukları da açıktır, hepsi sistemi yaşatmak ve kendi sınıf çıkarlarını hakim kılmak için savaşırlar. Hepsi özünde sınıf örgütlenmesidir ve iktidar için örgütlenmeye tekabül etmektedir. Bütün ülkelerde, bu sistem partilerinin karşısında mücadele eden devrimci komünist örgütler yer alır. Sistem karşıtı devrimci muhalif eğilimleri, en iyimser haliyle, neleri nasıl yapmamız ve özellikle yapmamamız gerekenleri öğrenmek ve yolumuza doğru ve bilimsel temelde somut ve günceli de yakalayarak yürümek için bilmek iyidir.

Bunun için kendilerine demokrat, ilerici, yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünist diyen parti ve örgütlenmelere daha yakından bakmalıyız: Gerçekten ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünist midirler? İşte orası gerçekten tartışmaya değer bir yan taşımaktadır. O halde niçin örgütlenmeliyiz sorunsalına vereceğimiz genel doğruyu-doğrultuyu da öncelikle burada ifade edersek yerinde olur. Sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız bir yaşam ve toplum için örgütlenmeliyiz. Hiç kuşkusuz nihai hedef bağlamında, böyle bir amaç perspektifiyle örgütlenmemiz gerektiği de hemen açığa çıkmaktadır. Ancak bu tek başına bir ütopyadır. Oraya varana dek, geçeceğimiz zorunlu duraklar ve verili objektif koşullar gerçekliği ve gelişmeler karşısında peki ne yapacağız? Öyle elimizi kolumuzu sabit tutup bekleyerek, tıpkı bir durakta otobüsün gelmesini sadece bekleyerek sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız bir toplumsal yaşam ve böyle bir sisteme ulaşamayacağımız bilinmek durumundadır. O halde şimdiye karşı da sorumluluk ve görevlerimiz olduğu, atlanamayacak zorunlu geçiş süreçleriyle karşı karşıya olduğumuz gerçekliğini de görmek ve kavramak zorundayız. Marks’ın zorunlulukları fethetmek diye tarif ettiği, işte tam da budur. Şimdidir, an’ dır. Sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumsal yaşam süreceğim şimdiden diyorsanız, bu hemen mümkün değildir. Zira, sınır, sınıf ve sömürü ile karşılaşmaktayız. Ki bunlar şimdinin ortaya çıkan somut ve nesnel gerçeklikleri değil, tarihsel kökleriyle bugünlere kadar gelen uzun süreçlerin bir sorunudur.

İlkel komünal toplum-lar süreci içerisinde aile, özel mülkiyet ve devletin tohumları ekilmiş, bu da çok geçmeden sınırlar, sınıflar ve sömürünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu düzlemde mesela ilk olarak kadın, erkek tarafından ayaklar altına alınmış ve düşürülmüştür. İşte tam da burada aslında kadın sorunu değil, bizzat onun kaynağı olan erkek sorununu vurgulamak durumundayız. Ki daha o zamandan itibaren bugünlere kadar özel mülkiyet üzerinden bizzat aile ve devletin erkekleşerek inşa edildiği ve şekillenerek eril niteliğe bürünerek varlığını hala sürdürdüğünü görüyoruz. Bu bilinçten hareketle sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz nihai komünizm hedefiyle örgütlenmeliyiz derken, bizzat ataerkil/erkek egemen ideoloji ve kültüre, örgütlenme ve harekete, niteliğe ve siyasallığa karşı mücadeleyi içeren bir örgütlenme zorunluğundan bahsediyoruz. Böyle anlaşılması ve kavranması gerekmektedir.

Uzunca süredir dünya genelinde ideolojik ve örgütsel kriz yaşıyoruz. Mevcuda kadar ki örgüt-örgütlenme ve partiler, uzun süreden beri devrimin ihtiyaçlarına cevap veremiyorlar. Diğer meselelerde olduğu gibi örgütsel krizin kökleri ve temelleri de tarihseldir. Ve bugünlere kadar yığınaklar halinde kamburlaştıkça kamburlaşmıştır. Örgütsel de dahil sürekli olarak devrimci yenilenme perspektifinden ne yazık ki kopulmuştur. Devrimci yenilenme temelinde sürekli kendinizi ve çevrenizi dalgalar halinde yapılandırma hareketinden gitgide uzaklaşırsanız, başkaları tarafından yapılandırılmaktan da kendinizi kurtaramazsınız. Yani başka faktörlerin nesnesi olmaktan kaçamazsınız. Nitekim tarihsel süreçler itibariyle durumlarımız, tam da böyle olmuştur. Başka faktörlerin ya da başka güçlerin, yani devrimci komünizmden fersah fersah uzaklaşan diğer eğilim ve akımların etkisi ya da yörüngesi içerisinde, süreçlerin nesneleşmiş bileşenleri olarak bugünlere kadar geldiğimizi vurgulamak gerekir. Oysa sürekli devrimci kopuş, sürekli devrimci yenilenmeyi gerektirmektedir. Bu düzlemdeki devrimciliğin yeniden yapılanması da, aynı şekilde devrimci nitel kopuşları ve nitel sıçramaları gerektirir. Bu doğrultuda devrimci nitel kopuşlar ve sıçramalı nitel ilerlemeler gerçekleştiremediğimiz içindir ki, bugün hala devrimci hareketin örgütsel olarak da yeniden yapılanması görevini dillendirip duruyoruz.

Bir yanıyla halimiz, aslında hiç de o durağa uğramayacak olan ve boş yere otobüsün gelmesini beklediğimiz, somut ve nesnel gerçeklik ve gelişmeler tarafından çoktan durak olma işlevini yitirmiş bir yerde durmakta olduğunu göstermektedir. Bir filmdeki çocuğun adı var kendi yok olan “tine” köyünden bahsetmesi gibi. Algılarımız, düşünce yöntemi ve çalışma tarzlarımız, kavrayışımız, araştırma ve inceleme metodumuz, yaşamımız, ilişkilerimiz ve daha birçok yönüyle, içerisinden geçtiğimiz sürecin ihtiyaçlarına yeterli düzeyde cevap verebilecek nicelik ve tabi ki nitelikte değildir. Çapımız ve somut gerçekliğimiz, çoktan beri sürekli cepten yemek üzerine şekillenmektedir. Düşünsel ve eylemsel olarak, devrimci yaratıcılıktan epeydir uzak olduğumuz, gerçekliğimizdir. Eski, sürekli objektif olarak kendini yeniye doğru devrederken, devrimci öznenin doğum sancıları bir türlü yeterince yaşanmamakta ve pek tabi ki yeni devrimci öznelerin çıkması da mümkün olamamaktadır. Böylelikle yeni devrimci paradigma da kendini bir türlü sistematik olarak var edememektedir. Alışkanlıklar, geleneksel değer yargıları ve tarihsel olarak yığınaklarımız, öyle bir kambur haline gelmiştir ki, gizleyebilmek şöyle dursun, mevcut bedenimiz artık kambur topu haline gelmiştir. Burjuva uygarlığı, sürekli ataklar halinde öyle bir sistem oluşturmuştur ki, bizleri bir eşikte bırakırken kendisi artık çoktan başka eşiklere doğru yol alır vaziyettedir. Devrimci muhalif güçler olarak kendimizi sınırlı alanlara kilitlerken burjuvazi, çoktan uzaylılar kervanına doğru yol almaktadır. Keza özel mülkiyet üzerinden bugünlere kadar kendini var eden sermaye, sürekli kendini yapılandırarak örgütlenebilmektedir. Öyle böyle değil, örgütsel esneklik, kabiliyet ve tecrübeler üzerinden kendini sürekli örgütsel olarak da yapılandırmaktadır. Zaten sermaye kendini değişen koşullar gerçekliği ve gelişmeler karşısında örgütleyemediğinde, tehlike çanları çalmak bir yana kriz üstüne krizler ile birlikte sinir krizlerine paralel yapısal ve sistemsel krizlerini de derinleştirirken, sürekli olarak insanlığın gelişmesine ters yönde her türlü yabancılaşma, kıyım ve kırım da zirve üstüne zirve yapmaktadır. Buna rağmen sermayenin dinamik bir olgu olmasından kaynaklı, kendini yeniden ve yeniden yapılandırarak varlığını sürdürdüğünü görebiliyoruz.

Tasfiyeciliğin izdüşümlerinden biri olarak örgütsel dejenerasyona değinmeden geçemeyiz. Her şeyden önce örgüt, örgütsel işleyiş ve disiplin, Ali Veli’ye göre olamayacağı gibi, kıymeti kendilerinden menkul birilerini memnun etmek için de yozlaştırılamaz. Örgütü, onun işleyiş ve disiplinini kabul eden ve gönüllü olarak örgütlenen her birey, o kolektifin bir parçasıdır ve bunlar örgütlü herkes için geçerlidir. Bu halkada sol ve sağ anlayış ve çizgilere yer olmadığını belirtmek isteriz. Ne sol sekterlik, ne de sağ liberalizm ve bunların türevlerinin, doğru ve bilimsel temellerdeki örgütsel işleyiş ve disiplin ile uyuşmadığı, uyuşamayacağı bilinmek durumundadır. Zaten tasfiyeciliğin izdüşümü olarak örgütsel dejenerasyon da bu şekillerde olmaktadır. Tekçilik, grupçuluk, sekterlik, liberalizm, pragmatizm, kısır didişmeci ve dar rekabetçilik, başıbozukluk ve nihayetinde Ali Veli’ye görelik, hem siyasal hem de örgütsel olarak bütünsel tasfiyeciliğin birbirinden kopmaz bağlar ile örülü bileşenleri biçiminde yaşanmaktadır. Nitekim, küçük dükkanlar ve ufak dünyalar için, üretici olmaktan çok tüketici ve hazcı bir varoluş, büyük birlik ve devrim ufkunu karartmaktadır. Devrimci örgütlerimiz, uzun bir süredir kitlelerden ve etkili eylemliliklerden kopuk olduğu gibi kendi içlerine dönük bir daralma içindedir. Bu durum derinleşerek örgütleri siyasal, ideolojik birliklerden daha çok, adeta inanç temelli tarikat ve mezheplere dönüştürüyor. Daralma, kitlelerle ilişki kopukluğu, eylem yeteneklerinin kaybı örgütleri işlevsizleştiriyor, işlevsizleşen her şey paslanıyor. Bu, örgütlerde kişiselliklerin öne çıkması, burjuva eğilimler ve yozlaşma biçiminde tezahür ediyor.

Örgütsel ayrım çizgilerinde ısrar, komünizmde ısrardır

Komünistlerin, komünizm karşıtı fikir ve akımlar karşısında önemli bir ayrım çizgisi de farklı ve muhalif fikirlere yaklaşımı ve pratiğidir. Düşüncenin farklılığı ve değerini görmeli ve bu temelde birleşmeli ve örgütlenerek mücadele etmeliyiz. Bu noktada azami derecede tekçi ve monolitik anlayış ve çizgilerden kaçınmamız ve bizlere yabancılaştırmamız gerekmektedir. Farklı düşünce ve fikir akımlarından kaynaklı hiçbir birey ya da grubun dışlanması ve özel yaptırımlara tabi tutulması kabul edilemez. Devrimci komünarlar, farklı ve muhalif fikirleri bizzat gelişme ve ilerlemesinin motoru olarak görür ve bu temelde gelişmelere yaklaşır.

Bir parti ve örgütün, örgütsel iç ve dış işleyiş ve disiplin kurallarını ihtiva eden ve adeta o parti ve örgütün yasalarını içerleyen, anayasası diye ifade edilenin, tüzük olarak nitelendirildiğini belirtmek isteriz. Geçmişten bugüne, hemen her parti ve örgütün, bir tüzüğe sahip olduğunu, işleyiş ve disiplin kurallarını içeren çeşitli özelliklerinin bulunduğunu ifade edebiliriz. Üç aşağı beş yukarı hemen hepsinin de aynı olduklarını belirtmeden geçemeyiz. Biçimsel farklılıklarının olması, onların esastan ve temelden farklı oldukları anlamı taşımamalıdır.

Nasıl ve niçin örgütlenme sorusunun cevabı, partilerin program ve tüzüklerinde yer alır. Devrimci örgütler, ideolojik ve örgütsel birliğini program ve tüzük üzerinden gerçekleştirirler. Program, ideolojik birliğimizin çimentosudur. Tüzük, bu ideolojik birlik temelinde inşa edeceğimiz örgütsel yapımızın, devrimci iç hukuk temelinde, mücadele birliğinin esaslarını belirler. Tüzük, örgütün örgütsel yapısını, çalışma tarzını, iç ilişkilerini ilkeler, kurallar sistemi olarak ortaya koyar. Tüzüğün içerisinde niçin olduğu kadar nasıl örgütsel hale gelindiği de tariflenir. Tüzük, örgütlenmelerin çerçevesini belirlediği gibi, nasıl bir işleyiş ve disipline sahip olduklarını ortaya koyan kurallar silsilesi olarak da tanımlanmalıdır. Hangi örgütlenmelerin olduğu ve nasıl örgütlenmelerin gerçekleştirildiği, kararlar ve planlamaların nasıl ortaya çıktığı, bütün bunlar içerisinde ortaya çıkan sorun ve çelişkiler karşısında, nelerin yapılması gerektiği, aynı zamanda nelerin yapılmaması yani yasak olduğu gibi hususları da içeren tüzük maddeleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Görev ve sorumlulukların ve de yapılması gerekenlerin neler olduğu kadar, aynı zamanda yapılmaması gereken yani yasak olarak telakki edilenlerin de somut olarak ortaya konduğu hükümleri görüyoruz. Öte yandan, programlar ve tüzükler, en nihayetinde kağıt üzerine yazılan şeylerdir. Programımıza olduğu gibi, tüzüğümüze de anlamını verecek olan mücadele pratiğimiz olacaktır.

Hemen her parti ve örgütün, işleyiş ve disiplin kurallarını kapsayan ve adına demokratik merkeziyetçilik dedikleri konuyu da burada açıklığa kavuşturacak olursak. Örgütlerin; azınlık çoğunluğa, birey komiteye, alt kademe üst kademeye, bütün komiteler en üstte Merkez Komitesine ve MK’ da Konferans ya da Kongreye tabidir vb tarzı adına demokratik merkeziyetçilik denilen iç işleyiş ve disipline sahip olduklarını görüyoruz. Bütün bunların ne kadar yerine getirildiği, ne kadar içselleştirildiği ve ne kadar demokratik olduğu gibi hususlar ise tabi ki aynı şekilde tartışmaya değer gerçekliklerimizdir.

Öte yandan demokratik merkeziyetçilik, sadece nicelik ve oy deposu olarak tasavvur edilmemelidir. Yani yeterli oya sahip olurum ve istediğim kararı çıkarırım anlayışı ve çizgisi, açık ki burjuvadır ve sadece niceliğe göre hareket etmektir. İşte tam da burada niteliğin öne alınması ve nitelikli bir sürecin işletilerek gerekli doyuma ulaştırılması akabinde, evet uygun yeterlilik düzeyine erişilmesiyle ancak demokratik merkeziyetçiliğin yerine getirilebileceği anlaşılmalıdır. Yoksa salt istediğim-iz sayıya ulaştığım-ız andan itibaren, istediğim-iz her kararı alırı-m-z, uyguları-m-z keyfiyeti gelişir. Artık ne kadar süre için karar-lar-ı ve tabi ki yetkiyi ele geçirmişsek, keyfimize göre sefa sürme ihtimali de o kadar yüksek olur.

Demokratik merkeziyetçilik üzerine bir tartışma yok, herkes bu ilkeyi doğru işlettiğini iddia ediyor. Dünyada ve bizde klasik komünist örgütler, demokratik merkeziyetçilik ilkesini uyguluyor, bunun üzerine çok tartışma yürütülmüyor. Ancak demokratik merkeziyetçiliği savunduğu ve uyguladığını iddia eden bütün örgütlerde, en kötü burjuva yöntemler kullanılıyor ve çarpık ilişkiler engellenemiyor. İç hizipler, entrikalar, kutuplaşmalar, çatışmalar temelinde sürekli bölünmeler yaşanıyor. Devrimci hareket saflarına şöyle bir baktığımızda hemen hepsi, demokratik merkeziyetçiliğin en iyi kendilerinde olduğunda ısrar eder. Oysa somut ve nesnel gerçekler ve yaşanan gelişmeler, hiç de öyle olmadıklarını göstermektedir.

Bir devrimci örgütün aldığı kararları başarılı bir şekilde uygulayabilmesinin ilk şartı, kararların tüm örgüt bütününe mal edilmesi ve tüm kadroların ikna edilmesidir. Onun için, kararlar alınırken ve planlamalar yapılırken, yeterli bir sürecin, tartışmanın kolektif olarak işletilmesi gerekmektedir ki, doyuma ulaşılsın. Burada, düşmanın karşı-devrimci saldırılarını, yani bizleri sınırlayan koşullar gerçekliğini göz önünde bulundurmadan, bu doyum sürecini ele alırsak, elbette yanlış yapmış oluruz. Ya çok geçmeden düşmana yakalanırız ya düşmanın tasfiyesine maruz kalırız. Ya da doyuma ulaşma adına süreci kendiliğindenciliğe bırakmış oluruz ki, artık bir karar alır ve planlama yaparken, aylar, yıllar ve hatta daha da uzun süreler boyunca görev ve sorumluluklarımızı zamanında yerine getirmemiş oluruz. İyi ama ne yapalım, kolektif olarak tartışmayalım, kararlar almayalım ve planlar yapmayalım, görev dağılımı ve işbölümünde bulunmayalım mı, diyerek hemen refleks-ler geliştirmemeliyiz. Düşman ne kadar saldırıyorsa saldırsın, ne kadar bizlere karşı engellemelerde bulunursa bulunsun, eğer bizler gerçekten düşmana karşı isek ve onu alaşağı etme inancı, kararlılığı, planlaması ve perspektifine sahip isek, mutlaka onun saldırılarını da boşa çıkarmak zorundayız. Devrim dediğimiz olgu, aynı zamanda karşı-devrim saldırılarını boşa çıkarma değil midir?

Geçmişten bugüne düşmanın, bizlerin çalışma ve hareket tarzımızı esas olarak çözdüğü ve bizleri çok geçmeden engellediği ya da başarısız kıldığı gerçekliğini kabul etmek ve görmek durumundayız. Bilimin ve özellikle tekniğin bu derece ilerlediği ve düşmanın bunları kullandığı böylesi bir süreçte, bizlerin de bütün bunlara kayıtsız kalmamız düşünülmemelidir. Artık eski devrimcilik diye ifade ettiğimiz, çalışma ve hareket tarzından köklü olarak kopmamız ve yeni devrimciliğin taşlarını döşememiz gerektiği de anlaşılır olsa gerek.

Kendisi askeri politik bir güç olan ve yasadışı çalışan bir parti, güvenlik sorununu başa almalıdır. Güvenlik, mücadelemizin sürekliliği için dikkate aldığımız bir tedbirler bütünüdür ama aşırı abartılı yaklaşım da bizi eylemsizliğe sürükler. Öte yandan, silahlı mücadelemizin ön cephesinde yürüyen tüm savaşçı ve birimlerimizin, artık geçmiş dönem tarzıyla mücadele yürütemeyeceklerinin bilincinde olması gerekir. Düşman, teknolojik yenilikler üzerinden şehirlerde ve kırlarda büyük bir kontrol ve hareket kabiliyeti kazanmıştır. Düşmanın kazandığı teknik kontrol ve karşı hareket tarzını boşa düşürecek hareket ve eylem üstünlüğünü kaybetmeyen, yeni bir tarzı yerleştirmeliyiz. Bugün tüm dünyada burjuvazi, gelişen silah teknolojisi ve yeni silahlarla yepyeni bir savaş tarzına geçmiştir. Devrimci savaş, savaş ve silah teknolojisindeki bu gelişmelerden kopuk yürütülemez. TC faşizminin yere göğe sığdıramadığı, birçok devlete sattığı, Libya ve Karabağ’da savaşın kaderini etkileyen SİHA’ları, Kürdistan gerillası karşı yöntemleri geliştirerek ve yaratıcı devrimci iradeyle Gare, Avaşin, Zagros’ larda boşa düşürmüştür. Ve bu yaratıcı gerilla tarzını “çağın gerillacılığı” olarak adlandırmaktadır.

Düşmanın yeni saldırılarına yaratıcı devrimci tarzla karşılık vermek için, askeri tarzın yanında kitle eylemleri ve örgütsel çalışmalarda da ciddi değişiklikler gerekebilir. Savaş gücü olarak alabildiğine merkezi ve disiplinli bir tarz zorunluyken, değişik çalışma alanlarında özerk örgütlenmeler ve yeni örgütlülükler oluşturarak ilerleyebiliriz. Çeşitli alanlara dönük özgün biçimler bulup ve karar alarak daha fazla eylemsel hale gelmemiz kadar, daha güçlü ve etkili olmamız ve düşmanın saldırılarını boşa çıkarıp, ona gerçekten ciddi darbeler vurarak onu yenilgiye uğratmamız için, daha ayrıntılı ve somutluğa ihtiyacımız olduğu anlaşılmalıdır. Öyle ki düşman, bir türlü bizleri hemen açığa çıkaramasın, etkisizleştiremesin ve başarısızlığa sürükleyemesin.

Devrim partileri için merkeziyetçilik, sınıflar savaşının acımasızlığının dayattığı bir zorunluluktur ama tek boyutlu değildir. Devrim partileri geleneğinde, değişik kesimlerin ve kitlelerin kendi alanlarındaki özgünlükleri, özerk örgütlenmelerle karşılanmıştır. Özerk örgütlenmeler, günümüzdeki gelişmelerle sınıflar savaşında birçok alanda daha fazla öne çıkmıştır. Ama özerk örgütlenme-ler örgütsel başıboşluk, dağınıklık olarak değerlendirilemez. Evet çeşitli özgünlük ve somutluklar, yerel ve her bir bileşenin özel durumları ve inisiyatifleri kesinlikle göz önünde bulundurulurken, bütün bunların merkezin birer bileşeni ve parçası olarak ele alınması ve aynı ortak hedefe doğru kilitlenmiş, ama ayrı somut ve özgün mekanizmalar olarak kavranması gerekmektedir. Yoksa her biri kendi başına buyruk, farklı hedefe ve kulvarlara doğru giden, birbirinden esasta bağımsız ve hiç de alakadar olmayan, uyumsuz ve koordinasyonu olmayan bileşkeler olarak kavranmaması gerekir. Devrim partilerinin birliği, örgütsel alanda eylem birliği üzerinden sağlanır ama, birliğimizin temeli ideolojik ve politiktir. Dolayısıyla her alanın özgünlüğünü, aynı zamanda birimlerin iradesini tanıyan bir tarz, mücadele gücümüzü olduğu gibi birliğimizi de güçlendirir. Diğer yandan özerk ve yerel örgütlenme ve çalışmalara, gerçekten her bir parça ve yereldeki özgül ve somut sorunlar ve çelişkilerden kaynaklı ihtiyaç olduğu da anlaşılmalıdır. Ki bizzat yerel ve parçadaki somut ve özgün olan çelişki ve görevler, yeterince anlaşılabilsin, somut koşulların somut tahlili üzerinden doğru ve bilimsel olarak ortaya çıkarılarak, nasıl somut ve özgün görevler ortaya çıkarılabileceği de anlaşılabilsin.

Bir önemli husus ise, objektif koşullar ve gündemlerin oldukça hızlı geliştiği ve değiştiğidir. Ki herhangi bir örgütün, kolektif olarak işleyiş ve disiplin kuralları temelinde bir araya gelmesi ve tartışarak kararlar alması epey zaman almaktadır. Böylelikle hızla gelişen ve değişen gündemlere yönelik doğru ve aktüel kararlar almak şöyle dursun, onların hızına bile yetişilememektedir. Bu bağlamda, alabildiğince hızlı ve daha kısa sürelerde bir araya gelebilen ya da daha başka yol ve yöntemler eşliğinde güne uygun örgütsel çalışma tarzını ortaya çıkarmamız lazım. Yerellerin yetki ve inisiyatiflerini geliştirme ve özgünlüklerini daha belirleyici hale getirme babındaki siyasal ve örgütsel karar alma araç ve yöntemleri, her geçen gün daha fazla önemli ve geçerli hale gelmektedir. Bu yönelimin daha da ilerletilmesi ve geliştirilerek güncele uygun hale getirilmesi doğru olandır. Her bölge ve yereldeki yoldaşların, kendi bölge ve alanlarıyla ilgili olarak daha ayrıntılı ve bütünlüklü bir tahlil üzerinden, somut ve özgül koşulları ortaya çıkarıp, bunlara uygun düzeyde doğru ve bilimsel kararlar alma noktasında daha fazla inisiyatif geliştirmesi gerekmektedir. Her militan, kendi çalışma alanında birer özne ve önder olabilme perspektifiyle hareket etmelidir.

Örgütlenme alanları olarak, toplumsal kesimlerin hemen hepsine yönelik kapsayıcılık göreviyle yüklenilmesi, öyle üzerinden basitçe atlanacak bir husus değildir. Kaldı ki halihazırda çevrecilerden tutalım da kadın ve LGBTİQ+’lara, gençliğin dinamik güçlerinden işçi ve emekçilere, Kürt ulusundan ezilen milliyetler ve inançlara toplumun birçok kesimini kapsayan örgütlenme ve mücadeleler karşısında, devrimci komünist örgütlenme ve hareketin kendilerini bu yönde de yeniden örgütlemesi kaçınılmazdır.

Nasıl örgütlenmemiz gerektiği üzerine, düşmanın yeterince tanınması ve somut olarak anlaşılarak bilinmesinin önemini de geçemeyiz. Keza düşmanını yeterince tahlil edemeyip çözemeyenler, açık ki bizzat düşman tarafından çözülmekten ve dağıtılmaktan da kendilerini kurtaramazlar.

Düşmanın en başta ideolojik, siyasal, kültürel çizgi saldırıları yeterince tanınmalı ve ayrıntılı çözümlenmelidir. Diğer yandan bununla bağlantılı olarak, daha fazla gündem haline gelen ve getirilen teknik gelişme ile yaşadığımız ve hala da etkisi altında kaldığımız saldırılarıdır. Düşmanın özellikle İHA, SİHA vb ileri teknik araç gereçleri kullanarak topyekûn saldırının önemli birer aparatı haline getirdiği bilinmektedir. Buna karşı bizlerin de teknik bilgilenme ve uzmanlaşma durumunda olmamız zorunlu hale gelmiştir. Diğer yandan öteden beri ileri teknik gelişme vb ile üretici güçler teorisi üzerinden düşman ile asla baş edemeyeceğimiz ve onu yenemeyeceğimiz algısı ve yanılsaması, bugün de önemli bir ideolojik kuşatma ve etkide bulunmaktadır. Fakat insanın bilinçli, dinamik rolünü yeniden hatırlatmakta ve onu daha ileri bir kavrayış ile güncellemekte fayda vardır. Bu yönde tabi ki daha ileri düzeyde ve ayrıntılı derinleşme ve uzmanlaşmak zorunda olduğumuz kesindir. Bizdeki ideolojik netlik ve kararlılığın asla unutulmaması gerekir ki, düşmanda hemen yok denecek düzeyde olduğunu belirtmek gerek. Nitekim bizdeki insan olgusu amaç ve özne iken, hasmımızda ise araç ve nesne olduğu nettir. Tarih boyunca sınıflar mücadelesi eşitsiz koşullarda başlamış ve egemenlerin her bakımdan üstün olduğu eşitsiz koşullarda sürmüştür. Ancak dev silahlı ordularına ve teknolojik üstünlüklerine rağmen egemen güçler, haklı özgürlük ve devrim davalarını yok edememiştir.

Örgütsel meselelerde de gerçekçi olacağız, imkansızı isteyeceğiz

Hemen her örgütlenme ve örgütsel oluşum süreci ya da inşasına girerken, daha başlangıçta sınırlı sayıda güçle sürece örgütsel olarak dahil olunduğu gerçekliğinin bilincindeyiz. Bu bir parti oluşumu için olduğu kadar mücadelenin herhangi bir alanına yönelik örgütsel ayağının inşası için de geçerlidir. Eğer toplam gücünüz bir on, yirmi ya da 30 bireyden teşekkül ediyorsa, bunun örgütlenme ve mücadelenin esas ve tali, stratejik ve taktik, amaç ve araç, illegal ve legal, merkezi ve yerel gibi yanlarını gözeterek hareket etmeniz gerekiyor. Bir yandan faşist diktatörlük kurumsallaşıyor ve saldırıyor derken, diğer yandan gücünüz her ne kadarsa, buna karşı gereken tedbir ve hazırlıkları es geçip, rutin çalışmalarınıza devam ediyorsanız, sizin düşüncenizle pratiğiniz arasında çok derin bir kırılma var demektir. Bunun gücü koruma ve geri çekilme gibi taktikler ile de alakası olmadığı yeterince açıktır. Zira güçlerimizi koruma ve geri çekilme taktikleri, düşmanın bizlere ulaşamayacağı ve esaslı zararlar veremeyeceği örgütlenme ve mücadele alanları ve tarzları ile ancak yerine getirilebilir. Onları düşmanın saldırılarına ve tasfiyesine daha açık hedefler haline getirerek asla değil, hele ideolojik ve kültürel olarak feodal ve burjuva yaşamın esrik koşullarıyla çerçeveli sömürücü sistemin içerisine, kendi halinde bırakarak hiç değil. Bunun sonucunda yeterince kararlaşamamak, iradeli hale gelememek, cesaret ve militanlaşamamak, bir türlü eylemsel güce erişememek ve pratikleşememek gibi sorunlar ile yüz yüze gelmekten yakamızı asla kurtaramadığımız yeterince açık ve aşikar değil midir? Devrimci askeri savaş çizgisi ve militanlaşmasından bahsedip dururuz, ama bir türlü kendimizi buna göre yapılandırmayız. Yine hem dünya, hem Ortadoğu, hem de Türkiye ve Kürdistan’da devrimin objektif koşulları, yani devrimci durumun elverişli olduğundan dem vururken, devrimci özne ve öncü olmanın, örgütlenme ve mücadelenin hangi esaslı alanlarından geçtiği üzerine yeterince kafa yormadığımız gibi, gereklerini de yerine getirmediğimiz açık değil midir? Ki bugün örgütsel olarak da yapısal bir krizden bahsediliyorsa, içsel bir olgudan da bahsediyoruz demektir. Beynimizden vurulmamak için, artık düşünce yöntemi ve çalışma tarzımızı yeniden devrimci yenilenme temelinde yapılandırmak zorunda olduğumuz, açık ve anlaşılır değil midir?

İçerisinden geçtiğimiz dönemin devrimci görevlerini de yerine getirmek için, daha nitelikli örgütlenmek zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Sadece tarihsel ve geçmişten bugüne artarak ağırlaşan yükler değil, aynı zamanda içerisinden geçtiğimiz verili objektif koşullar gerçekliği ve gelişmelerin önümüze çıkardığı devrimci görevlerin yerine getirilmesi için nitelikli örgütlenmek ve yeni devrimci örgütler oluşturmak zorunda olduğumuz bilinmelidir. Ezilen ve sömürülen on milyonların içerisine dalarak, bizzat saha içerisinde alan inisiyatifleri sağlamak zorundayız. Lafta değil, tam da saha devrimciliğinden başka bir yol ve yordam da kalmamıştır artık. Devrimci komünarların mücadele ve örgütlenme alanları olarak, kitlelerin içerisinde görünür olması kaçınılmazdır. Gerçek kahraman ve özne olan halk kitlelerini, salt argümanlar ve retoriğimizle değil, eylemsel varlığımızla etkileyebileceğimiz ve örgütleyebileceğimiz artık görülmeli ve hayata geçirilmelidir. Yeni devrimci kuşaklar ve örgütlenmeler için, içerisinden geçtiğimiz sürecin hemen bütün yönleriyle doğru ve bilimsel tahlilini yapan ve tasarımlarıyla günceli yakalayan çağın devrimci örgütü ve militanı olmak için harekete geçmeliyiz. Asla unutulmamalıdır ki, her tarihsel süreç ve dönemeç, kendi çağının hareketini, militanını ve savaşçısını, örgütünü ve bireylerini yaratır.

Bugün ele avuca sığan, kendi içerisinde gerçekten nitelikli örgütlenmiş devrim öncülerini maalesef yeterince göremiyoruz. Bu bir yana, devrimci öncülük, yani kitlelerin böyle bir devrimci öncüye güveninin sağlanmasından da öte, asıl önemli olan, bizzat ezilen ve sömürülen halkların, artık bu şekilde yaşamak istememeleri ve bu yönde harekete geçmelerini sağlamaktır. Hem yeni tipte örgütlenme hem de gerçekten kitlesel karakter kazanmış örgütsel güce dönüşme, ancak böyle bir saha devrimciliğinin esaslı olarak yerine getirilmesiyle mümkün olacaktır.

Çağın dervişi olabilmek için, nitelikli örgütlü devrimci bireyler olabilmeliyiz. Bunun için öncelikle, bütün duyusal ve zihinsel gözeneklerimizi sonuna kadar açıp, her yönüyle devrimci bilgi patlaması türbülansına girebilmeliyiz. Bugünün devrimci önceliği, başta kendimize olmak üzere, hayata devrimci temelde pratik müdahaleden geçmektedir. Somut taktik politikalar ve siyasetler üretebilmeliyiz. Yeni pratik tarzlar ve yeni doğrular gerçekleştirebilmeliyiz. Konu özgülünde dönemin ihtiyaçlarına uygun biçim ve içeriklerde yeni bir devrimci tarzla örgütlenebilmeliyiz. Kalıplara, statükolara, geleneksel değer yargılarına ve alışkanlıklarımıza alabildiğince vurmalıyız. Dayandığımız temelleri sağlam tutma adına, onları amaç haline getirmemeli ve idealize etmemeliyiz. Mesela parti ve örgütlenmeleri, ordu ve belli mekanizmaları vd.lerini, oldukça önemli stratejik araçlar da olsa, asla idealize etmemeliyiz. Örneğin ‘her şey parti için’ mantığıyla partiyi amaçlaştırmak tehlikeli bir yanlıştır. Dayanılan temelleri sağlam tutmak; onları idealize etmek, tabulaştırmak ve köpek boku kadar değeri olmayan dogmalar haline getirmek değildir. Ki eğer gerçekten değer veriyorsak, onun özü ve ruhuna uygun hareket etmek zorundayız. Bilimsel olmaktan uzaklaşarak değil, diyalektik ve tarihsel materyalizmin özü ve ruhuna uygun olarak ve devrimci komünist bilimimizin yaşayan canlı ruhu, somut koşulların somut tahliline sıkı sıkıya sarılarak ancak değeri yerine getirebileceğimiz bilinmelidir. Abartıya yer bırakmadan, günün görev ve sorumluluklarına uygun düzeyde nitelikli, yeni devrimci örgütsel tarzın geliştirilmesiyle ancak bunun mümkün olduğunu bilince çıkarabilmeliyiz. Bu bilinçten hareketle, stratejik devrimcilik için örgütlenmemiz gerektiği de ortaya çıkmaktadır.

Her alanın kendi özgünlüğü vardır, bununla birlikte, her alana ilişkin temel örgütlenme-ler-in de olması gerekiyor. Biz, devrimcilerde olması gereken bir bilim yöntemine sahip olmalıyız. İkincisi, kolektif temelde irade ve eylem birliği üzerinden, kolektif bir hukukumuz olmalıdır. Yoksa çete benzeri örgütlenmeler olur çıkarız. Aynı şekilde bir metodolojiye sahip olmadan, bunları doğru temelde gerçekleştiremeyiz. Diyalektik ve tarihsel materyalizme sahip olmamız gerekiyor. Elimizde bu araçlar varsa, hataları minimuma indirebileceğimizi söyleyebiliriz. Bilim yöntemine sahip olmayanların, neler yapabileceklerine koskoca tarihimiz şahittir. Kolektif olarak doğru hukuka sahip olmayanların, nasıl da çeteleştikleri asla bilinmez değildir. Neyi dogma haline getirdiysek, hepsini eleştiri süzgecinden geçirmemiz gerekiyor. Hiçbir şekilde, hiçbir şeyi tabulaştırmamalıyız. Bir komünist, tarihe nasıl bakabileceğini bilmelidir. Lambayı değil, projektörü nasıl tutmamız gerektiğine de bakacağız. Kişinin kendisini özne olarak görmesi, meselenin kendisine ait öz olarak görmesi önemli bir yol açıcılıktır. Bunun karşısında nesneleşmek, bir devrimciye yakışmaz. Bu anlamıyla geleceğin toplumunu ancak bugünün içerisindeki müdahalelerimizle kurabileceğiz.

İdareli devrimcilik değil, iradeli devrimcilikte ısrar

Her şeyi ama her şeyi, tarihsel koşullara bağlayıp açıklamak ve bununla sınırlayarak değerlendirmeler yapmak, açık ki, ciddi bir iradesizliktir. Kendi varlık koşulunu inkar etmek bir yana, nesneleşmek ve kapitalist piyasanın basit metaları haline gelmektir. Aynı şekilde kendiliğindenci ve kaçınılmazlık teorisinin, devrimci komünarların çizgi ve anlayışıyla uyuşmadığını belirtmek gerek. Hiçbir şey kendiliğinden gitmez. Kaba evrimci ve basit tekrarlar üzerinden, mekanik materyalizme de karşı olduğumuzu vurgulamak zorundayız. Düz ve kaba haliyle hiçbir şey ne hareket, ne de değişim ve gelişim halindedir. Düz bir çizgi izlemez. Basit ve düz bir çizgi şeklinde hiçbir şey, ama hiçbir şey bir artma azalma, nicelik nitelik vs şeklinde ilerlememekte ve gelişmemektedir. Her bir şey dinamik olduğu kadar zikzaklı, gidişli gelişli, helezonik ya da spiral-sarmal bir seyir halindedir. Düşünce, doğa, toplum, bireyler, gruplar, örgüt ve partiler bu temelde hareket halindedir.

Çağımızın yeni örgütlü devrimcileri olabilmek için, kolektif bir akıl ile hareket etmemiz gerektiği bilinmelidir. Kendi çalıp kendi oynayanların, kimseye doğru düzgün bir yarar getirmediği yeterince açıktır. Bu yönüyle kolektivizm ile örgütlülüğün de, iç içe geçen ve birbirlerinin varlık koşulu haline gelen olgular olduğu anlaşılmaktadır. Kolektivizmin olmadığı yerde, doğru düzgün kolektif bir örgütlenmeden bahsedemediğimiz gibi, örgütlenmenin olmadığı bir yerde de kolektivizmden bahsedemeyiz. Zira irade ve eylem birliği kolektivizm ile iç içe geçmiş, aynı zamanda örgütlü hareket birliğidir de.

Yaşamını ve hareket tarzını, düşmanın çerçeveli dar alanlarına hapsedenler, hiç düşmanı alaşağı edebilir mi? Hatta verili düşmanını yense bile, yerine geçirebileceği paradigma, düşmanının başka bir versiyonu olarak kendini kısa sürede gösterir. Çünkü ilk önce kendinde devrim yaratmamıştır ki, düşmanın tam zıttı yönünde alternatif bir yaşam ve hareket tarzı yaratabilsin.

Örgütlenme bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkar dedik, ama kafadarların bir araya geldiği örgütlenmeleri kastetmediğimiz de anlaşılmalıdır. Tabi ki asgari düzeyde bir irade ve eylem birliği ile ancak örgütlenmeye gidilmektedir, gidiliyor da zaten. Fakat her örgütlenme ve bir araya gelmenin, eşyanın tabiatı yani diyalektiğin bir gereği olarak, çelişkili birlikler ve örgütlenmeler olduğu gerçekliğini de bilmeliyiz. Zira çelişkisiz hiç ama hiçbir şey yoktur. Düşünce, teori, pratik, doğa, hayat, madde vs her şey çelişkili birlikleri ihtiva etmektedir. O halde örgütlenmeler de çelişkili ve farklıların birliği olarak kavranmalıdır. Siz hiç aynıların birliği diye bir şey gördünüz, duydunuz ve yaşadınız mı? Göremez, duyamaz ve yaşayamazsınız. Çünkü aynıların birliği ve örgütlenmesi diye hiçbir şey yoktur ve olamaz. Herhangi bir yerde bir örgütlenme ve birlik söz konusu ise, mutlaka orada farklıların bir örgütlenmesi ve bir araya gelmesi vardır.

Örgütlenme derken, bütün gözenekleriyle yaşamımızı örgütlemeyi de vurgulamak zorundayız. Keza başta kendini asgari düzeyde örgütleyemeyen, başkasını ve çevresini de örgütleyemez. Aynı şekilde örgütü ve partisini, dostlarını ve halkını, devrimi de örgütleyemez ve inşa edemez. Öyleyse devrimi örgütlemek için, öncelikle kendimizi nitelikli örgütlemek zorunda olduğumuz bilinmelidir. Gelinen aşamaya kadar ki mevcut gerçekliklerimize baktığımızda, aslında ortalık örgütsüz örgütlüler ile adeta kaynamaktadır.

Popülizme karşı mücadele etmeden ilerleyemeyiz. Zira popülizm, devrimci çalışmanın gelişmesini engelliyor. Asalak hayat tarzının yeniden yerleşmemesi için, kesinlikle popülizme karşı mücadele etmeliyiz. Alt üst ilişkisinde tanrılaştırma ve peygamberleştirme tarzına karşı mücadele edilmelidir. Biraz önce söylediğimiz gibi dogmatizme ve diğer şeylere karşı, sıkı eleştiri ve mücadele edilmelidir. Nasıl bir örgüt? Yerelleri ciddiye almama ve alınan kararları bütün yerellere giydirmeye karşı da mücadele edilmelidir. Yerellerin alacağı kararlar önemsenmeli ve üstte örgütsel bağlar kurularak işlevsel hale getirilmelidir.

Herhangi bir iş için girişimde bulunurken bile, dur ve düşün, ayrıntılı ele al ve körü körüne hareket etme, denir. Ya da evdeki hesap çarşıya uymadı deyiveririz. Hafif bir rüzgar gibi gelip geçici ve kimsenin ruhunun bile duymadığı bir örgütlenme ve tarzların, esaslı hiç kimseye fayda sağlamadığı görülmelidir. Bu temeldeki basit kahramanlıklara gerek yoktur. Basit diklenmeler ve şekere bulanmış mermiler ile salvo atışlarına da hiç gerek yoktur. Dipten gelen dalgayı görmeli ve lafta değil bizzat pratik sahada, yani doğrudan yaşamın önemli ve stratejik gözeneklerinde ayrıntılı hazırlıklarımızı geciktirmeksizin gerçekleştirmeliyiz. Bu düzlemde, kararlaşmalı ve pratik adımlarımızı atmalıyız. Devrim gibi büyük bir davanın insanı olmanın ciddiyetiyle hareket etmeliyiz. Bunun için, herkesin öncelikle mevcuttaki olumsuz gerçekliğiyle örülü halini bir kenara atıp, kendini değiştirip dönüştürmesi gerekmektedir. Önce kendimizi değiştirip dönüştürmeliyiz ki, başkalarını da değiştirebilelim. Unutmayalım ki, başkaları değişip dönüştükten sonra, hadi ben de değişeyim derseniz, geç kalır, öncü değil artçı olursunuz. Çünkü tren çoktan kaçmıştır. Mevcudiyetteki yanlış yöne giden treni bile raydan çıkaracak köklü değişim ve dönüşümlere, bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu tartışmasız bir gerçektir.

Bedenimizi, ruhumuzu ve yaşamımızı çepeçevre feodal ve burjuva anlayış ve çizgilerin sarıp sarmaladığı objektif koşullara kendini teslim edenler, asla çağın devrimcisi olamadıkları gibi çağımızın devrimci komünist örgütüne de sahip olamazlar. Köklü bir düzeltme hareketine ve devrimciliğin yeniden güncellenmesi ve örgütlenmesine ihtiyacımız olduğu kesindir.

Güzel amaçlar için örgütleniyor ve mücadele ediyoruz. Bu hedefe ulaşmak için doğru araçlar, stratejik ve taktik politikaları belirleyip bunları idealize etmeden örgütlenme ve mücadele yürütmek zorunda olduğumuz bilinmelidir. Devrimci komünist hareketimizin örgütsel olarak da yeniden yapılanması, gerçek ve somutluk temelinde güncel devrimci öncülüğün, aynı zamanda özeleştiri hareketi olduğunu da asla unutmadan hareket etmeliyiz.

İlerleyen her tarih ve süreç, her bir tarihsel sürecin verili koşullarına uygun nitelik ve düzeyde yerine getirilmeyen örgütlenme ve diğer görevler karşısında, daha ağır ve daha fazla rahatsız edici kamburlarımız haline gelmektedir. Artık nostaljik devrimciliği bir kenara atmamız gerektiği, yeterince açık değil midir?

Devrimci hareketlerin, devrimci reflekslerinin alabildiğince zayıfladığını vurgulamak isteriz.

Daha ziyade bekle gör politikası hakim hale gelmiştir dersek, doğru ifade etmiş oluruz. Örgütsüz örgütler ile ortalık doludur. Ya da örgütlü ile örgütsüz bireyler arasındaki farklılık, hemen hemen kalmamıştır dense de uygun olur. Nitelik ve temsiliyet, alabildiğince yerlerde sürüklenmektedir. Günlük ve genel yaşam, uğraş ve tarzlarımız oldukça geri düzeydedir. An’ ı, günü ve içerisinden geçtiğimiz süreci doğru ve bilimsel olarak çok yönlü tanıma ve kavramada oldukça geri düzeyde olduğumuz açıktır. Belli ki uzun süredir bunun sancılarıyla yaşadık ve bugünlere kadar geldik. Durumu kurtarma, idare etme, dostlar alışverişte görsün misali yaklaşımlar, tutuculuk ve statükoculuk, alışkanlıklar ve geleneksel değer yargıları, mülkiyetçilik ve aşiretçilik, sağ ve sol oportünizm vb leriyle örgütsel ve siyasal niteliğimizin çok geri olduğu ve geriye düştüğü tartışmasızdır.

İnsanlık için yıkılamaz denilene şahitlik edip yıkılan, köklü ve stratejik nitel ilerleyiş ve kopuşlara, tarihsel tecrübelere sahibiz. Elbette hemen birçok örgütlenmede, yukarıdan aşağıya, burjuva devletlerde, aşiretlerde, aile içinde de belli bir hukuk var, ama aralarımızdaki hukuk yani devrimci hukuk çok farklı. Gönüllü, demokratik ve hiçbir yoldaşın asla nesneleştirilmediği devrimci bir hukuka sahip olmalıyız.

Yeryüzündeki bütün örgütlenmeler ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıktı, bundan sonra da böyle olacak. Her biri tarihsel verili objektif koşullar gerçekliğinde, örneğin THKO, THKP/C ve TKP/ML, bizzat kendi tarihsel nesnel koşulların ürünü örgütler olarak, doğdular. Devamcıları aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen kendilerini yenileyemediler. Günümüzün bütün örgütlenmeleri ve partileri, kendilerini bütünlüklü gözden geçirmek zorundadırlar. Bizler kararlı devrimcilerin oluşturduğu güçlerden oluşan, özlemlerimiz ve ideolojik anlayışımıza cevap verdiği için, partilerin içerisinde yer aldık. Aynı zamanda mücadelemize, birleşik devrim ekseninde yaklaşıyoruz. Devrimci güçlerin tüm çalışmalarına ciddiyetle yaklaşırken, ortak paydalar arayışı ve ısrarından da vazgeçmiyoruz.

Sürecin ihtiyaçlarına hiç de uygun olamayan seviyelerde, ciddi niteliksiz durumlar da var. Yani günü kurtarma ve salt kendi mevcudiyetini görme dışında başka bir şey değil. Tepkicilik, kişiye göre hareket etme, kendini dayatma, popülizm vs de kendini devam ettirme ısrarıyla, hiç de amaç ve hedeflerimize ulaşamayacağımız gün gibi aşikardır. Hepsini bir araya getirsek de, dört şişmandan bir şey çıkmayacak. Diğer taraftan, mevcuttan kopuş arayışı içinde olan diğer güçlerle de birleşmek, gündemimizden hiç düşmemiştir. Suphi Nejat Ağırnaslı’ nın çıkışı ve devrimci kopuşu, umut vericiydi ama asla yeterli değildi. Kim, ne kadar elini taşın altına koyuyorsa, bizlerin de çok fazla örgütsel görev ve sorumluluklarımıza sıkı sıkıya sarılmamız gerekiyor.

Ne sol sekterlik ne sağ liberalizm; iki tarafta da tehlike büyük. Somut durum ve somut koşullara uygun siyaset belirlememiz lazım. Her ikisi için de arkasına saklanıp, arkadan gitmek, asla değildir meramımız. Dünyanın her yerinde illegal örgütlenmeyi esas alan partiler devrime varmıştır. Düşmanımız da stratejik olarak topyekûn saldırılarını ve tasfiye politikalarını sürdürmektedir. Saraların Paris’in merkezinde vurulması, duruşumuz ve örgütlenme tarzımızı ona göre konumlandırmamız gerektiğini de o kadar açık ediyor ki. Gerilla, işçi sınıfı, demokratik kitle örgütleri vs içerisinde örgütlenme… Hayatın bütün alanlarında, bize karşı düşman saldırıyor. Devletin bizim karşımızdaki duruşuna karşı, bizim de düşmanın karşısında durmamız lazım. Diğer yandan bu duruş, sürecin ihtiyaçlarına uygun olmalıdır. Hiyerarşisi, işleyiş ve disiplin sorunlarını somut olarak güncellememiz zorunlu hale gelmiştir. Şefçilik, yaranmacılık, alan açma gibi durumlar olmamalıdır. Her alanda yapılan işler, işleyiş vs bizzat o alanların militanları, yani doğrudan özneleri üzerinden inşa edilmelidir. Cezaevi, kendi koşullarında belli bir hukuk sistemi oluşturuyor. Mesela Kuzey Kürdistan’da, Karadeniz şartları gibi örgütlenmemiz de aynı şekilde yanlış olur. Bütün bu meselelerde daha fazla derinleşmeye ihtiyacımız olduğu kesindir.

Salt teorik bakış açısı, ciddi bir yetersizliktir. Asık suratlı, çatık kaşlı olunca çok iyi bir devrimci olunmuyor. Mesele o anlamda fazla kitabi değil, kendi doğallığı içinde yürünmesi gerek. Tamam doğru, bizi bağlayan bir program ve tüzüğümüz olmalı, ama hayatın kendi gerçekliğinden ise kopamayız. Devrimin ana gövdesi camilerde vs. Bizler kendimizi bunlardan soyutlarsak doğru olmaz. Devrimci mücadele de hayatın içerisinde ve uzun süreli mücadeledir. Çıtanın seviyesini ona göre yükseltmek zorundayız. Ya kategorize halinde iyice darlaşıp marjinal örgüt ve hareketler olarak kalacağız, ya da mevcudiyeti parçalayıp kabuğun dışına çıkacağız.

Komün Dergi

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir