1 Mayıs meydanlarında, beklendiği gibi, işçilerin ve ezilenlerin sloganları kitlesel biçimlerde yankılandı.
“Hayat pahalılığına ve sefalet ücretine karşı insanca bir yaşam” isteyen işçiler, “Cins ayrımsız bir dünya istiyoruz” diyen kadınlar, “Em li dijî şer aşitîyê diparezin” şiarını yükselten Kürtler yüzbinler halinde mitinglere aktı. Elektrik faturasını ödeyemedikleri için öfke dolu olan yoksullar, sömürgeci işgali lanetleyen Barış Anneleri, yaşam hakları uğruna mücadele eden sağlık emekçileri, özgür bir gelecek düşleyen öğrenciler, doğanın yağmalanmasına dur diyen ekoloji savunucuları, politik islamcı gericiliğe karşı seslerini yükselten Aleviler, heteroseksist ayrımcılığa direnen LGBTİ+’lar, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında alanlardaydı. “Bijî berxwedana zindanan” ve “Gezi isyanı onurumuzdur” sloganlarının yaygınca atıldığı 1 Mayıs meydanları, hapishanelerde faşist zulme direnişin soluğunu da taşıdı, Gezi tutsaklarına coşkulu bir selam da gönderdi.
Öte yandan, İstanbul’da Taksim ve çevresi, faşist saray rejiminin keyfi ve küstah yasağını tanımadıklarını pratikte ortaya koyan devrimcilerin ve antifaşistlerin öncü eylemlerine sahne oldu. Maltepe mitingi emekçilerin ve ezilenlerin hareketlerindeki kitlesel gelişimin, Taksim zorlamasıysa antifaşist direniş kararlılığının ifadesiydi.
Yılın başından itibaren patlak veren işçi direnişleri dalgası ve zamları sokakta protesto hareketi, kitleselliği ve yaygınlığı artan 8 Mart eylemleri, meydanların hınca hınç dolduğu Newroz mitingleri, emekçilerin ve ezilenlerin faşist saray rejimi karşısında aktif savunma hattına ilerleyişinin güncel güzergahını oluşturmuştu. Politik mücadelede isyancı bir bahar rüzgarı esmeye başlamıştı. 1 Mayıs, işte bu güzergahın yeni uğrağı, bu rüzgarın yeni uğultusu oldu. İşçiler ve ezilenler kitlesel mücadele morali depoladı.
1 Mayıs’ın böyle mayalandığı günlerde, faşist şef Erdoğan’ın saray rejimiyse, Kandil’e sömürgeciliğin zafer bayrağını dikmek için yeni bir işgal saldırısına girişti, Gezi’nin ayaklanmacı ruhunu gömmek için Gezi davasını ağır hapis cezalarıyla sonuçlandırdı. Toplumsal meşruiyeti alabildiğine aşınmış, yığınsal desteği erozyona uğramış, emekçilerin ve ezilenlerin biriktirdiği hoşnutsuzluk ve tepkiyi yatıştırma imkanlarından yoksunlaşmış faşist saray rejimi için tek çare bu: saldırmak ve daha fazla saldırmak.
Faşist şef Erdoğan’ın Türkiye ve Kürdistan topraklarında tam bir mezarlık sessizliği yaratma planına kilitlendiği ortada. Kimse ham hayallere kapılmasın! Erdoğan’ın planında HDP’yi mutlak suretle kapatmak, Kobanê davasını en ağır cezalarla sonuca bağlamak, Başûr ve Rojava Kürdistan’da gitgide genişleyen bir sömürgeci egemenlik sahası kurmak, demokratik hak ve özgürlüklerden geriye kalan ne varsa canına okumak var. Bu gidişatta, burjuva muhalefet blokuna ne kadar alan bırakılacağı, seçimlerin yapılıp yapılmayacağı bile meçhul. Ve bu faşist yok etme planını engellemenin yegane gerçek imkanı, halklarımızın birleşik antifaşist direniş kararlılığında saklı.
Tam burada, birinci yönünü kitleselliğin meydana getirdiği 1 Mayıs mücadelesinin ikinci yönüne geliyoruz.
1 Mayıs tablomuz antifaşist direniş kararlılığını güçlendirmenin aciliyetine işaret ediyor. Maltepe’nin kitleselliği Taksim’in kararlılığıyla buluşmaya ihtiyaç duyuyor. Zira faşist yok etme planının püskürtülmesi ve faşist saray rejiminin bozguna uğratılması, halklarımızın ölesiye susamış olduğu özgürlüğün kazanılması, emekçilerin ve ezilenlerin kitlesel demokratik “muhalefet” muhtevasındaki hareketinden çok daha fazlasını, dişe diş antifaşist direniş kararlılığını şart koşuyor.
1 Mayıs meydanlarında, faşist saray rejiminin düzen içi muhalefetinden devrimci-demokratik alternatifine uzanan bir siyasi yelpaze kendini gösteriyor. Sembolik bir tanımlamayla “Maltepe kitleselliği”, siyasi yelpazenin geri ucunda duran CHP liderliğindeki burjuva muhalefet bloku için biçare seçim sandığına ve gerici parlamenter restorasyon hedefine bağlanacak bir araçken, siyasi yelpazenin ileri ucunda bulunan devrimci öncüler kümesi için antifaşist mücadelenin zaferine bağlanacak esas gücü teşkil ediyor. Emekçilerin ve ezilenlerin bağrında biriken mücadele dinamiklerinin nicel genişliğini dışavuran “Maltepe kitleselliği”, aynı zamanda, onların faşist yasaklara meydan okuyacak bir direniş niteliğine henüz erişmemiş olduklarını da sergiliyor. Yasaklı meydandan uzaktaki izinli mitingin sınırlılığı kadar, Güney Kürdistan’a işgal saldırısına karşı açıkça saflaşmaktaki temkinlilik de bize bunu söylüyor. Faşizme karşı muzaffer bir savaşım için aşılması şart olan bu nitel sınırlılık hali, tabii ki, emekçi ve ezilen kitlelerden önce, emekçi sol hareketimizde ortaya çıkıyor.
Halklarımızın büyümekte olan kitlesel mücadele gücünün burjuva muhalefet tarafından heba edilmesine fırsat tanımamak bu nitel sınırlılığın aşılmasına bağlıdır. Faşist şef Erdoğan’ın dizginsiz saldırganlığına barikat olmak bu nitel sınırlılığının aşılmasıyla mümkündür. Ezilenlerin birleşik antifaşist direnişinin görkemli başarısı ancak bu nitel sınırlılığın aşılmasıyla gerçekleşebilir.
Birleşik Mücadele Güçleri’nin siyasi misyonu, bir bakıma, böyle bir “niteliksel aşma süreci”nin öncülüğünü yapmaktır, alanlardaki kitleselliğin direniş kararlılığıyla buluşmasını örgütlemektir.
Bu, faşist yasakları parçalayıp atma cüreti, faşist saldırganlığa karşı antifaşist özsavunma pratiklerini yaygınlaştırma inisiyatifi, emekçi mahallelerinde militan kitle gösterileri hazırlama ataklığı, işçilerin ve ezilenlerin sokak mücadeleleri içinde devrimci kitle şiddetini artırma girişkenliği ve elbette bedelleri en önde göğüsleme duruşu demektir.
Fiili meşru mücadele sahasında birleşik devrimci öncülüğün siyaseten ayırt edici özellikleri bu sayede belirginleşecek, emekçilerde ve ezilenlerde dişe diş antifaşist direniş kararlılığı bu yoldan inşa edilecektir.