19 Mayıs 1919, Soykırımın Son Perdesi / Ümit Bakır

18 yüzyılda tüm dünyada yükseliş gösteren milliyetçilik akımı sonrasında bağımsız ulus devletlerini yaratma çabası içerisine giren sömürge uluslar, köhnemiş devasa feodal devletler ve genç emperyalist güçler arasında cendere altına alınıyordu. Osmanlı Devleti’de 18. ve 19. yüzyılda hükmettiği topraklarda 28 ayrı bağımsız devlet oluşumu sonrasında gerileye gerileye sıkıştığı Anadolu ve Kuzey Kürdistan coğrafyasında Türk ve İslam dışı tüm ulusları yoketme siyasetini esas alıyordu. 1915’te Ermeni ve Süryanilere yönelik başlayan soykırımın bir benzerini de kısa bir zaman sonra 1919 Küçük Asya Helenleri yaşayacaktı.

1461 yılında Osmanlı tarafından ilhak edilen Pontus coğrafyası o tarihten itibaren sistematik bir Müslümanlaştırma dayatması ile karşı karşı kalmış ve bunun sonucu olarak pek çok Rum asimile edilmişti. Fakat bölgede neredeyse 2500 yıllık köklü bir geçmişe sahip olan Pontus Rumlarının silinmesi Osmanlı için de düşündüğü kadar kolay olmayacaktır.

1915 yılında Amele Taburları oluşturulmasına ilişkin çıkarılan yasa ile ezici çoğunluğu Rumlardan oluşan 50 bin ila 100 bin kişi -silah verilmemek şartıyla- zorla orduya alınmıştı. Bu taburdakilerin görevi ordu için yollar yapmak, ihtiyaç duyduğu malzemeleri nakletmek, binalar inşa etmekti. Bu taburlar tam bir insan kıyım makinasına dönüşmüş kölecilik benzeri uygulamalarla on binlerce insan yetersiz gıda, ağır işlere koşulma ve keyfi öldürmelerle katledilmişti. 1915-1919 arasında Karadeniz’de yaşayan Rumlardan pek çoğu gerek Amele Taburları’na alınma gerekse de Ermeniler gibi katledilme korkusu ile Rusya ve Yunanistan’a kaçmıştı.

Nitekim 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Samsun’a ayak bastığında bu korkularında haksız olmadıkları açığa çıkacaktı. İlk iş olarak Havza’da yerel bir zorba ve eski bir Teşkilatı Mahsusa (Dönemin MİT’i) mensubu Topal Osman ile görüşen Mustafa Kemal Giresun ve Sivas Jandarma Komutanlıklarına gönderdiği bir emirle il genelinde tutuklu bulunan mahkumların Topal Osman çetesine katılması şartıyla serbest bırakılması talimatını veriyordu. Bin kişilik bir güç ve devlet desteğine kavuşan Topal Osman vakit kaybetmeksizin Rum köylerine saldırıyor ve katliamlara başlıyordu. Arazi ve evlere el konulması, inanç mekanlarının tahrip edilmesi, genç kızların kaçırılması erkeklerin katledilmesi ile tam bir terör ile kaçırtma politikası Kemalist’ler tarafından Topal Osman eliyle uygulamaya konuluyordu. 1920 yılına gelindiğinde katliamcılığı ile Meşhur Sakallı Nurettin Paşa komutasında Amasya merkezli olarak kurulan 10 bin kişilik askeri güce sahip Merkez Ordusu’da Pontus Katliamı’na tüm gücüyle katılıyor ve Rumlara yönelik katliamları soykırım aşamasına çeviriyordu.

Yunan Devletinin esas olarak Mikri Asya (Batı Anadolu) adlandırdığı alanda bir büyük Yunanistan kurma siyaseti ile Pontus’a destek vermemesi, genç Sovyetler’in ise İngiliz tehdidine karşı Milliyetçi Yeni Türk Devleti’ni bir bariyer olarak görme yanılgısı birleşince Pontus Helenlerin tabutuna son çivi de bir anlamda çakılmış oluyordu. 1922 yılına kadar merkezi bir yapıya sahip olmayan lokal Pontus partizanları kendilerini merkezi ordu ve Topal Osman çetelerinden korumaya çalışmış ve bunda kısmen başarılı olmuş olsalar bile 1923 yılında fiilen sona eren Türk-Yunan savaşı sonrası Yunan tarafının mübadele önerisi (Nüfus değişimi) ile Pontus artık hızla Helensizleşiyor direniş güçlerinin kitle tabanı ortadan kalkıyordu. Soykırım öncesinde 600 bin kişilik bir nüfusa sahip olan Pontus Rumları 1915-1922 arasında 300 bin ile 400 bin kişilik bir kırım yaşıyorlardı. 200 bin kişilik Rum nüfus ise 1923 sonrasında Yunanistan’a gönderilmiştir.

Ne tesadüftür ki 24 Nisan 1915 tehcir kararnamesi ile başlayan Ermeni soykırımın bir gün öncesini 23 Nisan’ı Çocuk bayramı ilan eden Türk Devleti 19 Mayıs 1919’da fiilen başlayan Rum soykırımının tarihini de 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ilan etmiştir.

Bugün hâlâ bazı bölgelerde Pontus dili olan Pontiaka konuşuluyor olmasına karşın aradan geçen 100 yılda toplumsal hafıza özelliği taşıyan hemen her şey neredeyse yokedilmiştir.

1990’lardan sonra ise Kürt savaşına karşı özellikle Karadeniz bölgesi gençleri kullanılmış yaşanan can kayıpları üzerinden bölgede Türk milliyetçiliği ve şovenizm kurumsallaştırılmıştır. Tüm ulusların tam hak eşitliği içerisinde özgürce yaşayabileceği ve bu toprakların kadim halklarından olan Pontus Helenlerinin horon ve kemençeleri ile yeninden Karadeniz coğrafyasında varolacağı bir ülke inşaa etmek, birleşik devrimci mücadelesinin gelecek tezahürünün önemli bir parçasıdır.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir