Aleviler ve alevilik üzerinde bu kadar oynanmasının temel nedenlerinden başat olanı, alevilerin bir türlü ve açıkça “biz müslüman değiliz” deme cesaretini göstermemelerinden kaynaklanmaktadır. Aksi durumda devletin yararlandığı bu boşluk ve muğlaklıktan dolayı, aleviliğin siyasal islam içerisinde erimeye devam edeceği çok açıktır. Kuşkusuz bugünkü çok daha kapsamlı olan sinsi tuzak, devletin bu konudaki stratejisiden kaynaklanmaktadır. Yakın tarihten şu örnekte bunu göstermektedir: 1978 yılında İstanbul Sirkeci’de bulunan Akdeniz Lokantası’nda 100’e yakın Alevi “dedesi”yle yapılan toplantı. 1980 sonrasında isim listesindeki kişilerle diktatör Kenan Evren’nin talimatıyla İstanbul Hilton Oteli’nde yapılan toplantı. 1984 sonrasında da bu toplantıların devletin gözetiminde yapılmaya devam edilmesi. Ve bugün Şah Kulu Sultan Dergahı’nda Erdoğan tarafından açıklanan AKP-MHP diktatörlüğü’nün Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir “Alevi Bektaşi Kültür Ve Cemevi Başkanlığı”nı kurup, dedeleri de maaşa bağlayarak alevileri fetvalarla yönetme hamlesini gelinmiştir.
Yüzyıllardan beri devam eden alevileri devletin uşaklarına dönüştürerek, demokratik komünal değerlerinden ve demokratik güçlerle ortaklaşmasından kopartma stratejisi bugün çok daha tehlikeli bir aşamada bulunmaktadır. Alevilerin ve öncülük iddiasındaki örgütlerinin cılız tepkilerinden de anlaşılmaktadır ki, bu tehlikeyi ciddi darbeler almadan atlatma iradesinde / örgütlü gücünde bir zayıflık bulunmaktadır. Yüzbinlerce alevinin sesini sokaklarda duyurmasının örgütlendirilmesi ve sürekli eylemlilik içinde tutulması yerine, basın açıklamalarıyla yetinilmesi ve küçük gruplar halinde tepki verilmesi de göstermektedir ki, ciddi bir öncülük sorunu yaşanmaktadır. Aleviliği beton duvarlar inşa ederek, içe dönük ama dışardaki Kürt sorunu ve ülkenin diğer sorunlarına kapalı tutarak yaşatma çabalarını yürütenlerin buradaki vebali büyüktür. Yıllardır yürütülen “biz bir inanç örgütüyüz, dergahlarımıza siyaseti sokmayın” anlayışı, bir kez daha devletin Alevi siyaseti karşısında yenilmiştir. Oysa ki iktidarın ve onun işlerini yürüten devletin kendi tekeline aldığı siyaset/politika, insanların kendi yaşamlarını örgütleme, kendi gelecekleri hakkında söz-yetki-karar sahibi olma ve uygulanmasında da görev alma işidir. Ve bu sahte bir demokrasicilik oyunu olan seçimlerde oy kullanmaya indirgenemez. Önemli olan 17/18 Eylül 2022’de Alevi örgütleri tarafından açıklanan tutum belgesini ilan etmekle yetinmemek, bütün demokrasi güçleriyle birleşik bir mücadelenin aktif yürütücüsü olabilmektir. Yani yalnız yürümemektir. Ve elbette ki, Kültürel-inançsal-toplumsal ve her konuda öz savunma anlayışına dayalı bir iç örgütlenmeyi de sağlayabilmektir. İktidarı hizaya getirecek olan budur.
Diğer yandan ise, aleviliğin kendi özgün köklerinden kopartılamaması için, İslamla olan tarihsel ilişkisinin aynı inanca dayanmadığını yani müslüman olunmadığının eğitimler yoluyla alevilerin zihin dünyasına yerleştirilmesi kadar, iktidara karşı da bu temelde net ve sağlam bir duruşa sahip olunmasıdır. İslam tarihinin alevilerin kendi özgün tarihleri olmadığı, İslam içindeki saflaşmada siyasal-iktidarcı İslama karşı muhalif olan mazlum kesimlerden yana taraf olunmasından dolayı, alevilerin de müslüman veya İslamiyetin farklı bir yorumu olduğu yanılsamasına düşülmemesidir. İslamiyet tarihi içindeki 12 İmamların Aleviliğin içine alınıp farklı anlamlar yüklenerek sahiplenilmesinin alevileri getirdiği nokta, AKP-MHP faşist iktidarının ve Şii İran devletinin para ve diğer olanaklarla süslendirilmiş tuzağı olmaktadır. “Alevi İslam Toplumu, Cem Vakfı, Alevi Ülkücüler Derneği, Ehlibeyt Vakfı ve daha nice tuzaklara düşülmüş olması da bunu ispatlamaktadır. İran’ın her yıl belli sayıda aleviyi İran’ın Kum Şehri’nde 3-6 aylık eğitimlerden geçirerek göndermesi de Alevi derneklerini içerden fethetme çabalarında bir hayli mesafe alındığını göstermektedir. Alevi yol-erkâlarında Kuran’dan okunan dualar, Cenazelerin sırlanma rütellerindeki değişiklikler vb yozlaştırma hamlelerinde de bu asimilasyon görülmektedir. Alevi örgütlerinin gözleri önünde olmaktadır bütün bunlar. Bunlara karşı radikal tedbirlerin alın(a)maması, bu asimilatörlerin törenlerde ve dergahlarda barındırılmaması konusunda büyük yetersizliğin olduğu görülmektedir.
Oysa ki, Alevi dergahlarına Babek ve sonrasında eşi Hürreme, Ebul Vefai Kurdi, Alevi direnişinde kafası kesilerek sokaklarda dolaştırılan Şah Kalender Çelebi, Pir Sultan, Baba İlyas, Baba İshak, Torlak Kemal, Alişer ve Zarife, Seyid Rıza ve daha nice direnişçi Alevi önderlerinin öz geçmişlerini de içeren resimleriyle birlikte dergahlara asılmaması, cemlerde bunlardan bahsedilmemesi de diğer büyük bir yozlaşmayı göstermektedir. İslam tarihinde yer almış ve Kuran’a bağlı olarak yaşamış olan 12 İmamları farklı anlamlar yükleyerek ve sanki müslüman değillermiş ve aleviliğin öncüleriymiş gibi hafızalara kazınması, alevilerin temel zaaflarından biri olmaktadır. Bu yaklaşım 12 imamları alevileştirmezken, alevileri müslümanlaştırmanın Şii İran devletinin ve iktidarın işini kolaylaştırmanın önünü açmaktadır. Bu tehlikenin hala bilince çıkartılmaması aleviliğin islamın gölgesinde kalmasına yol açmıştır. Yani biçimsel olan isalmi ögelerin, özelde Kürdistan topraklarının cevheri ve aslında genel olarak aleviliğin kavramsal-kuramsal-örgütsel köklerini taşıyan Raye Hak alevi yolunun da önünü tıkamaktadır. Bu ise, rızalığa dayalı ahlaki politik toplumun demokratik komünal değerlerini muğlaklaştırmakta ve unutturmaktadır.
AKP-MHP-İYİ PARTİ VE diğer partiler kadar, Şiileri, Alevileri özünden kopartıp devletin hizmetine sokma ve Aleviliği İslamlaştırma taktik ve stratejilerinin başarısını, Alevilerin kendi örgütleri içindeki örgütsüzlüklerinde, öncülerinin yetmezliklerinde ve birleşik mücadelenin bir gücü olarak hareket etmemesinde aranması gerektiği açıktır. Ve elbette ki, CHP’nin buradaki tarihsel sorumluluğunu da asla unutmamak gerekir.
Özgür KOÇGİRİ