İnsanlığın nükleer bir felaket riskiyle karşı karşıya kaldığı bu savaşta, halklar gerek Rusya’da yaşayan Ukraynalılara gerekse de AB’de yaşayan Ruslara yönelik geliştirilen ırkçı dil ve uygulamalara geçit vermemelidir!
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ikinci haftasına girdi. Bu işgal üzerine bu zaman zarfında pek çok şey yazıldı, söylendi. En genel tanımlamayla dünya pazarlarının yeniden paylaşımı, enerji kaynaklarının kontrolü vb. pek çok sebep savaşın esasına yön veren ana etkenler olmaktadır. Ukrayna işgali sonrası esasta ABD ve AB tarafından üretilen yakın zamanda yaşanan Yemen, Suriye, Irak işgallerine takınılan tutumdan farklı bir duruşla da karşı karşıyayız. Bu tutum, ABD’nin Rusya’nın karşısına doğrudan çıkması yerine AB’nin daha militarist bir siyaset beyanı ile taraf olması üzerinden gelişti. “Batı demokrasisinin” yaldızlı şatafatının altında nasıl bir kapitalist barbarlık olduğunu Ukrayna Savaşı ile bir kez daha görmüş olduk. AB bugüne kadar ulusal çıkarlarının olmadığı sahalarda gelişen ya da kendileri ile istedikleri düzeyde bir işbirliği geliştirmeyen bir ülkenin yönetimi zayıflatan savaşlarda “tarafsızlık” siyaseti ile kendi dışındaki “barbar” dünyaya insanlık dersi verme pozisyonunda oluyordu. Fakat bu kez savunma bütçelerinin astronomik rakamlara çekilmesi, ileri teknoloji silahların Ukrayna’ya sevk edilmesi, “kronik tarafsız” İsviçre’nin dahi geleneksel siyasetini değiştiren açıklamalarla karşılaşmaktayız (Rusya’nın nakit rezervlerinin yüzde 5’inin İsviçre bankalarında olması, “kutsal tarafsızlık” ilkesinin fiyatını da açık etmektedir).
2 Mart’ta dünya basınına servis edilen AB ve NATO üyesi Romanya’ya ait bir savaş uçağının Karadeniz üzerinde radardan kaybolması haberi, taze militarist AB’nin tansiyonu bir tık daha yükselmesine aranan kan oldu. İşçi sınıfı ve ezilen halkların bu gerilimde yer alacağı yegâne amasız fakatsız barışın tarafıdır. Yakın geçmişte “kimyasal silah” bulundurma gerekçesi ile işgal edilen (ve kimyasal silahların asla bulunamadığı) Irak’ta savaşın kurbanı sadece milyonlarca Iraklı kadın, çocuk ve sivil olmuştur. NATO, ABD ve AB’nin birleşik bir savaş gücü olduğu kadar aynı zamanda işgal ve savaşlar için “neden” üretme aracıdır da. Bundan dolayı “kaybolan” Romanya uçağının “Rusya tarafından vurulması kimin çıkarınadır?” üzerinden mantık yürütmek bizlere potansiyel failleri de gösterecektir. Ukrayna işgali, farklı siyasal ve sınıfsal gruplardan geniş kesimleri NATO ya da Rusya tarafları olarak bloklaştırdı. Benzer bir durum 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde de daha üst boyutta yaşanmıştı. Bunun sonucu olarak pek çok Avrupa devleti o dönemde doğrudan ya da dolaylı Nazilerin Yahudi soykırımının bir parçası olmuşlardır. Emperyalist-Kapitalist devletlerin pazar, ticaret yollarının denetimi, enerji-hammadde kaynakları için çıkardığı savaş ve işgallerin tümü gericidir. Halkların bu savaşlardan hiçbir çıkarı yoktur.
Ukrayna işgali sonrası Avrupa’da yaşayan Rus vatandaşlarına yönelik ayrımcı ve ırkçı uygulamalara ilişkin haberler basına yansımaya başladı. Hiçbir insan doğduğu yer ya da konuştuğu dilden dolayı herhangi bir ithamla suçlanamaz. Bunun adı sadece ırkçılıktır. Çekya, Letonya ve Litvanya’da Rus inşaat işçilerinin işten atılması, Almanya’da Münih Filarmoni Orkestrası’nın Rus vatandaşı şefinin kovulması, Milano Üniversitesi’nde Dostoyevski’nin yasaklanması, Rus vatandaşlarına vize kısıtlamasına gidilmesi, vb. uygulamalar açıktan bir ırkçılıktır. Bu savaş, devletlerin savaşıdır, halkların değil. Halklar bu savaşta taraf olmak bir yana ırkçılık önünde de set olmalıdır. Yakın dönem dünya tarihi ırkçılıktan soykırıma evrilen pek çok örnekle doludur. Halkları birbirine düşmanlaştırma, soykırımların ilk adımı olmuştur. Irkçılık sadece şovenizmi ve yabancı düşmanlığını besler. Suriye, Irak ve Afganistan’dan gelen mülteciler üzerinden halihazırda AB’de güçlü bir sağcı/faşist blok mevcuttur. Ukrayna işgali sonrası yeni bir mülteci dalgası kaçınılmaz olarak AB’yi vuracaktır. ABD esasta bu basınç ve enerjiyi de Rusya’ya bağımlılık üzerinden AB’yi Rusya’ya karşı daha aktif bir konumda hareket etmeye zorlamaktadır. AB devletlerinin hızla militaristleşen siyasetleri bu basıncın karşılık bulduğunun göstergesidir. Sürece damgasını vuracak olan militarist karaktere, toplumsal bir rıza üretmek için AB ülkelerinin önümüzdeki dönemde ırkçılık ve yabancı düşmanlığını körüklemeleri ya da gelişmesine göz yummaları muhtemeldir.
İnsanlığın nükleer bir felaket riskiyle karşı karşıya kaldığı bu savaşta, halklar gerek Rusya’da yaşayan Ukraynalılara gerekse de AB’de yaşayan Ruslara yönelik geliştirilen ırkçı dil ve uygulamalara geçit vermemelidir! Emperyalist hegemonya savaşları, işgal ve ırkçılık karşısından geniş bir savaş karşıtı birleşik bir cephe kurmak ve ortak direniş hattı geliştirmek bugün devrimci, ilerici, yurtsever tüm güçlerin ilk gündemidir.