Şehitlerin cisimleşmiş hali olarak kirli yüzleri aydınlatmak, karartılmış ruhlara ışık olmak için tehlikeli şiirler ve şarkılar söyleyerek sisteme kafa tutan kahramanların direnişçi geleneği, kendi sistemini inşa ederek sürüyor. Yer altında kimyasal zehirli gazlara karşı, yer üstünde her türden baskılara karşı sürüyor. Büyük ve iddialı sözlerle yola çıkmış olan bir insanın, kendisine inanan birkaç samimi ve güzel insanla başlattığı kutsal yürüyüş, bugün Ortadoğu’yu demokratikleştirme ve halkları özgürleştirme seviyesini fiilen yaşamaktadır. Artık sadece Kürt halkının değil, Ortadoğu halklarının ve dünya devrimci güçlerinin umudu haline de gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle yükü dünkünden daha da ağırdır. Bu yükü yere düşürmeden umudu büyütecek inşalar gerçekleştirmek büyük diplomatik, taktik ve stratejik uyanıklık gerektiriyor. Bu, kaba ve doğrudan her türden uzlaşmaları reddetmeyi anti-emperyalistlik ve devrimcilik sananların anlayamayacakları kadar bütünlüklü bir yaklaşım gerektiriyor. Bunun ve buradaki dalganın kendi vicdan ve sorumlulukları kadar halklarının yaşamını da doğrudan etkilediğinin farkına varmış olarak, dünyanın değişik yerlerinden gelen devrimcilerin Rojava’da buluşmaları ve buradaki deneyimi kendi ülke devrimlerine taşırma arzuları, bu dar yaklaşımlar tarafından doğru değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Ancak o zaman bir anlaşma, birlikte hareket etmek için sözleşmek anlamındaki ittifaka ilişkin anlayışlarda da köklü değişiklikler ve gelişmeler ortaya çıkabilir.
Parça bütünün içinde bütün kadar güçlü olur
İnsan davranışlarına onun düşünme tekniği etkide bulunur. Bu düşünme tekniği kişi, grup, örgüt ve benzerlerinin kendilerinde olmasını istedikleri durumlara; kendilerinde görmek istenilen özellik ve hayallerine yön verir. Bu düşünce biçimi hücresel bellek düzeyini bilinç altını ve bütün yaşamı etkileyerek zincirleme tepkilere neden olur. Yani neyin gerçekleşmesi isteniliyorsa, düşünce ve davranışlar da buna göre olur. Kuantuma göre sıradan ve niteliksiz düşünce biçimleri etkili değildir. Sınırlı ve kendini tekrarlayan ama inşa etmeyen ve üretmeyen bir enerjidir. Burada oluşturma, değiştirme ve dönüştürme gücü yoktur. Kaygı-kuşku, kuruntu vardır ve halkın değil kendi çıkarlarını koruma refleksleri hakimdir. Kuantum Düşünce; derin düzeyde, atom altı alanda etkili olabilecek tarzda bir yaratıcı düşünme biçimidir. Özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları içerir. Bu düzeyde insan, kendi hayatının kendisinin organize ettiği bir durumuna geçer. Kişi, varlığını sürdürmesini sağlayan ortak enerjiyle işbirliğine girdiğinde, tek bir “kişi” olmanın sınırlı olanaklarını aşar, “bütün”ün gücüne ulaşır ve onunla eşitlenerek, parça bütünün içinde bütün kadar güçlü olur. Karşılıklı etkileşimli (simbiyotik) olarak birbirini besler, büyütür ve güçlendirir. Böylece tutucu olan yani gelmekte olan yeni olanı hemen kabullenme özelliği olmayan bilincin, daha önce kendisine yüklenmiş olan mesajlar; genel bilgiler, alışkanlıklar ve ananelerin değişip dönüşmesi daha kolay bir geçiş süreci yaşar. Çünkü yeniye direnerek 21. yüzyılın ilişki ve çelişkilerini dikkate almayanın bilinçaltı düşünce kalıplarının değiştirilmesi, aslında, bireyin kendisine ve dünyaya bakış açısını yeniden yapılandırmasıyla ilgili bir durumdur. Yani kendisine sistem tarafından verilmiş olanların reddedilerek öz bilincin özgürleştirilmesi gerekir. Bunu başaramayanların doğru bir ittifaklar politikası da olmaz. Ve sürekli gelişme ve dönüşmeyi temsil eden güç suçlanır, negatif eleştiriye tabi tutularak başarısız olması için adeta dua edilir. Bu patalojik durum, kendi dışındakilerin başarısızlığından tatmin olunarak kendisinin doğruluğunu kanıtlanma arzusundan kaynaklanmaktadır. Aslında Özgürlük Hareketi ve onunla ittifak halinde olan devrimcilerin eleştirilmesi bilinç altında yatan bu düşünceden beslenmektedir. Bu aynı zamanda kendi değersizliğini, yanlışlarını, korkaklığını, beladan uzak durmasını ve bundan kaynaklı rahatlığını ve yeteneksiziliğini radikal söylemlerle gizlemenin de bir yoludur. Bu zavallı hale düşmüş ve bunu sürdürmek isteyenlerin, başarı ve mutluluğu kendi halkıyla birlikte yaşayabilmesi ve beynin büyüleyici gücünü kendi lehine çevirmesi imkansızdır. Kendi zıddı olan ve diyalektiği katlederek ruhsal zenginliğini de yoksullaştıran bu anti-kuantumik düşünce tekniğinden, yaşamın temel amacı olan toplumsal bereket ve bolluk çıkmaz. Daha önce olamayacağı sanılan mucizeleri gerçekleştiren güçlerle ittifaka yönelmesi onlar için kendi kalıplarının ölmesi demektir. Kendileri için en uygun imkanlar ve bütün en uygun olanların ellerinden alınmasıdır. Örneğin KDP’nin Ulusal Kongre’den, devrimci ittifaklardan kaçmalarının ve TC ile birlikte kendi halkına saldırmasının temelinde yatan da budur. Oysa yüksek düşünme tekniği olan Kuantumik Düşünce, sağlıklı ve güçlü bir beden için de uygun bir zemin hazırlar. Çünkü, düşünce ve kabullenişler doğrudan bedene etki yapar. Bir enerji okyanusu olan insan bedenindeki korku, kaygı, öfke, suçluluk gibi olumsuz duygular azalacağından, insanın bütün hücrelerinin beslendiği enerjide de bir güçlenme olur. İnsanın kendisini tanımasına yol açarak, başkalarını anlamasına, evrenin yasalarını fark ederek bilgeliğe ulaşmasına hizmet ederek, beden enerjisini de düzene sokar. O zaman kişiler ve örgütler daha güzel ve verimli olur. Hayat misyonu fark edilmiş olarak ona ulaşma çabası doğa ve toplumsal yasalarla daha bir ahenkli gelişir. ortak insanlık alanında gerçekleşen iletişim olarakta Kuantum Düşünce, kişiler, örgütler ve toplumlar arası iletişimin en derin boyutu olarak, derin ve etkili bir uzlaşma sağlar. Bu yöntemle en etkili bir şekilde düşünceler doğrudan muhataba ulaştırılır. Çünkü berrak bir bilinçle geleceğe dair düşüncelere, insanlara, örgütlere ve toplumlara, ana malzemesi pozitif varsayım ve söylemler olan kuantum düşünce tekniğiyle ulaşılabilir ancak.
Özgürlük sorunlarını çözmek için grupsal çıkarlar terk edilmeli
Bu düşünce tekniğine hakim olanların ittifak anlayışı siyasi, iktisadi, askeri olarak ortak hedeflere, ortak çıkarlara dayanır. Çünkü baskın olan ortak tehdit, öz savunma ve güvenlik konusunu öne çıkartır. Burada önemli olan ortak tehdit ortadan kalktıktan sonra da ortak öz savunma vd dayanışmaların sürdürülmesidir. Ki, zayıflama, dağılma, varlık sebebini kaybetme ve önemsizleşme durumları yaşanmasın. Çünkü Ortadoğu’nun jeostratejik ve jeopolitik özellikleri nedeniyle egemen güçlerin tehditleri hemen ortadan kalkmayacaktır. Zaten bölge ülkelerinin etnik, dinsel, inançsal, kültürel, ekonomik, siyasal, su ve tarımsal, ticari vd ortaklıkların olması bunu gerektirmektedir. Bu nedenle, dış politika ittifak konuları ülkenin coğrafi konumundan ayrı ele alınamaz. Bu bütünsel kuantumik düşünceyi dikkate almayan, hiçbir devrimci örgütün başarı şansı yoktur. Dış ve iç politika ve ittifak ilişkileri, bu nedenle ülkenin coğrafi konumundan bağımsız ele alınamaz. Çünkü ittifakların tarihi, yapısı, ömrü, öncelikleri, kurulma ve dağılma süreçleri, dönemin kuvvet dengeleri, iç ve dış politikanın etkileşimi ve ekonomik gidişatı değişken olsa da, coğrafi konum değişmez, sabittir ve jeopolitik uluslararası ilişkileri düzenleyen en temel objektif öğedir. O nedenle Napoleon’un şu sözünü unutmamak gerekir: “Bir ülkenin kaderi, coğrafyasıdır”.
Nasıl ki devletler ittifak ilişkilerinde ekonomik, politik, askeri, toplumsal, bilimsel, teknolojik kazanımlar elde etmeyi hedefleyerek, bölgesel ve küresel güç mücadelesi vererek ittifak ilişkilerinden yararlanmak istiyor ve komşu ülkelerle, dost ve akraba halklarla ilişkilerinde, soydaşlığı, ırkdaşlığı, dindaşlığı, gerektiğinde bir araç olarak kullanıyor, kendi iç sorunlarını bir başka devlete, komşu ülkeye havale edip, dışsallaştırırken de, bir “öteki” yaratıp, “dış düşman” üreterek kamuoyunun desteğini almaya ve dikkatini ülke dışına yönlendirmeye çalışarak iktidarını ve hegemonyasını korumaya odaklanıyorsa, devrimci güçlerin de halkların yararına demokratik sosyalizmin inşası ve güvenliği için kendi ilkeleri; ahlaki politik ve demokratik komünal değerleri esasına göre ittifaklar politikasına yaklaşması yaşamsal önemdedir. Var olabilmek için ittifakların önemi büyüktür. Bugün karşı olunan ve hatta savaşılan güçle yarın geçici ittifakların kurulması, ilkeleri çiğnemek olarak düşünülemez.Çünkü ne topyekün ret ne de topyekün kabul etme yaklaşımı asla hayat bulmaz. Bunun hayati önemini Ortadoğu uzmanı R. Fisk’in şu sözü de doğrulamaktadır: “Kürtler terk edilmesi gerekene kadar ABD için ‘güvenli’ müttefiktir.” Onu teyit eden kişi ise Amerika’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan Cohen’dir: “Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkiler geniş ve derin, Suriye Demokratik Güçleri’ni Rakka için kullanmak ile ilgili anlaşmazlık taktiksel bir konu. Bunun, Türkiye’ye yönelik güvenlik taahhüdümüz de stratejik değişikliğe etkisi olmayacaktır…”
Bu yaklaşıma karşı elbetteki Özgürlük Hareketi de, “Kürtler açısından da Türkiye, İran ve Suriye gibi rejimlere karşı ABD, bugün için kullanışlı ve geçici bir partnerdir. Kürt halkının esas ve stratejik ittifakı ise devletlerle değil, halklarla olacaktır“ deme hakkına sahiptir. Ve bu yaklaşım tam da Kuantumik bir duyarlılık taşımaktadır.
Bütün bunlar devrimciler açısından, krizlerden, kaoslardan çıkmak ve geleceğin de kurtarılmasını hedefleyen, büyüyüp güçlenen, belirsizlikleri-riskleri en aza indiren, karşılıklı bilgi paylaşan, güven oluşturan, uyumluluk ve bütünlüklü bakış açısıyla fırsatları ortaklaşa değerlendiren bir stratejik ortaklıklar kurmanın önemine işaret etmektedir. Bunun da biricik yolu, grupsal çıkarların halkın özgürlük sorunlarını çözmek amacıyla terk edilmesidir. İşte Kuantumik düşünme tekniği tam da burada (ittifaklar politikasıyla ilgili) devreye girerek, bütünü parçaya feda etmemenin ve de parçanın bütün içindeki özgürlüğünün ve özgünlüğünün bir garantisi olarak devreye girmektedir. Zaten devrimcilikte bunu görebilenlerin bir yeteneği olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, ittifaklar politikasına kuantum düşünce tekniği ile yaklaşmak, devrimci sıçramanın da bir manivelası olacaktır. Bu ise, hem dünya demokratik uygarlık tarihine damga vurmuş devrimci önderlerin ve hareketlerin bıraktığı birikimlere ve hem de ezilen yoksul halkların umutlarına ve demokratik komünal değerlerine büyük bir katkı sağlamak demektir. “DEVLETSİZ YÖNETİME, PATRONSUZ VE AĞASIZ BİR EKONOMİK YAŞAMA, EKOLOJİK TOPLUMA, KARISIZ – KOCASIZ ÖZGÜR EŞ YAŞAMA” yani Demokratik Konfederalizme – Demokratik Sosyalizme ve “JİN JİYAN AZADİ” sloganının şerefine de ancak bu yaklaşımla ulaşılabilir.