Taksim’deki patlama üzerine neler neler yazılıp tartışılıyor? İktidardaki faşizm ne amaçlıyorsa liberaller, etkisindeki yazar çizer takımı ve reformist sol aynı şeyleri tartışıyor. Akıl yitimi böyle bir şeydir; Süleyman Soylu faşistinin açtığı kulvarda oynuyorlar, Soylu’nun söyledikleri arasındaki çelişkileri tartışıyorlar. Kendisine devrimci, sosyalist diyenler de aynı iz üzerinden gidiyorlar; bu patlama üzerine siyaset adına, hem de sol ve sosyalizm adına yapılan yorumlar neye hizmet ediyor? AKP-MHP faşist diktatörlüğünün provokasyonlarla oluşturduğu gündemin peşine takılıyorlar. Faşist Soylu bir provokasyon tertipliyor ve bunu Kürt hareketinin üzerine yıkıyor, adında komünist, sosyalist olan örgütler Türkiye’de AKP-MHP faşizminin açıklamalarının peşine takılıp aynı ağızla Kürt hareketine saldırıyorlar.
Reina katliamı, Antep’te Kürtlerin düğününe yapılan saldırı, Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamlarının yaşandığı ülkede her şey olabilir. Bunlara alışmış bir toplumuz, aynı zamanda bunları kanıksamış ama anlamını kavrayamamış devrimci güçlere sahibiz. Böylesi olayları toplumun kanıksaması anlaşılabilir ama devrimcilik yaşanan zamanı anlama yeteneği demektir, zamanı anlayamayan hangi keskinlikte sloganlar atarsa atsın devrimci değildir. Devrimcilik zamanı anlama ve gerektirdiği görevleri yapabilme yeteneğidir. Bu yaşananlar yeni değil, 1960’larda başladı; faşist 12 Mart darbesine, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi ve Kadıköy-Karaköy şehir hatları vapuruna yapılan bombalı saldırılarla, 12 Eylül faşist darbesine, 1977 Taksim 1 Mayıs, Maraş, Çorum katliamlarıyla gelindi. Bugün yaşananlar, aynı geleneğin daha yüksek düzeyde ve daha şiddetli devamıdır. Bugün de üzerimize yağan kurşunlar ve bombaların arkasında yine aynı güçler var. Bu sefer daha kararlı ve gözü kara geliyorlar. Artık siyasi cinayetlerle öldürme dönemi geride kaldı, kitlesel katliamların dönemi başladı. Daha kötüsü tankla, topla şehirler yerle bir edilerek gerçekleştirilen toplu katliamlar sıradanlaştı. Ama sözlerle yapılan alçaklıklar her şeyi geride bıraktı. Uçaklarla, tanklarla, toplarla göz önünde katliam yapanlar bunu medya üzerinden katledilenlerin üzerine yıkma kalleşliğini de yapıyorlar.
Zor zamanlardan geçiyoruz. Bizleri daha kolay günlerin beklemediğini de biliyoruz. Söz söylerken ve kalem oynatırken herkes ne söylediğinin ve yazdığının farkında olmak zorundadır. Bir sonraki bir öncekinden daha dehşetengiz fiili ve medya bombardımanlarıyla, her gün, her saat toplumun hafızası siliniyor ve yeniden kuruluyor. Anlaşılıyor ki, toplumdan önce solun ve aydınların beyinleri daha fazla dumura uğramış.
Zaman, her şeye rağmen dik duran ve diz çökmeyenlerin zamanı. Özgürlük için direnmenin, zorbaların üstüne cüretle yürümenin zamanı. Korkuyu yenen kadın ve erkeklerin bir adım öne çıkma zamanı. Arası yok; ya yaşam, halklar ve emekçiler kazanacak ya gericilik ve faşizm.
Olaylara bomba gürültüleri ve dehşet saçan görüntüler arasından bakanlar, AKP faşizminin yaptıklarını değil göstermek istediklerini görüyorlar ve panik halinde devlet ağzıyla konuşuyorlar. Patlamalar yalnız gövdeleri parçalayıp imha etmiyor, daha çok beyinleri paramparça ediyor. Saraydan dayatılan ve büyük kısmı Kürtler üzerinde uygulanan savaş, terör ve dehşet manzaraları bilinçleri allak bullak ediyor. Bu, bazıları için zaten teşne oldukları bir durum. Ama iyi niyet de durumu değiştirmiyor. Bugün yaşananlara hangi gözle, kimin gözlüğüyle baktığımız önemli.
Kürtler üzerinden tüm emekçi kesimlere karşı sürdürülen kanlı bir savaş var. Askeri birlikler, özel timler, bombardıman uçakları, tanklar ve top atışlarıyla sürdürülüyor. Silahlarla bombalarla sürdürülen savaştan daha sert, daha acımasız, ideolojik ve politik propaganda savaşı, psikolojik harp sürdürülüyor.
Savaş, karşı güçlerin her alanda iradesini kırma işidir. Devletler bu işi çok iyi bilirler ve psikolojik savaşı daha öne alarak buradan çok sert saldırırlar. Bilinçleri ve iradeleri dağıtılanlar direnemez. Onun için bugün en çok buraya vuruyorlar. Hem en acımasız katillikleri yapıyorlar hem de direnenleri şeytanlaştırmak ve sokağa çıkamaz hale getirmek istiyorlar. Saldırılarını her yana yayarak, hakim kılmak istiyorlar. Toplumun her kesiminden örgütlü, örgütsüz bu koroya tümen tümen katılanlar var. Ta içimize kadar sokulmak, içimizden birilerine de kendi söylediklerini sol jargonla tekrar ettirmek istiyorlar. İdeolojik savaşta sol görünümlü birilerini kendi saflarına katmak ve sol içinde böylesi bir alan açmak için çalışıyorlar. Bunda çok başarısız oldukları söylenemez. Solda da bilinçli, bilinçsiz burjuva, gerici hatta faşist dedikleriyle aynı yerden bakan ve konuşan kesimler var.
Burası savaşın kendisi kadar, hatta savaştan önce ve daha önemli olarak, çok sağlam durmamız gereken mevzimizdir. Faşist devlet, dev medya ahtapotuyla, en büyük ve en alçakça bombalarını buraya atıyor. Bulduğu her fırsatı değerlendiriyor, açığımızı kolluyor ve ideolojik olarak çökertmek için bastırıyor. Burada gerilersek her yerde gerileriz. Daha savaşa çıkmadan, direnme gücümüzü kaybederiz. Faşizme karşı mücadele deneylerinden biliyoruz ve Dimitrov yoldaşın söylediklerini hatırlıyoruz. Faşizme karşı mücadele, her yerde kalleşliklere, tuzaklara ve öncelikle faşist demagojiye karşı mücadeledir.
Ciddi bir savaşa hazırlanmak için mevzilerimizi korumayı öğrenmeliyiz. Saldırı dönemlerinde içeriden vuruşlar, düşman cephesinden yapılan saldırılardan daha tehlikelidir. Saflarımızda panik ve korkuyu yayarak sallantılı unsurları çökertir ve çevre ilişkilerimizi dağıtarak kitlelerden tecrit olmamıza yol açarlar. Asıl olarak güvensizlik ve şüpheyi büyüterek saflarımızı çürütürler. Çürüme bir başlarsa bulaşır ve etrafa yayılır. Faşizmin yapmak istediği tam da budur. Düşman hazır olmadığı koşullarda, devrimci harekete çok sert bir savaş dayatıyor. Beklemediği ve hazır olmadığı yıldırıcı saldırılar, saflarımızda farklı arayışlara ve kaçış eğilimlerine alan açıyor. Sınıflar savaşı ne yazık ki, steril ortamlarda yürütülmüyor.
Bütün devrimci ve sol güçler, sürekli devrimci savaşı yükseltmekten, sınıflar mücadelesini büyütmekten söz ederler ve bunun için çalışırlar. Bugün yaşadıklarımız tam da bunlardır. Birilerinin dudaklarını uçuklatabilir, geniş kitleleri dehşete düşürebilir. Bizlere dayatılan savaş gerçekten de korkutucudur. Her koşulda teslim almak için olabildiği kadar kan dökmeyi amaçlıyorlar. Her yerde bu, böyle yaşanmıştır. Sınıf savaşları insanlığın tanık olduğu en acımasız savaşlardır. Sınıf mücadelesi veriyoruz diyenler başka ne bekliyorlardı ki? Ezilenlerin mücadelesi her zaman ve her yerde biraz güç topladığında, ayağa kalkıp egemenlere direnmeye, daha ileri gidip egemenlerin iktidarına dokunmaya cüret ettiğinde ezenler, toplumu ve ülkeleri cehenneme çevirmekte bir an dahi tereddüt etmezler. Sınıflar savaşının yükseldiği her yerde ve her zaman ahlak, vicdan, adalet ve benzeri tüm insanlık değerleri denilen kavramları egemenler ayaklar altına alır ve çiğnerler.
Savaş sertleşiyor, daha acımasız ve daha kuralsız kıyıcılıklarla, canavarlıklarla karşılaşacağız. Devlet kimsenin arada kalamayacağını çok önceleri cumhurbaşkanının ağzından ilan etti. “Bizden olmayan düşmandır” diyorlar. Bu ne demek? Bundan daha büyük bir tehdit olabilir mi? Bunu söyleyen elinin altında NATO’nun en büyük ikinci ordusunu bulunduruyor. Bu orduya ek olarak Osmanlı’dan bu yana başkaldıran herkesin beynini patlatan bir devlet bürokrasisi, sivil-resmi, gizli-açık dev kontra güçlere sahip. Yetmiyor, sınırlar dışından cihatçı katiller devşiriyor. Neler yaptıklarını Suruç’tan, Ankara’dan biliyoruz. Daha somut; Sur, Cizre, İdil, Şırnak, Yüksekova’dan biliyoruz.
“Benden olmayan düşman” denilerek Türk halkına, “Kürtlerin evlerini başlarına yıkarken, bodrumlarda yakarken, kadın erkek ölü bedenleri teşhir ederken yanımda dur, sesini çıkarma, suçlarıma ortak olacaksın” deniliyor, dayatılıyor. Tersine davrananlara da “Kürtlerin yanına gönderirim” diyor. Bu tehditler karşısında sıradan, normal her vatandaşın korkması doğaldır, tehdit kan dondurucudur. Buna rağmen böylesi canilikler desteklenir mi? Bu alçaklığa ortak olunabilir mi? Devrimci, komünist olmak gerekmez. Onurlu her insan bu alçaklıklara ortak olmaktansa “gelin beni de yakın” demek durumundadır. Türkiye’de statlar dolusu katilleri alkışlayanlar olduğunu biliyoruz. Hemen ilk zorlukta, beyaz bayrak sallayarak devlet ağzıyla konuşanların da varlığına (hem de çok yakınımızdan çıktığına) şahit olduk. Ama bir şeyden çok eminiz. “Bu alçaklıklara ortak olmaktansa Kürtlerle birlikte ölmeye hazırız” diyenlerin hiç de az olmadığını biliyoruz.
Faşist Erdoğan ve TC devletinin, muhalif herkesi “ya bizden yanasın ya düşmansın” diye ilan ettiği bir dönemde adında komünist(!), sosyalist, devrimci vb. sıfatlar bulunan bazı kesimler, tam da Erdoğan’ın çağrısıyla aynı zamanda, aynı biçimde ve aynı tonda tüm sola ve devrimcilere, “PKK’den ve Kürt halk direnişinden uzak durun” çağrısını yaptı ve yapmaya devam ediyor. Aynı döneme denk gelmesini bir zamanlama kazası olarak görebilirler. Ne yazık ki, bunlar ibret belgeleri olarak tarihe geçmiştir.
Devrim mücadelesinde, her zaman bunun benzeri geri ve düzen içi tavırlar olmuştur. Bu, mücadelenin bir gerçeğidir. Düşmanın Rojava’nın üzerine yeni bir sefer için gün saydığı günlerdeyiz. Bugün ateş altında, içeride düşmanın imha saldırılarının azgınlaştığı ve bizim devrimci hareket olarak zayıf olduğumuz bir dönemde, antifaşist cepheyi içten çökertmeyi hedefleyen faaliyetlere tahammül edemeyiz. Düşmanla savaş için cepheye çıkmadan önce kendi cephemizi baştan ayağa diri ve sağlam tutmak zorundayız.
Diğer yandan şu yalın gerçeği de faşist iktidar ve Kürt halkının üzerine her gün yağdırılan bombalara seyirci kalanlar unutmamalı. Sen, devlet gücüyle aylarca şehirleri kuşatır, uçak, tank ve top ateşiyle yerle bir eder, modern öldürme araçları yanında kimyasal silahlarla bedenleri yakıp kavurursan karşılığını fazlasıyla alırsın. Burada şehirler yakılıp yıkılırken susup, bombalar patlayınca bağıranlar bombalarla öldürmelere karşı değildir, çünkü onlar bombalar da bile milliyetçidirler. Türk kimyasal ve seyreltilmiş nükleer bombalarına sessiz kalarak “evet” deyip, Kürt bombasına feveran edenler iki yüzlüdür.
Savaş, Kürt tarafından Türkiye tarafına yayılmaya başladıkça, bu kesimlerdeki ideolojik çarpılma gittikçe derinleşmekte ve yukarıda dediğim gibi etrafa bulaşmakta, yayıldığı alanları çürütmektedir. Bu bulanık havada, maalesef sol adına en çok demagogların ve kaçış eğilimlerinin sesi çıkıyor ve bizim cephe bu tür saldırıların çürütücü etkisine karşı kör durumda. Bizi üzerimize üzerimize gelen tehdide karşı körleştirici tartışmalara çekmek için çırpınıyorlar. Onların minderine gitmeyeceğiz, somut can alıcı görevlerden kopmadan, kim bu görevleri hangi gerekçeyle küçümsüyor, körleştiriyorsa ideolojik savaşımızı onlara döndüreceğiz.
Şehirlerin kalabalık caddelerine bomba koyarak ve sıradan kim gelirse parçalansın diye patlatmak caniliktir, böylesi eylemleri her yerde devletlerin gizli servisleri ve faşist katiller yapıyor. Böylesi eylemler, devrimciler tarafından hiçbir ideoloji ve amaç adına savunulamaz. O bombayı ve başka bombaları patlatan ve bundan sonra da patlatacak olanlar kim olursa olsun, sorumlusu faşist AKP-MHP iktidarıdır. Aynı zamanda, 40 yıldır şiddetlenerek devam eden bu kirli savaşın arkasında duran Türkiye toplumudur. Herkesin anlaması gereken gerçek şudur; bu kirli savaş sürdüğü müddetçe daha çok ve daha büyük bombalar patlamaya devam edecek.
Türkiye’de yaşıyoruz, 40 yıldır sınırların içinde, uzun bir dönemdir de sınırların dışında savaşın sürdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Hem öyle böyle bir savaş değil; 19 Kasım 2022 günü, Rojava ve Güney Kürdistan’da sivil yerleşim alanları da dahil birçok yer hava saldırısına maruz kaldı. Rusya ve NATO arasında Ukrayna’da süren savaşta bile bu yoğunlukta bir bombardıman yaşanmadı. Hala da SİHA saldırılarının yanı sıra bombardıman, top ve obüs atışlarıyla devam ediyor. Sömürgeci faşist TC ordusu, Kürtlerin üzerine ölüm kusmayı sürdürüyor. Öncesinde, içeride yüz binlik şehirlerin harabeleri duruyor, Zap dağlarında kimyasal ve seyreltilmiş nükleer bombardıman aylardan beri sürüyor, daha öncesinde Reina, Antep, Suruç ve Ankara katliamları var.
Taksim patlaması bir işaret fişeğidir; seçim sürecine girişin, seçimlerin daha sert, savaş koşullarında yapılacağının işaretidir. Taksim’deki patlama düzeneğini kuran ve pimini çeken, TC İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dur. Erdoğan, Bahçeli ve Süleyman Soylu’yu orada ölen insanlar değil, seçimler ilgilendiriyor, bu bombayı ve başka daha büyük bombaları muhaliflerin bilincini parçalamak için patlatıyorlar ve patlatacaklar. Bu gerçeği unutmadan nasıl bir döneme girdiğimizi, bizleri nelerin beklediğini anlama ve sağlam durma zamanıdır.