Geçtiğimiz günlerde emekçi sol hareket bünyesinde art arda iki ittifak ilan edildi. Biri, HDP, TİP, EMEP, EHP, SMF ve TÖP tarafından kurulan Emek ve Özgürlük İttifakı. Diğeri, TKP, Sol Parti, TKH ve Devrim Hareketi tarafından kurulan Sosyalist Güç Birliği.
Seçimlerde ortak bir blok oluşturmak, her iki ittifakın da asıl politik varoluş temeli. Seçimlerle sınırlı kalmamaktan bahsedilse de, egemen sınıfların Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nda cisimleşmiş iki siyasi cephesinden ayrı olarak emekçilerin ve ezilenlerin ortak siyasi alternatifini yaratma iddiası ileri sürülse de, ittifakların oluşum süreçlerinin seçim tartışmalarıyla iç içe ilerlemesi, seçimleri eksen alan bir politik yönelimin işin esasını meydana getirdiği gerçeğini yeterli açıklıkla ortaya koyuyor.
Öte yandan, bu iki ittifak arasında, dolayısıyla iki ittifakın oluşturucu öğeleri arasında temel bir fark var. Emek ve Özgürlük İttifakı Kürt ulusal demokratik hareketinin yasal güçlerini içerirken, Sosyalist Güç Birliği Kürt ulusal demokratik hareketinden uzak durmayı prensip ediniyor. Bu fark, birinci ittifak bileşenlerinin faşist şeflik rejimine karşı antifaşist cepheyi genişletme görevinin halihazırdaki potansiyel muhatapları arasında yer almaları, fakat ikinci ittifak bileşenlerinin kendilerini bu göreve muhataplık alanının basbayağı dışına atmaları anlamına gelen büyük bir fark. Öyle ki bu fark, faşist şef Erdoğan’ın saray rejimine karşı mücadelede Sosyalist Güç Birliği’nin, bırakın az da olsa güçlendirici bir katkıda bulunmayı, sosyal-şoven bir ayakbağı rolüne aday olmasını getiriyor.
Türkiye emekçi sol hareketinden bütün partiler ve örgütler için Kürt ulusal demokratik hareketiyle ittifak kurma konusu, faşist saray rejimine karşı mücadelede asgari bir kararlılık ve tutarlılık ölçüsüdür. Zira Kürt ulusal demokratik hareketi, gerek fiili meşru mücadele sahasında boy gösteren Kürt halk kitlesiyle, gerekse sömürgeci ve işgalci saldırılara karşı can feda direnen gerilla kuvvetiyle, emekçilerin ve ezilenlerin faşist saray rejimine karşı mücadelesinin en örgütlü ve en etkili politik dinamiğidir. Soyut sosyalizm söylemlerinin gölgesine sığınıp bu somut gerçeği görmezden gelmek ise katışıksız sosyal-şovenizmdir.
Kürt ulusal demokratik hareketini muhtemel bir müttefik olarak kabul etmeyen, burjuva meclis seçimleri sınırlılığında bile HDP’yle yan yana gelmekten kaçınan, hatta HDP’yi Millet İttifakı’nın bir parçası gibi lanse etme düzenbazlığından medet uman bir ittifakın Erdoğan faşizmine karşı ciddi bir mücadeleye girişme takatinden yoksun olduğu daha baştan bellidir. Bu ittifakın omurgasını teşkil eden TKP ve Sol Parti’nin, 2015 faşist saray darbesinden bugüne, Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadelede anlamlı hiçbir etkinlik gösterememiş olmaları ile Kürt ulusal demokratik hareketine mümkün olduğunca mesafeli durmaları arasındaki nedensellik ilişkisi bu bakımdan çok çarpıcıdır. Bu türden bir mesafeli duruş, faşist milliyetçiliğin ideolojik etkisi altındaki Türk emekçilerin şoven bilinç basıncını göğüsleme zahmetinden de, faşist devlet terörünün hızla menziline girme riskinden de düpedüz kaçış demektir. Fakat Sosyalist Güç Birliği’nin “sosyalist” ve “sınıfçı” söylem örtüsünün bu antifaşist mücadele kararsızlığını örtmesi o kadar kolay değildir.
Sosyalist Güç Birliği’nin faşist saray rejimine karşı mücadele kararsızlığı, onun burjuva muhalefetin gerici parlamenter restorasyon programına karşı çıkan ve Millet İttifakı’na angaje olmamaya vurgu yapan beyanlarının, burjuva meclis seçimlerine egemen sınıfların her iki siyasi blokundan ayrı bir blok halinde katılmaktan öte hiçbir somut siyasi hedefe bağlanmamasında da test edilebilir. Bu bağlanmama hali, adı “sosyalist” olan ittifaka Erdoğan’ın başında bulunduğu siyasi iktidarın seçimlerle el değiştirebileceği ihtimaline göre siyasi pozisyon aramaktan, yani burjuva düzen solu CHP’nin estirdiği “AKP sonrası döneme hazırlık” rüzgarına kapılmaktan başka bir anlama gelmez.
“AKP sonrası döneme hazırlık” yöneliminin bu sol versiyonunda, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin yeni bir dönemi başlatacağı beklentisi, burjuva parlamenter restorasyonun kaçınılmaz ama yetersiz olacağı kavrayışı, politik yığınağı bu post-AKP dönemine göre yapmak gerekeceği fikri var. Fakat, faşist şef Erdoğan’ı siyasi iktidardan uzaklaştıracak muhayyel bir geçiş döneminde güçlendirilmiş parlamenter sistemin tesisini ehveni şer sayan, AKP’nin yerine siyasi iktidara gelmesini öngördüğü CHP’den boşalacak ana muhalefet rolünü kapmaya heveslenen böyle bir politik yönelimin, Millet İttifakı’na karşı sarf ettiği keskin sözler ne olursa olsun, siyaseten burjuva muhalefete eklemlenmenin ötesine geçme şansı yok. Bu türden bir legalist ve parlamentarist zihniyetle Sosyalist Güç Birliği, üstelik Erdoğancı faşist saray rejimi siyasi yürütme gücünün seçimle el değiştirmesine kapıları kapatan bir yönetim biçimi olarak yapılanmışken, burjuva muhalefetin antifaşist kitle hareketi için yangın söndürücü olmaktan ileri gitmeyen seçim müsameresinin manyetik alanında dönüp durmaktan kurtulamaz.
Bu durumda Sosyalist Güç Birliği, işçi sınıfı ve ezilenlerin çıkarları uğruna, mevcut ittifakların başarmakta yetersiz kaldıkları hangi görevlerin altından kalkacak? Sosyalist Güç Birliği’nin, antifaşist ve antişovenist birleşik bir parti formu olan HDP’den, çeşitli toplumsal ve siyasal mücadele dinamiklerinin ortak potasına dönüşme iddiasında olan HDK’den, fiili meşru mücadele sahasında öncü devrimci inisiyatif ortaklığı yaratmakta olan BMG’den, devrimci mücadelenin silahlı biçimlerini uygulama gücü olan HBDH’den, birbirinden farklı politik işlevlere ve örgütsel biçimlere sahip bu ittifaklardan daha etkili tarzda yürütmeye aday olduğu herhangi bir politik mücadele var mı? Hatta, sadece seçimler sınırlılığında ele alındığında bile, Sosyalist Güç Birliği’nin, müstakbel seçim muharebesinde işçileri ve ezilenleri faşist saray rejiminin art arda gasp ettiği demokratik haklarını savunmaları için saflaştırmakta Emek ve Demokrasi İttifakı’ndan daha cüretkar biçimlerde yapmaya niyet ettiği herhangi bir iş var mı?
Emekçilerin ve ezilenlerin güncel politik önceliği, faşist saray rejimi karşısında bugünkü antifaşist mücadeleleri birleştirip büyütmekte somutlaşır. Emekçilerin ve ezilenlerin çıkarlarına gerçekten bağlı bir siyasi ittifak ise bu önceliğe göre siyasi pozisyon alır. Böyle bir pozisyon alış, durmaksızın tırmanan faşist devlet terörü altında “yasal demokratik muhalefet” kapanına sıkışmamak, somut politik hedefleri kesinkes seçimlerle sınırlandırmamak, faşist politik islamcı saray saltanatını yıkma amacı gütmek, bu amaçla mücadeleci bütün antifaşist dinamikleri birleştirmeye odaklanmak demektir.
Buna karşılık, Sosyalist Güç Birliği’nin hakiki kurucu prensipleri şöyle özetlenebilir: Kürtlerle mesafeni koru, hapishane riskinden uzak dur, Türk milliyetçiliğiyle hesaplaşmayı ahirete bırak, kerameti sosyalizmin lafzında ara, AKP sonrasının yasal demokratik muhalefeti olmaya hazırlan!
Sosyalist Güç Birliği için sosyalistlerin güçlerini birleştirmeleri, demek ki, sosyal-şovenizm bataklığına bu batış ve faşizme karşı mücadelenin herhangi bir bedelini göğüslemekten bu kaçış halinin, legalist ve parlamentarist varoluş tarzını sosyalizm tılsımıyla kutsamaktaki bu gayretkeşliğin ortaklaştırılmasından ibarettir.