Anlaşma mı Uzlaşma mı, Paslaşma mı Yumuşama mı?

Egemeneler Arası Dökülen Çelişkilerden Yararlanalım, Ancak Önce Kendi İşimize Bakalım  

İçerisinden geçtiğimiz bazı siyasal süreçlerin, hem geçmişten kalan yığınakları, hem de çeşitli özgünlükleri ihtiva etmesini değerlendirme konusu yapacağız.

Çoğumuzun bildiği gibi kapitalizmin şafağında ulus devletler oluşmuştur. Bu oluşum sürecinde, diğer ulus ve milliyetlere yönelik çeşitli eşitsizlikler üzerinden hemen çoğu ulus devletlerinkendilerini inşa ettiklerini görüyoruz. Ve bugüne kadar da esas da yaşanılan bu gerçeklik olmuş ve ulus temelli burjuvazi bu temelde hareket etmiştir. Çeşitli ulus ve milliyetlerin demografik yapısına göre bütün uluslar için tam hak eşitliği ve kardeşliği temelinde bir örgütlenme ve sistem yerine, tek ulus imtiyazına göre devletleşme öngörülmüştür. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası da ekonomik vd başka gelişmelerin yanında zaten bunu ifade etmektedir. İstisnasız olarak ulus devlet üzerine inşa edilen devletler ve sistemler, bu şekilde bir seyir izlemişlerdir. Burjuva medeniyetçi paradigmada buna her yönüyle kılıf edilmiştir yada ilk aşamadan bugüne yaşananlar, burjuva uygarlıkçı paradigmanın ta kendisi olmuştur. Ya azınlık nüfusa sahip olan ulus ve milliyetler, diğer çoğunluk üzerinde eşitsizlikler temelinde anti- demokratik hegemonya kurmuşlar yada çoğunluk nüfusa sahip olsalar da, sayıca az olan ulus ve milliyetlerin son derece haklı ve meşru demokratik kendi kaderlerini tayin hakkını hiçe saymışlardır. Sadece inkar , elbette hayır. Nice ulus ve milliyetler kırımlardan geçirilirken, niceleri ulusal mahiyeti yerine milliyet yada azınlık statüleriyle varlıklarına izin verilmiş, kimileri ise inkar ve imha temelinde konseptler ile asimilasyonlara tabi tutulmuşlardır. İşgal, ilhak, sömürgecilik üzerinden katliamlar ve politikalar düzleminde vahşetlericra edilmiştir. Kapitalizmin daha ilk süreçlerinden itibaren bu eşitsizlikler temelindeki uygulamalar ile gerçekleştirilen ve ısrar edilen ulus devlet gerçeğinin anti- demokratik ve vahşi acımasızlıkları ve de sonuçlarını bugün hala yaşamaktayız. Zaten yaşanmasaydı, şaşırtıcı olurdu. Çünkü ufku yanlış olanların gideceği ve sapacağı yollar ve yerlerde yanlış olmaktan kendini kurtaramaz. Dünyanın neresine bakarsanız bakın, neresini ele alırsanız alın, neresinde ortaya çıkan sorunlar olursa olsun, geçmişten bugüne yaşanan somut ve nesnel gerçeklikler ve gelişmeler bizlere bunu göstermektedir. Ukrayna’da yaşanılan aktüel gelişmelere bir göz atalım. Donetsk, Luhansk, Kırım ve daha başka yerel ve bölgesel somut ve nesnel topluluklar gerçeklikleri, açık ki bütün hepsinin son derece yaygın yerel ve bölgesel özerklikler temelinde doğrudan kendi kendini yönetim sistemlerini şart koşmaktadır. Peki öyle midir? Kiev merkezli ve Rusya merkezli, ulus devlet tekelinde ve imtiyazında diğer ulus ve milliyetlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi diye bir somutluktan bahsedebilir miyiz? Hayır. Ne Ukrayna ne Rusya, tam bağımsız Donetsk, Luhansk, Kırım şiarıyla güncel politik perspektifimizi vurgulamak durumundayız. Aynı şekilde ne ABD, ne Rusya ne de AB emperyalist kapitalist blok güçler endeksli bir çözüme mecbur olunmamalıdır. Luhansk, Donetsk, Kırım yada başka neresi olursa olsun, bütün bu ulus ve milliyetlerin son derece yaygın ve demokratik temellerde doğrudan kendi kendilerini yöneten yerel ve bölgesel özerkliklerini savunmak zorundayız. Şimdi gelelim dört parça Kürdistan ve Kürt ulusal gerçekliğine. Hala tekçi ulus devletlerin inkar ve imha temelinde konseptli bir yaklaşım içerisinde olduklarını görüyor ve vahşi sonuçlarını yaşıyoruz. Hatta ulus devletlerin kendi aralarındaki çelişki ve rekabetleri karşısında, söz konusu Kürt ve Kürdistan olunca nasıl da birleşiverdiklerini ve nasıl da diğer meselelerin teferruat oluverdiklerini hep birlik de görmekte ve yaşamaktayız. Esad diktatörlüğü de tekçi ulus devletçi, Erdoğan diktatörlüğü de tekçi ulus devletçi paradigmalarıyla, somut ve nesnel ulus ve milliyetler gerçekliğine deyim yerindeyse at gözlükleriyle bakmaktadırlar. Böyle diyoruz ama tekçi ulus devletçi anlayış ve pratikleri gerçekliği, tam da kapitalist ulus devlet paradigmasıyla örtüşmektedir. Bu açıdan, Esad ve Erdoğan’ın Kürt ve Kürdistan karşısında ideolojik politik çizgi yoldaşlığını görmek ve anlamak durumundayız.

Ulus devletlerin, hiç kuşkusuz ki tarihsel olarak ilerici bir yanları vardı. Ancak belli bir tarihsel süreçten sonra, bu ilerici yanlarını yitirdiğini ve gerici hale geldiklerini yani karşı- devrimci bir niteliğe dönüştüklerini tartışmasız ifade edebiliriz. Hatırlanırsa Fransız burjuva devriminin temel şiarları ‘’özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’’ tir. Daha sonraki aşamalarda bunların her ne kadar lafzına sarılınsa da gerçek tam aksi yönde işlemiş ve bugüne kadar tersten gelişme göstermiştir. Uzunca süredir kapitalizm yada devamı niteliğindeki yüz yılı geçen egemen ulus devletçi emperyalist kapitalizm konseptli hiçbir gelişme içerisinde özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin olmadığı gün gibi ortadadır.

Esad ile Erdoğan’ın yada gerici Suriye rejimi ile faşist Türk devleti arasında anlaşma, uzlaşma, paslaşma yada yumuşama gibi olguların olmaz olmazlığı değil, olasılıklar dahilinde mümkün olduklarını, koskoca emperyalist kapitalist dünya sistemi ve kapitalist ulus devletçi hegemonyaların tarihi bizlere göstermektedir. Dört parça Kürdistan ve Kürt pazarlığı ile Lozan’ın yüzüncü yılına doğru süreç işlerken, tarihsel arka planın ve bütün bu gerçekliklerin ve gelişmelerin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ekolojik ve komünal, sınıfsal ve ulusal kurtuluş ve kadın özgürlük mücadelesinde, en başta kendi öz dinamiğine ve ana unsurlarına güvenerek ve dayanarak hareket etme önceliği, tartışmasız temel gerçekliğimiz ve yönelimimiz olmalıdır. Pazarlığı yapılan Kürt ve Kürdistan’dır. Hiçbir iradesi ve varlığı tanınmayan da yine Kürt ve Kürdistan’dır. Elbette emperyalist kapitalist tekelci sermayedarlar ve egemenler, gerici ve faşistler arası çelişki ve rekabetlerden faydalanmak durumundayız. Bir şartla ki, kendi öz gücü ve örgütlülüğü esas alma temelinde bir hareket ve mücadele perspektifinden de asla vazgeçilmemelidir. Bu kapsamda taktik politikalarda alabildiğince maharetli olmak gerekirken, kurtuluş ve özgürlük stratejimize doğru koşma perspektifiyle ilerleyişimizi sürdürmeliyiz.

Ceren Dicle Fırat (1 Eylül 2022)

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir