Bu dönem, cezaevi mücadelesiyle ekmek-özgürlük mücadelesinin hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği bir dönem. Hemen tüm muhalif toplumsal kesimler -örgütlü olsunlar ya da olmasınlar- cezaevlerine tıkılıyor. Atık kağıtçı da öğrenci de direnen işçi de kadın da köylü de… Bu açıdan cezaevleri toplumsal mücadelenin organik bir parçasıdır artık.
Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde siyasi mahpus olmak rehin/rehine olmak demektir.
Faşist devletin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, komünistlere, devrimcilere, özgürlük tutsaklarına… kısacası bütün “düzen” muhaliflerine karşı derece derece uyguladığı şaşmaz bir politikadır bu!
A. Öcalan’a ve siyasi tutsaklara dozajı giderek artan biçimde uygulanan tecrit politikası aslında kitlelere gözdağı verilmek için devrededir. Dayatılan son derece yalındır: Ya boyun eğme/teslimiyet ya da zamana yayılmış bir ölüm! İradelerini kırmak için bütün zor ve işkence araçlarını kullanmaktan çekinmiyorlar. Topluma “düzeni değiştirmenin devrimci yolundan yürümeye kalkarsanız, başınıza gelen bu olur” mesajı veriyorlar.
Ama boşuna! Onların bedenlerini hücrelere tıktılar ama bilinçlerine zincir vuramazlar! insanlığın kurtuluşu uğruna zindanlara düşmüş olanlar onurlarından ve direnişlerinden vazgeçmediler/vazgeçmeyecekler!
Faşizmin siyasi tutsaklara karşı duyduğu kin, onlar siyasal/toplumsal muhalefetin en kararlı ve gözü kara evlatları oldukları içindir. Toplumsal muhalefetin isyancı bayrağını yükselttikleri, yeni bir dünya arayışının sözcüleri oldukları içindir.
Burjuvazinin hükümetinin hapishanelerde hız verdiği saldırı dalgası, gün geçtikçe boyutlanan ve kitlelerin nefes almasını olanaksız kılan ekonomik-siyasal ve toplumsal çok yönlü krize karşı sokağa dökülen öfkenin dallanıp budaklanmasının, daha geniş kesimleri sarmasının önüne geçme amaçlıdır. Çünkü bu dönem, cezaevi mücadelesiyle ekmek-özgürlük mücadelesinin hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği bir dönem.
Bu dönemde hemen tüm muhalif toplumsal kesimler -örgütlü olsunlar ya da olmasınlar- cezaevlerine tıkılıyor. Atık kağıtçı da öğrenci de direnen işçi de kadın da köylü de… Bu açıdan cezaevleri toplumsal mücadelenin organik bir parçasıdır artık.
Faşist rejim bu dönemde de buna uygun yeni bir infaz rejimi yaratmaya çalışıyor. Tutsakları ölüme sürükleme, olmuyorsa öldürme ve buna intihar süsü verme biçiminde karşımıza çıkan bu gerçek, Tekirdağ’da son olarak işkenceye maruz kalan tutsağa gardiyanın söylediği “Senin ve senin gibilerin yaşamaya hakkı yok” cümleleriyle dile geliyor.
Cezaevleri dolu, yenileri geliyor
Türkiye ve Kürdistan cezaevleri hıncahınç doludur: 29 bin tutuklu ve hükümlü! Bunun 28 binini siyasi tutsaklar oluşturuyor. Bu da, Avrupa cezaevlerinde nüfusa oranla en fazla tutuklu ve hükümlü sayısıyla Türkiye’yi birinci sıraya yerleştiriyor. Yani her yüz bin kişiden 401’i cezaevinde.
Tutsaklar 10 kişilik koğuşlarda 20 kişi kalıyor, sırayla yerde uyuyor, bazı yerlerde sıcak su ve kaloriferin esamisi okunmuyor.
Ülkenin her yanında pıtrak gibi yeni cezaevleri inşa ediliyor. Faşist rejimin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, geçen sene yaptığı açıklamada sadece 5 yılda 94 cezaevinin inşa edildiğini söyledi.
Her yeni hapishane, ‘daha çok insan tutuklayacağım’ demektir ve faşist rejimin yönelimi bu doğrultudadır. Alfabede harfler tükendi bunların saldırganlığı artıkça artıyor. En en “yüksek güvenlikli” cezaevi tanıtımında son olark “S”ye gelmişlerdi!
Ağır hasta tutsaklar ölüme gönderiliyor
Zaten işkencelerden geçerek gelmiş, uzun yıllar hapishane koşullarında sağlık hakkı başta olmak üzere tüm haklarından yoksun kılınmış tutsaklar hayatta kalmaya çalışıyor. İnsani ihtiyaçları da cezaevi duvarları arasına hapsedilmiş tutsaklar bilinçli bir şekilde ölüme sürükleniyor.
Hapishanelerde şu anda bin 604 ağır hasta tutsak var, her an birini kaybedebiliriz. Hastalıkları belgelenmiş tutsakların hayatı “İşkence Onay Merkezi” olarak çalışan Adli Tıp Kurumu’nun hiç gelmeyen raporlarına bağlı. Bu da yeterli gelmiyor faşist katillere, “iyi hal şartı” aranıyor, infazlar yakılıyor, bu zulüm yılları hiç bitmeyecekmiş gibi gelsin isteniyor. Umut toprağa gömülsün, özgürlük tutkumuz biçilsin, geçip giden yıllara ağıt yakılsın isteniyor.
83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan, bu kasıtlı vicdansızlığın sembolü adeta; kronik kalp hastalıklarına, dört kez anjiyo yapılmasına rağmen ısrarla tahliye edilmiyor. Son olarak Covid-19’a yakalandığı bilgisini alıyoruz. Bu gidişle cenazesini teslim edecekler bize tıpkı diğerlerinde olduğu gibi…
Son bir ayda yedi tutsak, son bir haftada dört tutsak katledildi. Garibe Gezer, Halil Güneş, Vedat Erkmen tüm yaptırımlara, boyun eğme saldırılarına hayır dedikleri için katledildiler.
Tecrite karşı mücadele özgürlük için mücadeledir
Tecrite karşı mücadele, insanlarımızın hapishanelerde göz göre göre katledilmesine karşı savaşım özellikle bugün siyasal mücadelenin taleplerinden biri olmak zorundadır! Ekmek yoksa barış da olmayacak, politik tutsaklar birer ikişer katledilirken hiçbirimiz için özgürlük olmayacaktır!
Tutsakların bedenlerinden başka silahları yok! Onlar üzerlerine düşeni direnerek zaten fazlasıyla yapıyorlar. Bize düşen ise onların sesini her yana taşımak, onların taleplerinin sözcüsü olmak, bu faşist rejime “köpeksiz köyde değneksiz dolaşma”nın bedelinin ağır olacağını hayatın her alanında göstermek olmalıdır!
Tıpkı Puşkin’in şiirinde dile getirdiği gibi;
Tersanelerin etrafı / özgür müziğinle dolacak
Ağır zincirler düşecek / yıkılacak duvarlar birer birer
*
Karanlık kapılardan biz akacağız
Işıkla selamlayacak bizi özgürlük!
Karşılayacağız evlatlarımızı, yoldaşlarımızı elbet bir gün! Yeter ki onların taleplerinin arkasında duralım, onların ideallerinin kendi idealimiz olduğu gerçeğinin farkına varalım…