Ukrayna’ya Saldırı: Emperyalizm Varolduğu Sürece Savaşlar Kaçınılmazdır! -1 / Hayrettin Bakış

Tüm dünyanın etkisi altından çıkamadığı ekonomik krizin gölgesinde, emperyalistlerin çelişkileri giderek derinleşiyor, artık sürdürülemez hale geliyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısı başlatması dünya çapında bir tartışma yarattı. Bu tartışma ülkemizde de yaşanmaktadır. Ancak bu tartışmaya geçmeden önce başta Rusya’da olmak üzere Rusya’nın işgal saldırısına karşı sokaklara çıkan ve “bizim savaşımız değil” diye haykıran binlerin eylemselliği son derece önemlidir.

Kitleler emperyalist çıkar çatışması ve bunun somut ürünü olarak Ukrayna’nın işgaline karşı sokaklara çıkmışlar ve kendilerinin olmayan savaşa tepki göstermişlerdir. Bu son derece önemlidir ve altı çizilmelidir. Ukrayna’da olan bitenleri başından itibaren emperyalist-kapitalist sistemin “hukuku” açısından değerlendirenlerin, yanlış girdikleri patikadan doğru yolu bulmaları mümkün olmaz.

Rusya ve NATO (ABD-AB emperyalistleri ya da Batı emperyalist blok) arasında yaşanan ve geçtiğimiz hafta Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısıyla devam eden süreci “kimin haklı”, “kimin haksız”, “kimin provokatör” vb. olduğu üzerinden yürüyen ve sözde “uluslararası hukuka” dayanan tartışmaların kaynağı elbette emperyalist-kapitalist sistemin “her şeyi bilen” ideologları, kalemşörleri, uluslararası ilişkiler uzmanları vs.dir.

Yine Ukrayna’nın işgaline yönelik saldırganlığın, -Rusya’nın bile değil- “Putin’in savaşı” olarak görülmesi eğilimi de aynı kaynaklardan beslenmektedir ve ezilen halkların bir kısmında da bu fikir yaygınlaşmaktadır.

Diğer yandan emperyalistlerin kendi çıkarları söz konusu olduğunda paçavraya çevrilip bir kenara atılan “uluslararası hukuk”a dayanarak kalem oynatanların azımsanmayacak bir kısmı da NATO’nun yayılmacı ve Rusya’yı kuşatma amaçlı genişleme çabasının Rusya’yı bu hamleye “mecbur bıraktığı” argümanına sarılmaktalar.

Oysa her iki emperyalist blokun arkasında ayrı ayrı saf tutan ideologların tüm bu tartışmalarının, bu iki bloku da yerle yeksan edecek olan işçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin bilincini bulandırmaktan başka bir anlamı olmadığını söyleyelim.

Buna karşın nispeten az bir kesim de olsa tüm dünya üzerinde “sol”un da bu tartışmalara aynı mecrada, sonuna ekledikleri “Her türlü savaşa hayır!” şiarıyla biten yaklaşımlarıyla katkıda bulunması, özellikle Rus Sosyal Emperyalizminin yıkılışını takiben ortaya atılan “kapitalizmin sonsuz zaferi” fikrinin temelini oluşturduğu tasfiyeci rüzgarların etkisini görmek açısından önemlidir.

Hatta bu tasfiyeci kesimler, ABD emperyalizminin Rusya’ya karşı karar altına aldığı yaptırımlarla dalga geçerek, doğrudan askeri müdahalenin gerekliliğini tartışıyor/tartıştırıyor. Bu ise, ABD emperyalizminin Rusya’yı Eurovision yarışmalarından çıkarma gibi “komik” söylemlerinin altında yatan amacının tam da bu olduğunu akıllara getiriyor: Ukrayna’yı çılgın Putin’in işgalinden “kurtarmak” için elverişli koşulları bekleyen Süperman olarak ortaya çıkmak ve dünya halklarının “gönlünü almak”…

Ki bu elverişli koşullar, Rusya’nın elindeki tüm kartları ortaya sermesi, savaş alanında yorulması-yıpranması, ekonomik yaptırımlarla Rusya içinde kendi halkının tepkisiyle uğraştırılması ve kamuoyunda daha fazla teşhir ve karşı koyuşla oluşacak şeklinde yorumlanabilir.

Ancak Rusya’nın karşısında, her ne kadar askeri olarak yıllardır silah deposuna dönüştürülmüş olsa da Ukrayna bulunmaktadır ve ekonomik yaptırımlara hiç de yabancı bir ülke değildir. Ki bu yaptırımların başta Avrupa ve Amerika olmak üzere tüm dünyayı etkileyeceği de açıktır.

Sonuç olarak Rus emperyalizmi bu saldırganlığının sonucunda elbette kayıplar verecek olsa da beklendiği gibi büyük bir yıpranma yaşanmayacaktır. Ya da bir başka senaryo olarak, Rusya’ya yönelik geçmiş yaptırım kararlarını delerek ticari ilişkilerini geliştirerek sürdüren, giderek ABD şemsiyesinin altından çıkarak bağımsız hareket etme gayretinde olan Almanya-Fransa eksenli AB emperyalistlerini Rusya tehdidi ile tekrar şemsiyesi altında toplamak, yani Ukrayna’yı bir nevi yem olarak kullanmak amacında olduğu da düşünülebilir.

Tüm bu ve benzeri “niyet okumaların” çok uzun olmayan bir süreç içinde ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Kaldı ki, emperyalistlerin tek bir senaryoyla yetinmeyen, kaybettiği durumda dahi yenilgisinden de kendine bir çıkar sağlamak üzere ana senaryoya ek bölümler ekleyerek durumu kotarmaya çalışan “kabiliyetini” biliyoruz.

Devrimciler ve komünistler ise, meselenin adını sağa-sola bükmeden, doğrudan koymakta; emperyalistler arası dünya pazarları üzerinde hegemonya dalaşına dayanan ve giderek derinleşen krizin artık kolay kolay sürdürülemez duruma gelmesi ve bunun yansıması olarak okumaktadır.

Taşı ilk kimin attığı meselesi, 1914’te Avusturya-Macaristan veliaht prensi Ferdinand’ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesini I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı başlattığını iddia etmek gibi çocukça bir tartışmadır. ( Devam edecek)

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir