Zindan Gerçeği – 5. Bölüm / Konuk Yazar Dersim Piro

Hasta tutsakları tedavi etmemek ve serbest bırakmamak

 Düşmanın zindanlarda devrimcileri teslim almaya dönük geliştirdiği uygulamalardan biri de hasta tutsaklara ilişkin olanlardır. İnsanlık onurunu zedeleyen politikalarla hasta tutsaklar sahsında toplumun vicdanına saldırırken, öte yandan hasta tutsakları ölüme mahkûm ederek devrimci duruşta ısrar edip direnenlerden intikam almak istemektedir. Binlerce tutsak, cezaevi idarelerinin keyfi uygulamaları yüzünden tedavi edilmemekte, yine kelepçeli muayene, hastaneye gidiş gelişlerde ‘‘terör’’ ibareli kimlikleri taşıma zorunluluğu vb onur kırıcı uygulamalara maruz bırakmaktadır. Adil Tıp Kurumunun ‘‘Cezaevinde kalamaz’’ raporu verdiği pek çok tutsağın ‘‘topluma ve devlet güvenliğine zarar verebilir’’ denilerek mahkemelerde bırakılmaması ya da bağımsız sağlık kurumlarından bu tarz rapor aldığı halde Adil Tıp Kurumunun ‘‘Zindanda kalmasında sakınca yoktur’’ raporu yüzünden binlerce ağır hasta tutsak zindanlarda adeta ölüme terk edilmiş ve bu durum zamana yayılmış idam halini almıştır. İdam gerçekliğinden hareketle insanlık-dışı bir saldırı konseptinin devrede olduğu en yalın haliyle görünür kılan olgulardan biri de işkenceli katletme politikası olarak hasta tutsaklara uygulanan bu politika olmaktadır.

Hayati risk taşıyanların, tıbben kendisine bakamayacak durumda olanların hukuken bırakılmalarının önünde hiçbir yasal engel bulunmamasına rağmen bırakılmamakta, ölüme terk ederek tutsaklarda inançsızlık, moralsizlik, ölüm duygusu vb geliştirilmeye çalışılmaktadır. Hem fiziki hem de psikolojik olarak çökertilmeye çalışılan bireye ‘‘ya teslim olur ya da ölürsün’’ denilirken, topluma da, ‘‘ya biat edeceksin ya da izleyeceksin’’ mesajı verilmektedir.

 Ajanlaştırma ya da ajan sızdırma

 Ajanlaşma bir yapı hakkında onun karşıtı güce bilgi sağlama, zarar verme ve bunu maddi bir karşılık temelinde yapma faaliyetidir. Düşmanın yoğunca kullandığı ve sonuç aldığı bir yöntemdir. Zayıf, inançsız, tepkili, hesapçı ve en önemlisi zaaflı(cinsellik, para, güç vb) kişilikler düşmanın hedef kitlesi durumundadırlar. Ajanlaştırılan birey farklı yol ve yöntemler uygulanarak örgütlü yapılar içine sızdırılır. Zindan mücadele tarihimiz açısından da yoğunca uygulanan bu yöntem bazen dışarıda sızdırılarak, bazen de yapı içinde düşürülerek uygulanmıştır. Örgütte dair her türlü bilgi ve belgeyi sızdırmanın(örgütsel materyal iletişim kanalları, yönetime ve işleyişe dair bilgiler, her türlü eylemin önceden düşmana sızdırması vb) yanında aynı zamanda yaşamı bozma, yönetimi hedef alarak yapı içerisinde tartışma, dedikodu kültürünü geliştirme, yapı yönetim arasında şüpheciliği geliştirme, kendisince zayıf gördüğünü düşürme, düşüremediğini ‘‘tarafsızlara’’ (özellikle de siyasi tutsakları örgütlü yapılardan kopararak örgüt ve devrim karşıtı kontra ilişkilerin bulunduğu hücrelere yönlendirme politikası) yönlendirme, komünal yaşamı hedef alarak yaşamı liberalize etme, eğitimleri sabote etme, yapıyı yapay gündemlerle meşgul ederek örgüt gündeminde uzaklaştırma vb her türlü anlayışı yapıda geliştirme amaçlanmaktadır.

Son yıllarda cezaevleri istihbarat örgütünün adeta arka bahçesi, yararlanabileceği temel kaynak konumuna getirilmiştir. MİT önemli oranda cezaevlerini kontrol etmek, buradan ajan devşirmek, bilgi toplamak ve özel savaş politikalarını sonuç almasını sağlamak amacıyla aktif bir rol oynuyor. Sorguda düşüremediği ancak zayıflıklarını gördüğü bireyleri zindanda da MİT rahat bırakmamakta, avukat, revir, müdürle görüşme adı altında görüşmeye çağrılan tutsaklara tehdit, şantaj ve vaatlerle ajanlık dayatılmaktadır. İnfaz düzenlenmesi adı altında son yapılan değişiklikle MİT’in zindanda tutsağı sorgulamak için alma yetkisi de verildi. Böylece zindanlarda MİT eliyle yürütülecek her türlü kirli politikaya yasal zemin de hazırlanmış oldu.

Sevk ve sürgün politikası

Cezaevlerinde uygulanan özel savaş uygulamaların en etkili olanlarından biride şüphesiz sevk ve sürgünler olmaktadır. Sevk bireyin genellikle sağlık, ulaşım koşulları vb göz önünde bulundurularak kendi isteğiyle bir cezaevinden bir cezaevine nakil istemi olurken, sürgünler cezaevi idaresi ve bakanlıkça ortak kararlaştırdıkları, bireyin iradesi dışında gelişen cezaevi nakilleridir. Bireyin iradesiyle istenilen sevk taleplerinin yüzde doksan dokuzu keyfi gerekçelerle ret edilirken, öte yandan sürgün politikası bir tehdit ve şantaj aracı olarak sık sık uygulanmaktadır. Örgütlü yaşama müdahale olarak yapılan sürgünlerde daha çok yönetim mekanizması ile parti kadroları hedeflenir. Amaç örgütlü yapıyı zayıflatmak, öncü kadroları yapıdan koparmak, böylece örgütlü yapıyı denetim altına almak ve politikalarına uygulama zemini açmaktır. Bununla birlikte hem sürgün edilen kişilerden hem de geride kalan yapıda moralsizlik yaratarak yapıyı pasifsize etmekte diğer amaç olmaktadır. Ayrıca sürekli sürgün tehdidi ile örgütten kopmuyorsa bile, bireyin kişisel kaygılar ekseninde pasifist bir tutuma tenezzül edebileceği, bu durumun hem birey-örgüt ilişkiselliğinde hem de birey ve örgütlü yapıda yer alan diğer tutsak yoldaşları arasında erozyona yol açabileceği hesaplanmaktadır. Bu da sürgün politikası ile amaçlanan diğer bir nokta olmaktadır.

Türkiye’nin uzak köşelerine sürgün edilerek tutuklu ailelerden intikam alınmaktadır. Özelikle faşist örgütlülüğün yoğun olduğu şehirler bilinçli tercih edilmiş ve bu tercih doğrultusunda cezaevleri en çok bu şehirlerde inşa edilmiştir. Ailelerin faşist ırkçı saldırılara maruz kalmasına açık çek, destek verilir olmaktadır.

Beşinci bölümün sonu

 

 

 

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir