Alevi Örgütlenmesine İlkeli Yaklaşım – Özgür Koçgiri

“Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa Etme Hamlesi”nin riskli olduğu kadar umut vadeden adımları devam ediyor. Aleviler bu sürecin en önemli dinamiklerinden biridir. Çünkü Alevisiz demokratikleşmeden bahsedilemez. Bu nedenle Aleviler yeni sürecin ruhuna uygun bir örgütlenmeye ve yeniden yapılanmaya gitmek durumundadırlar. Yeni sürece eski tarzla girmek çok büyük ve onarılması çok zor yaralar açabilir. Bundan kurtulabilmenin ilk yolu, özgür yaşamı kendi içinde gerçekleştirmektir. Bunu başaramayanların Demokratik Kurtuluş mücadelesinde başarı şansı da olamaz. Faşist iktidar bu çabaları görmüş olacak ki, Alevilerden önce davranarak, parçalayıp bölebildiklerini yasal bir statüyle kendine bağlama adımını attı. Alevi örgütleri ise geç kalma konusundaki “yeteneklerini” sürdürmeye devam etti. Ankara’daki eylem, bu geç kalmışlığın yani zamanında tavır alamamanın cılız sesiydi. İktidar buna hemen ertesi gün yasayı çıkartarak cevap verdi. Aleviler ise kendilerini bölerek devletin yedeğine alma saldırısına, Alevi Kurultayı hamlesiyle cevap olmak istedi. Bu kurultayın en zaaflı noktası M. Kemal portresi altında yapılmasıydı. Hal böyle olunca verilen güzel mesajlar gölgede kalıyordu. Diğer bir zaaf ise CHP ve AKP belediyelerinden yardım dilenme ve rant peşinde koşma da bu hareketi zayıf düşüren bir başka olumsuzluk olarak göze çarpıyor.

Alevi yaşam tarzında esas olan, rızaya dayalı ilişkilerdir. Yol ve erkanın temel düsturu budur. Dıştan gelen müdahale, bu iç işleyişin doğallığında/felsefesinde bozucu bir etki yapacağından yanlış, kötü ve çirkin olarak görülür. Çünkü bu felsefe, doğru, güzel ve iyi yaşamayı öğütleyen felsefedir. Bu yolun komünal niteliği toplumsal varlığın oluşumuyla bağlantılıdır. Bu da Aleviliğin özüne ilişkin olduğundan, ancak rızalığa dayalı komünal tarzda varlığını sürdürebilir. Komünal niteliği yitirildiğinde Alevilik de kaybedilmiş yani toplum olmaktan çıkılmış demektir. Çünkü komün halindeki yaşam Aleviliğin de temel yaşam biçimidir. Zaten genel olarak insan türü varlığını bu komünal yaşamla sürdürebilir. Bunun tersi durum ahlâksızlığı geliştirir. AKP-MHP faşist iktidarının Aleviliği yukarıdan aşağıya yapılandırma girişimi bu nedenle tamamen onun ahlâki yapısını bozmaya ilişkindir. Çünkü ahlâka dayalı komünalitesini bozmadan onu direnişçi özelliğinden uzaklaştırmaz.

Sorunları doğru kavramak, bu alandaki mücadelenin doğru yürütülebilmesinin de zorunlu bir gereğidir. Bu nedenle mücadeleye doğru katılım göstermek kişisel değil, toplumsaldır. Çünkü bu alandaki mücadele, toplumsal mücadelenin de bir parçasıdır. “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Etme Hamlesi”nde bu genel mücadelenin Alevilik mevzisini güçlendirmemek, uyanışın tarihine olduğu kadar, kurtuluşun öngünlerine de sırt dönmek olacaktır. Bu duruma düşmemek ve bu siperi güçlendirmek için Alevilerin olduğu her yerde olmak ve dağınık olanları örgütlü yaşamla buluşturmak birleşik mücadelenin de bir gereğidir.

İçinden geçilmekte olan bu kritik süreçte demokratik uygarlık tarihinin direnişçi çizgisini örenlerden Zerdüşt, Şeyh Beddredin, Hallac-ı Mansur ve Mazdek, Hürreme, Eba Müslim, Ebu-l Vefai Kurdi, Baba İshak, Baba İlyas ve H.B.Veli, Şah Kalender Çelebi, Seyid Rıza-Zarife, Alişer ve Mazlum Doğan gibi nicelerinin mücadelesinden ilham alındığı da bir gerçektir. Alevilik tarihindeki direnişçiler sınırsız bir umut ve özlem kadar, onlara ulaşmanın kesin inancını boşuna bırakmadılar. Zaten toplumsal onur, aşk ve akıl da bunun için gereklidir.

Alevilerin tarihi, dış saldırılara ve işbirlikçiliğe olduğu kadar ihanetlere karşı da bir direnişin tarihidir. Sömürgeci Türk devletinin özellikle de Kürt Alevilere stratejik tuzaklarını, iç ihanetler kadar direnişçi çizgisini de netleştirmek ve Aleviliğin devletin hizmetine girmesinin önüne geçmek, bugün bu cephedeki temel görev olmaktadır. Bunun için Alevilerin özgürlük seçeneğinin yükseltilmesi, demokratik-komünal ve direnişçi geleneğinin günümüz devrimci değerleriyle harmanlanması kadar, tarihsel direnişçi kimliği ile buluşturulması önemlidir. Ve elbette ki, Aleviliğin hümanist yönünü sürekli öne çıkartarak direnişçi özünü yok sayma yanlışına düşmemek kadar, “bizde dişi erkek ayrımı yoktur, hepimiz bir canız” söylemiyle kadını erkek egemenliğine kurban etmek gibi ulusal kimlik inkarına yol açan tuzaklara düşülmemesi de önemli olmaktadır. Diğer yandan Alevileri “laikliğin bekçisi” gibi göstermek, zalimle mazlum arasında tarafsız tutma ve politikadan uzak tutmak da bir başka tuzak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tüm zamanların değişmez ilkesi, onurlu, ahlâklı, devlet dışı olma ve varlığımızı korumak için öz savunma hakkını kullanma ilkesidir.

Eğer bir örgütte çıkarcı insanların gölgesi büyüyorsa, o örgütte güneş batıyor demektir. Çıkarcı insanların bulunduğu örgütler, temsili demokrasi gibi temsili örgütlerdir. Orada halk/üyeler sadece pasif, bananeci, günü kurtarmanın telaşında olan, emir kulu kıvamında güdülen yığınlardır. Onların insan ilişkilerinin esasını hemşehricilik ve ahbap çavuşluk, yani çıkara dayalı ilişki oluşturur. Bir de, halkı temsil ettiğini söyleyen, söz-karar ve yetkiyi kendi tekellerinde bulunduran, seçilmeyi/yetkiyi halka hizmet olarak görmeyen, iktidar hastalığına yakalanmış, “bulanık suda balık avlamaya çalışan” uyanıklar vardır. Bunlar yetki delisidir. Bir makam için yüz takla atmaya, kirli elleri öpmeye ve iki büklüm eğilmeye müsait olanlardır. Bunlar efendi olamıyorlarsa, iyi bir uşak olmaya da razı olan yalakalardır. Bunlara karşı en etkili ve güçlü mücadele yöntemi, demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma temelinde ideolojik mücadele yürütmektir.
Mücadelenin genelde olduğu gibi bu alanda da önemli bir problemi ise, kültür çatışmasıdır. Yani Avrupa kültürü ile geleneksel alışkanlıklar arasındaki çatışmadır. Bu durum, Avrupa’da doğup büyümüş nesil için daha da yakıcıdır. Alevi örgütlenmesi, buna cevap olabildiği ölçüde gençlik içinde güçlenerek gelişme şansına kavuşacaktır. “Avrupa’daki yaşam çok ince bir tarz ile insanların yüreklerini, beyinlerini zehirliyor. İnsanlar yarış içindeler, birbirleri ile tartışmıyorlar. Gerçek bir yaşam yok. En iyisi, en yenisine sahip olabilmek için yaşıyorlar…”1

Avrupa’da yetişen kuşakların da kendilerini içinde bulacağı bir örgütlenmenin gerekliliği işte bu nedenle her geçen gün daha da açığa çıkmaktadır. Mirasa sahip çıkmak adına onun günümüze cevap veremez duruma gelmiş yanlarının içine hapsolmak, esas olarak o mirasın değişim ve dönüşümüne de engel olmaktır.

1 Abdullah Öcalan

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir