Sandık değil sokak!..

Bugün tutarlı bir demokrasi savunuculuğu dahi işçi ve emekçi yığınlara adres olarak sandığı değil sokağı göstermek zorundadır. Bu faşist koalisyonun yerini CHP sünepeliğinin, MHP’nin kentli versiyonu İYİ Parti’nin, AKP döküntüsü Davutoğlu ve Babacan’lardan oluşan bir koalisyonun değil emekçi halk iktidarının alması hedefine işaret etmelidir.

Ocak ayının son haftasında yaşanan gelişmeler önümüzdeki sürecin nasıl seyredeceğinin habercisiydi. İlk bakışta birbirleriyle çok ilgisiz görünen bu gelişmelerin başında işçi hareketindeki hızlanma geliyor. Önceki aylara göre kendi içinde bir sıçramadan bile söz edebiliriz. Metal işçilerinin satışla sonuçlanıp söndürülen ateşinin külleri soğumadan Trendyol işçileri öne atıldı. Fazlasıyla dağınık, bu yüzden örgütlenmesi zor bir işkolu olan kurye sektöründe etkileyici bir kazanım elde ettiler. Onların bu başarısı Hepsijet, Yemek Sepeti, Scooty ve Yurtiçi Kargo işçileri gibi sektörün diğer bölüklerine de cesaret verip ön açıcı oldu, işçi eylemleri başka sektörlere de sıçradı.

Farplas işçileri bayrağı bir adım daha ileri taşıyarak fabrikayı işgal ettiler. Kadın işçilerin bu militan adım sırasındaki öne çıkışı etkileyiciydi. Sadece farplas işçilerini değil sınıfın diğer bölüklerini de korkutup dalganın yayılmasının önünü almak için başvurulan faşist devlet terörü işe yaramadı. Farplas direnişinin vahşi bir polis saldırısıyla kırılmaya kalkıldığı gün bu kez Alpin Çorap’ın kadın işçileri öne atıldılar. Oradaki direniş de kazanımla sonuçlandı. Bu arada İnşaat-İş ve Dev Yapı-İş sık sık yaptıkları gibi yine omuz omuza verdiler. 30 bine yakın işçinin çalıştığı İstanbul Finans Merkezi şantiyesinde “Artık yeter, gasp edilen haklarımızı istiyoruz” başlıklı birleşik bir kampanya süreci başlattılar.

Emek cephesinde bu adımlar atılır yeni bir dalga mayalanırken, sermaye cephesi de boş durmadı elbette. Tabanındaki çözülmeye ve güç kaybına rağmen iktidarı kolay kolay bırakmayacağını her fırsatta gösteren AKP-MHP faşist koalisyonu, devlet terörü ve saldırganlığın dozunu şiddetlendirmeye hazırlandığını gösteren yeni adımlar attı. Adalet Bakanı’nı değiştirdi. Yıllardır hapishanelerdeki insanlık dışı uygulamalardan yargı adına sahnelenen bütün hukuksuzlukları seyretmekle kalmayıp sık sık teşvik eden Abdülhamit Gül’ün tetikçiliği yeterli gelmez oldu. Onun yerine, geçmişte de gözü kapalı Tayyip ve Fetullah Gülen fedaisi olarak iş gören Bekir Bozdağ maşası getirildi. Adalet Bakanlığı’nda olduğu gibi TÜİK’te de at değişikliğine gidildi. Enflasyon ve işsizlik rakamlarıyla hayasızca oynayan eski başkanın falsoları artınca yerine yeni bir piyon ileri sürüldü.

Tarifsiz zorbalıklar yüzünden acıya kesmiş, adalet nöbetleriyle evlatlarının akıbetini soran, ağır hasta tutsakların serbest bırakılmasını isteyen anaların çığlıklarının yükseldiği günlerde, önümüzdeki dönemde nasıl keyfi ve pervasız bir sansür rejiminin uygulanacağının habercisi bir medya yönetmeliği yayınlandı. Saray kararı olarak yayınlanan bu genelgeyle sadece muhalif siteler, gazete ve tv.ler değil sosyal medyanın da herhangi bir mahkeme kararına gerek duyulmadan engellenmesinin önü açıldı.

AKP-MHP faşist koalisyonu elinden kaymakta olan iktidar dizginlerini büsbütün yitirmemek için o kadar hayasız ve gözü dönmüş bir saldırganlıkla hareket etme hazırlığı içinde ki, başvurmayacağı hiçbir yöntemin olmayacağını Trabzon’da 10 yaşındaki bir çocuğu dahi kullanarak gösterdi. Tek adam rejimin faşist karakterini, onun kurumsallaşması konusunda alınan mesafeyi görmemekte ısrarlı liberal budalalık hala “bu kadar da olmaz…” aymazlığı sergileyebiliyor. Bu aymazlık kendisini sadece hukuk, ahlak, Avrupa Birliği’nden gelecek destek beklentileri gibi hiçbir karşılığı olmayan fren mekanizmalarına güvenmek biçiminde kendini göstermiyor. Daha vahimi, bu faşist rejimin seçimlerde sandık yoluyla geriletilip yıkılabileceği hayalinin körüklenmesi biçiminde karşımıza çıkıyor. Kriz içindeki kapitalist sistemden ve faşist rejimden sıtkı sıyrılmış, mahkum edildiği yoksulluğa, işsizliğe, sefalete tepkisini artık eylemlerle ortaya koyan, sokak röportajlarında bile dile getirilmekten çekinilmeyen öfkeye adres olarak seçim sandığını gösteriyor. Bu aymazlık, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin ve faşizmin ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir sonuç doğurmaz.

Bugün tutarlı bir demokrasi savunuculuğu dahi işçi ve emekçi yığınlara adres olarak sandığı değil sokağı göstermek zorundadır. Bu faşist koalisyonun yerini CHP sünepeliğinin, MHP’nin kentli versiyonu İYİ Parti’nin, AKP döküntüsü Davutoğlu ve Babacan’lardan oluşan bir koalisyonun değil emekçi halk iktidarının alması hedefine işaret etmelidir.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir