Zindan Gerçeği – 1. Bölüm / Konuk Yazar Dersim Piro

Devletli sistemin doğuşu, zindanların başlangıç tarihidir.

Günümüzde hapishane ya da cezaevi olarak adlandırılan zindanlar, kurumsal olarak kapitalizmin bir ürünü olarak alınsa da, geçmişinin devletçi, iktidarcı sistemin doğuş sürecine dayandığını tarih biliminden rahatlıkla çıkarmak mümkündür.

Toplumsal yapının doğasına aykırı olan devletçi-iktidarcı sistem, ideolojik aygıtlar kadar ilk günden itibaren çeşitli zor ve baskı aygıtlarını da örgütleyerek kendisini hâkim kılmaya, sürdürmeye ve topluma kabullendirmeye çalışmıştır. Zindan uygulaması bu anlamda örgütlendirilen baskı araçları arasında en etkiliklilerinden biridir. Devletçi-iktidarcı sistemi kabul etmeyen, ona karşı gelen, kanunlarına uymayan, ona karşı direnen ya da direnme potansiyeli olan tüm birey ve kesimler devlet düşmanı, din düşmanı, zındık vb adlarla etkilendirilerek yapılan kalelerin en alt ve koytu köşelerinde ölüme terk edilerek, asılarak, kafası vurularak ya da ağır işlerde ölünceye kadar çalıştırılarak cezalandırmışlardır.

Kapitalizmin sürecine kadar bu cezalandırma aygıtları kısmi kimi değişiklikler gösterse de öz olarak cezalandırma, bu yolla caydırıcı olma ve intikam almanın bir aracı olarak egemenlerce etkin bir tarza da kullanılmıştır. Hırsızlık, adam öldürme, tecavüz vb toplumsal değer yargılarına karşı işlenen suçların cezalandırması ‘’huzur ve güven ortamın sağlanması’’ gibi iddia ve söylemlerle toplumsal rıza üretilerek meşrulaştırmak istense de, esasta egemen sınıfın, zümre ve kişilerin iktidarını ve sömürücü-tahakküme dayalı politik-sosyal düzeni koruma ve baki kılma hedefleri doğrultusunda işlevleselleştirilen aygıtlarından biri olarak öne çıktığını görmek mümkündür. Yoksa toplumsal değer yargılarına karşı işlenen suçlar, devletçi-iktidarcı sistemden önce de vardı ve toplumsal ahlakın gücüyle pekala bu suçlarla mücadele ediliyordu, güven ve huzur ortamı toplumsal gelenek ve göreneklerle rahatlıkla sağlanabiliyordu.

Avrupa’da bugünkü anlamda ilk cezaevi 16. yüzyılda Hollanda da açıldı. 18 ve 19. yüzyıllarda hapishane yapımı yaygınlaştı. Kapitalist, modernist güçler tarafında kurumsallaştırılarak yasalaştırılan hapishaneler bir işleyişe kavuşturularak yasalaştırılan hapishaneler bir işleyişe kavuşturularak işlevi daha da derinleştirilip, genişletildi. Hapishanen doğuşuna ilişkin ünlü Fransız düşünür Michel Focault söyle der, ”Bireyleri, bedenleri üzerinde yürütülecek ayrıntılı çalışmalarla uysal ve yararlı kılacak bir cihazın genel biçimi,” bir kurum olarak hapishaneye işaret eder… Disiplin yoluyla boyun eğdirmenin bütün asimetrisini taşımakla birlikte, eşit olduğu bir adalet, özerk’ olduğu farz edilen bir yasal mekanizma, Uygar toplumların cezası’ olan hapishane işte bu birleşmeden doğdu. Tabi Faucault’un da dikkat çektiği gibi ‘’eşit’’ olduğu farz edilen bir adalet ‘’özerk’’ olduğu farz edilen bir yasal mekanizma toplumsal huzur ve kamu güvendiği söylemiyle de güçlendirilerek bu şekilde topluma kabul ettirilmeye ve meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Yoksa adalet de buna hizmet eden yasal mekanizma da tümüyle iktidarın, egemenlerin, devletin çıkarları doğrultusunda işletilir. Teorisini yapıp çarpıtarak topluma kabul ettirmeye çalışsalar da, özünde sistemlerini korumanın bir aracı olarak böyle bir mekanizmayı sistemli hale getirdikleri inkar edilemeyecek bir gerçektir.

Zaten hapishanelerin işlevi de bu şekilde tanımlanmaktadır. Bu konu da Fransız düşünür Baltard, hapishaneleri’ “kuşatıcı ve hizaya getirici kurumlar” olarak nitelendirir. Foucault ise daha da ayrıntılandırarak: ”Hapishane biraz daha ceberut bir kışla, katı bir okul ya da izbe bir atölye gibidir”,  ama onlardan nitelik olarak farklı değildir. Tersine, başından beri insanların doğru yola getirilmek üzere emanet edildikleri bir gözaltı yeriydi, ya da özgürlüğün menedilmesi sayesinde yasal iş görebilen, bireylere yönelik bir ıslah girişimiydi. Kısacası, 19. yüzyılın başlarından itibaren hapis cezası, bir yandan özgürlükten menetmeyi, bir yandan da bireylerin teknik dönüştürülmesini içeriyordu. ”Burada kullanılan ‘ıslah etme’ ve ‘teknik dönüştürme” kavramları önemlidir. Devlet ya da iktidar kendi sitemi için tehlikeli gördüğü bireyleri hapsederek, hapishanede de sistematik bir işleyiş uygulayarak iradesini kırarak, yeniden sisteminin bir dişlisi haline getirmeyi amaçlamaktadır. İşte hapishanenin kuruluş mantığı budur.

[Birinci bölümün sonu]

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir