HDP’ye sahip çıkmak tutarlılık ölçütüdür

Faşist rejimin Kürt düşmanı saldırıları yeni bir tırmanış içinde. Bugüne dek genellikle tek bir yönden yüklenme biçiminde kendini gösteriyordu şoven saldırganlık. Bu kez  aynı anda hem askeri hem siyasi cephelerde bir kaç yönden saldırmak şeklinde kapsamlı bir hamle söz konusu.

Gerillayı darbeleyip hareketsiz bırakmak amacıyla her baharda girişilen askeri operasyonlar bu kez yeni bir Zap seferi olarak karşımıza çıktı. Faşist Türk Ordusu “Pençe Kilit” adını verdiği harekatla geçen yıl uğradığı bozgunun intikamını almayı denedi. Fakat gerillanın gözüpekliği yanında yaratıcı taktiklerle karşı koyması üzerine yeni bir tokat daha yedi. Ne sahip olduğu teknolojik avantajlar ne de KDP ihanetinin yardım ve desteği onu darbe üstüne darbe yemekten kurtarıyor.

Askeri alanda ikinci cepheyi Şengal oluşturuyor. Faşist Türk devleti orada da Irak’taki Kazımi rejimini maşa olarak kullanıyor. IŞİD terörü karşısında Şengal’in Ezidi halkını savunmasız bırakıp kaçan bütün hain takımı şimdi Şengal Halk Savunma Güçleri karşısında aslan kesilmiş durumdalar. Bu cephede de amaç Başure Kürdistan’la Rojava Devrimi arasındaki bağlantıyı kopararak her iki alanda da serpilip kökleşen devrimci yönelimleri boğmak.

Siyasi cephede ise Kürt halkının temsilcilerine yönelik siyasi soykırım operasyonları vites büyütmüş durumda. Yıllar öncesinde yapılmış Newroz gösterileri ya da siyasi açıklamalar bahane edilerek her gün yeni gözaltı ve tutuklamalar yapılıyor. Bu cephedeki saldırılar, HDP şahsında Kürt siyasetinin deneyimli kadrolarının ellerini kollarını bağlayarak siyaset yapamaz hale getirilmelerini amaçlıyor. Binlerce Kürt siyasetçiye siyaset yasağı konulması istenen Kobâne ve HDP davaları bu amaçla açıldı.

Bu faşist komplolara burjuva hukuk anlayışı çerçevesinde bile “dava” denilemez aslında. Bunlar, faşist rejim tarafından önceden verilmiş kararlara yasal bir kılıf geçirme, bu arada Kürt halkının özgürlük mücadelesini sürdürmekte ısrarlı kadrolarına gözdağı verme amacıyla sahnelenen intikam ve şantaj operasyonlarıdır. 

HDP özgülünde yoğunlaşan saldırılar bu tür kumpasların yanı sıra Deniz Poyraz’ın alçakça katledilmesi örneğinde olduğu gibi parti binalarının basılması, kurşunlanması, polis kuşatması altına alınarak günlük siyasal faaliyetlerin dahi zorbalıkla engellenmesi gibi biçimler alıyor.

HDP’ye yönelik olarak bizzat devlet tarafından örgütlenip kışkırtılan provokasyonlar konusunda da şoven saldırganlığın vites büyüttüğü görülüyor. İş artık HDP Genel Merkezi’nin bile ulu orta basılmaya kalkılması noktasına vardı. Aylardan beri HDP Amed il binası önünde sahnelenen duygu sömürüsü komedisi bu kez Genel Merkez önüne taşınmaya kalkıldı. “Çocukları gerillaya katılmış ailelerin temsilcisi” oldukları iddia edilen ama hepsine takım elbise giydirilmiş 4-5 figüran onlarca polisin korması altında HDP Genel Merkez binasının önüne getirildi. Parti kadrolarının kararlı direnişi karşısında “çocuklarını arayan masum aileler” ortadan kayboldu, onların yerini son yıllarda yakalanan neredeyse bütün mafya şefleri ve uyuşturucu kaçakçılarıyla fotoğraf çektirecek kadar içli dışlı olduğu görülen SS’nun maşaları aldı. Bunlardan polis şefi olduğu sonradan açığa çıkan biri, Kürt kadın milletvekili Ayşe Acar Başaran’ı “Kes sesini, seni çivilerim” diye tehdit edecek kadar ileri gitti. Kürt halkının siyasi temsilcileri “Seni çivilerim” türü tehditlerin ne anlama geldiğini Mehmet Sincar’dan Deniz Poyraz’a kadar somut örnek ve deneyimlerden biliyor.

Bu gerçek aslında Türkiye’de siyasetle uğraşan ya da Türkiye’nin siyasi tarihine yabancı olmayan hemen herkesin bildiği bir gerçek. Ama Kürt halkının samimi  gerçek dostları olan devrimci ve sosyalistler dışında ne “amansız Tayyip düşmanı”  geçinen burjuva muhalefet ne feminist çevreler ne demokratik özgürlükler ve insan hakları konusunda duyarlı aydınlar ve sanatçılar niyetini çok açık ele veren bu faşist kudurganlığa hak ettiği tepkiyi gösterdiler.

Halbuki HDP’yi ve HDP kadrolarını savunmak günümüzde basit bir “dayanışma” borcu ötesine geçen bir anlam kazanmıştır. Bu elbette en başta Kürt ve Türk halkları ve bütün ezilenler arasında kardeşliğe sahip çıkıp onu kararlılıkla savunmak anlamına gelir. Fakat bugün bu aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan işçi ve emekçileri  sadece etnik, dinsel ve cinsel kimlikler temelinde değil iktidardaki faşist koalisyona ve onların ideolojisine yakınlık-uzaklık temelinde de bölüp düşmanlaştıran kutuplaştırma siyasetine karşı çıkmanın da gereği, bu konuda tutarlılık ölçütüdür. HDP’ye ve onun özgürce siyaset yapma hakkına sahip çıkıp bunu savunmak, tüm toplumu boğucu bir cendereye sıkıştırmaya çalışan faşizme karşı tutarlı bir duruş ve mücadelenin de gereği ve göstergesidir. Ve nihayet herkesin gözü önünde pervasızca tehdit edilen Ayşe Acar Başaran’dan Aysel Tuğluk’a, Gültan Kışanak’tan Figen Yüksekdağ’a kadar rehin alınan, tehdit edilen, saldırıya uğrayan Kürt kadın siyasetçilere sahip çıkıp net bir tutumla onların yanında olup olmamak kadın özgürlük mücadelesi ve dayanışmasında da samimiyetin ve tutarlılığın göstergesidir.

Bu duruşun hakkını her alanda vermediğimiz sürece mevcut iktidara, faşizme, kapitalist sisteme ve patriyarkaya karşı duruş ve mücadelede tutarlılığımız da sorgulanmaya açık, hatta bunu hak etmiş demektir.

Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir